Laikliğin anayasal güvence altında olması var. Ne gezer? Anayasada durur ama pratikte yok olur, eğitim ve öğretim de bundan payını en ağır şekilde alır.

Okullar açılmadan zorunlu din dersine karşı mücadele

Kapitalizmin felaketleri bastıkça basıyor halkın tepesine. Her felaket hem bir öncekinden ağır yaralar bırakıyor hem de sömürücü düzenin insanlığa ve doğaya karşı katliamlarını unutturmak için fırsat olarak kullanılıyor siyasi iktidarlarca.

Seller ve yangıların pandemi koşullarına basması bunlardan biri. Pandemi koşulları da eğitim ve öğretimin üzerine bastı 2020 Martından bu yana.

Laiklikten uzaklaşmaksa her şeyin üzerine basıyor, hem de boğarcasına. Aydınlanma mücadelesini başlatanlar dinselliğin ve gericiliğin kapitalizm/emperyalizm tarafından 21. yüzyılda böylesine yaygın ve etkin kullanılacağını söyleyenlere “hadi canım sende” derlerdi. Hele hele Afganistan’da yaşanan vahşi ve kanlı gericiliğe özgürlük diye bakanlara, bunların arasında kadınların olacağına hiç inanmazlardı.

Bir de laikliğin anayasal güvence altında olması var. Ne gezer? Anayasada durur ama pratikte yok olur, eğitim ve öğretim de bundan payını en ağır şekilde alır.

Bu darbelerden biri zorunlu din dersleri üzerinde sürdürülen tartışma. Aslında hem 1961 hem de 1982 Anayasaları din ve vicdan özgürlüğü (1961’de vicdan baş tarafta, vicdan ve din özgürlüğü olarak yazılı) maddesinde konuyu; din eğitim ve öğretimi “ancak, kişilerin kendi isteğine ve küçüklerin de kanuni temsilcisinin isteğine” bağlı diyerek çözüyor. Ama 1982 Anayasası yansıttığı ilişkilerin ürünü olarak “din kültürü ve ahlak öğretimi”nin “ilk ve ortaöğretim kurumlarında okutulan zorunlu dersler arasında” yer alacağını belirterek laik eğitimin yıkılması konusunda kapıyı aralıyor.

Yalnız bilim ve aydınlanmadan yana olanlar değil okuduğunu anlama yeteneğinde olan herkes, Anayasanın zorunlu dediği “din kültürü ve ahlak öğretimi” ile isteğe bağlı dediği “din eğitim ve öğretimi”nin farklı olduğunu söyleyerek laik eğitimin buradan yıkılamayacağını söyleyebilir. Bu görüşü ileri sürenler Anayasanın sözü ve özü yönünden de haklıdır. Birçok mahkeme kararında da, zorunlu olan din kültürü ve ahlak öğretiminin bir dinin, örneğin İslam dininin öğretimi olmadığı; bir dinin eğitimi ve öğretimi söz konusuysa bunun isteğe bağlı olduğu vurgulandı.

AKP tarafındaysa durum farklı. AKP, İslam dinini ve özellikle de Sünni İslamı zorunlu dersler arasına sokarak Anayasayı ihlal etmekten, aslında uygulamamaktan kaçınmıyor. Halka bu haklı olmayan zorunluluğa karşı “çocuğuma bir dinin eğitimi ve öğretimini istemiyorum” demek kalıyor. Öyle yüzlerce değil binlerce dilekçeyle…

Okulların açılma döneminde yıllardır konuyu anımsatıyor, vurguluyoruz. Bu yıl anımsatma ve vurgulamayı Yurtsever Hukukçulardan Avukat Özge Demir bir kitapla yaptı. Emeğine sağlık demek yetmiyor, okumak gerekiyor. O da yetmiyor, ilk ve ortaöğretim kurumlarında okuyan çocukları olanların dilekçe vererek harekete geçmesi, olmayanların da bu mücadeleye anlatabilecekleri her alanda katılması, destek vermesi gerekiyor.

İçinde bulunduğumuz Ağustos ayında, yerinde bir zamanlamayla yayımlanan “Laiklik İlkesi Bağlamında Zorunlu Din Dersi” konulu kitap (Onikilevha Yayınevi), ZDD ile ilgili tüm ayrıntıları işlerken AKP’nin müfredat oyunlarını ve uluslararası boyutları da ekleyerek laiklik ilkesinin temel hatlarını çizmeyi de iyi bir kurguyla yapıyor. Kitap, itiraz ve dava yollarını mahkeme kararlarıyla destekli olarak anlatarak hem hukukçulara hem de ailelere başucu kitabı olmayı hak ediyor.

Konuyla ilgili olarak Volkan Algan’ın her zamanki özeniyle sorduğu içerikli sorularla Av. Özge Demir’le yapılan söyleşiye bakılmasını önerirken ayrıca Dayanışma Meclisinin “Dayanışma Forumu” Dergisinin Haziran 2021’de yayımlanan 1. sayısındaki on yazıyı da bir kez daha anımsatalım.

Yönetici ve öğretmen kadrolaşmasından müfredata, imam hatipleşmeden kuran kurslarına kadar eğitim ve öğretimin tüm alanları laiklikten uzaklaştırılıp dinselliğe terk edilirken eğitimdeki özelleştirme de gericilikten besleniyor. Bir tarafta piyasa konusu yapılan laik eğitim, bir tarafta devletin Diyanet İşleri Başkanlığı ve okullarla, kurslarla yürüttüğü planlanmış antilaik eğitim, diğer tarafta da ortadaki çaresizlikten fırsat çıkararak tarikat ve cemaatlerin doldurmaya kalkıştığı boşluk.

Burjuvazinin düzeni içinde sıkışıp kalmış olan ve sınıfsallığı konusunda üzeri perdelerle örtülen laiklikten verilen her ödün piyasalaşmış eğitimden ne kazanacağına bakan sermaye sınıfını sevindiriyor. Kendi aklına uygun, nicelikçe az öğrencileri yetiştirerek ve seçip alarak hedefine ulaşan sermaye sınıfı, nicelikçe çok çocuk işçilerle sömürüsünü besliyor. Kalanları da “kul” ve “yedek işgücü” olmaya itiyor.

Aydınlanmayı yok sayarak dinsel kurallarla yönetmeye ve halkı düzenlerinin kulu yapmaya kalkışanlar sömürüye karşı eşitlik, özgürlük ve bağımsızlık mücadelesi veremezler; bu mücadelenin gerçek sahibi olan işçi sınıfının yerine geçemezler. Piyasacı ve gerici eğitime karşı mücadele de aynı bütünsellik içinde, her bir ihlali ve saldırıyı anında devre dışı bırakmakla gerçekleşebilir ancak.

Karanlıktan, karanlığın çevreye saldığı baskıdan korkarak, dine dokunulmaz diye çekingenlik göstererek ne çocuklar aydınlığa kavuşur ne de toplum. Eğitim ve öğretimden beklenen ne pazarı her geçen gün genişleyen piyasacı eğitim ne de din eğitimi.

Düzenin değiştirileceği ilk alanlardan biri eğitim; eşit, parasız, bilimsel ve laik eğitim.

Boşvermişlikten kurtularak zorunlu din dersi dışında kalmak da bu mücadelenin ilk adımlarından biri. Gericiliğe karşı aydınlanmayı, sömürüye karşı sınıfsız ve sömürüsüz toplumu savunan, boyun eğmeyi reddeden herkes zorunlu din dersine karşı mücadeleye katılmalı.