SÖYLEŞİ | 'Zorunlu din dersleri sadece Alevilerin mücadelesi olmaktan çıktı'

Yeni kitabı "Laiklik İlkesi Bağlamında Türkiye’de Zorunlu Din Dersi" vesilesiyle eğitim sisteminin gittikçe ağırlaşan bu kronik sorunu üzerine Avukat Özge Demir'le konuştuk.

Volkan Algan

Eğitim son yılarda ülkenin temel tartışma başlıklarından biri haline geldi.

İyice düşen nitelik sorunu, plansızlık, sürekli değişen müfredatlar ve üstüne sonunda pandemiyle birlikte okulların kapatılması... 

Özel okulların AKP döneminde sistem içinde inanılmaz bir alan kazanmalarıysa sistemin giderek özelleştirilmesi sonucunu doğruyor. 

Eğitim sistemi denince ilk konuşulması gereken konulardan biri de sistemin laik niteliğinin yıldan yıla aşındırılması ve din merkezli yaklaşımın adeta son yıllarda sistemi ele geçirmesi.

Tabii bu konuda önemli mücadeleler veriliyor. Bu mücadelelerin tamamının sonuçsuz kaldığını söylemek mümkün değil, karamsar olmamak lazım. Hatta uzun yıllar Alevi yurttaşların mücadele konusu olan zorunlu din dersleri, bugün çok daha geniş toplumsal kesimlerin ilgisini çeken bir başlık.

Avukat Özge Demir, zorunlu din derslerine karşı verilen mücadelede adını duyduğumuz avukatlardan biri. Birçok öğrencinin davasını yürütüyor. Konuyu akademik olarak da çalışan bir isim olan Demir'in geçtiğimiz günlerde "Laiklik İlkesi Bağlamında Türkiye’de Zorunlu Din Dersi ve Muafiyet Sistemi" başlıklı bir kitap çalışması yayınlandı.

Kitapta din dersinin müfredattaki yerinin tarihsel bir özeti, bu konudaki hem iç hem uluslararası mahkemelerin verdiği kararlardan örnekler, muafiyet için izlenmesi gereken süreçler gibi konular ele alınıyor.

Yeni kitabı "Laiklik İlkesi Bağlamında Türkiye’de Zorunlu Din Dersi" vesilesiyle eğitim sisteminin gittikçe ağırlaşan bu kronik sorunu üzerine Avukat Özge Demir'le konuştuk.

Öncelikle böyle bir çalışmaya neden ihtiyaç duydunuz kısaca anlatır mısınız?

Ben 2016-2019 yılları arasında “Gericiliğe Karşı Aydınlanma Hareketi” başlıklı bir çalışmanın parçasıydım. Çalışma özellikle laiklik ilkesine karşı yapılan müdahalelere karşı hem hukuki hem de siyasi mücadele yürütüyordu. Avukat olmam nedeniyle eğitim başlığında hukuki mücadeleye katkı koyma görevini üstlendim. Aynı zamanda İstanbul Bilgi Üniversitesi İnsan Hakları programında yüksek lisans yapıyordum. Çalışmam böylelikle teze dönüştü. Tez metni üzerinde biraz daha çalıştım ve “Laiklik İlkesi Bağlamında Türkiye’de Zorunlu Din Dersi ve Muafiyet Sistemi” isimli kitap oluştu. Tüm bunların temelinde laiklik karşıtı eylemlere duyduğum tepki vardı elbette.

Siz din dersinin müfredattan tamamen kaldırılması gerektiğini mi düşünüyorsunuz, yoksa zorunlu olmaktan çıkarılması yeterli mi? Laiklik ilkesi ve uluslararası hukuk bağlamında bu konuyu nasıl değerlendirmek gerekiyor?

Ben, literatürdeki diğer akımlardan daha ilerisini savunuyorum aslında. Bence zorunlu din dersi müfredattan çıkarılmalı. Çocuğun maddi ve manevi bütünlüğünün gelişimi için bilimsel ve ücretsiz eğitim alması gerektiğini düşünüyorum. Açıkçası özellikle 2012 ve 2017 değişiklikleri ile müfredatın tamamı Sünni İslam anlayışıyla şekillendirildi. İmam hatip ortaokul ve liselerin sayısı katlanarak arttı. Toplumun geneline yönelik laiklik karşıtı bir müdahale olduğunu düşünüyorum. Mücadelem aslında daha çok bu müdahaleye karşı, bu yüzden tek başına zorunlu din dersinin kaldırılması değil, eğitimin yeniden bilimsel temellere oturtulması gerektiği kanaatindeyim. Bu da ancak kar amacı gütmeyen bir ekonomik yapılanma ile mümkün.

Hem BM İnsan Hakları Komitesi’nin hem AİHM Eylem Zengin kararı ile Mansur Yalçın ve diğerleri kararlarında temelde “Devletin bir dini olabilir, belli bir dine dayalı eğitim de verebilir.” anlayışı var. Bu anlamıyla devletin laik olmasını beklemiyorlar. Ancak, kimsenin belli bir dini benimsemeye veya dinini açıklamaya zorlanamayacağını, din ve vicdan özgürlüğü olduğunu belirtiyorlar.

Ayrıca, Türkiye AİHS Ek 1. Nolu protokole de taraf. Protokol de, ebeveynlerin çocuklarını kendi dini ve felsefi inancına göre yetiştirebileceğini söylüyor.

Ben ise aslında burada farklı bir yol çizmeye çalışıyorum. Diyelim ki, aile IŞID üyesi ve çocuklarını da kendi dini inançlarına göre yetiştirmek istiyorlar… Okulda verilen din eğitimi benim inancıma uygun değil diyerek çocuğunu dersten muaf tutabilecek mi?

Burada laiklik ilkesi ile bilimsel ve ücretsiz eğitimin önemi ortaya çıkıyor. Çocuk, kişiliğini ve yeteneklerini geliştirebileceği, ilerici bir eğitim ile yetişmeli kanısındayım.

Kitabınızda da din dersi konusunda ayrıntılı şekilde anlattığınız sürece bakınca şöyle bir sonuç kalıyor benim aklımda: Çok önemsenmeyen küçük adımlarla laiklikten taviz verilmeye başlanması, sürecin sonunda mutlak olarak dinin alanını genişletmesiyle sonuçlanıyor. Her gelen bir küçük tuğla koyuyor, sonunda devasa bir duvarla karşılaşıyoruz. Sanırım din dersi meselesinde de benzer bir manzara var…

Aslında tam da dediğiniz gibi. 1938 yılına kadar hem ülkenin hem de eğitim sisteminin laikleşmesi için çok önemli adımlar atıldığını biliyoruz. Özellikle 1930 yılından itibaren tüm şehir okullarında din dersi müfredattan kaldırılıyor ama 1949 yılında CHP tarafından seçmeli ama program dışı olarak müfredata ekleniyor. Ardından Demokrat Parti iktidara geliyor. 1950 yılında din dersi seçmeli ve program içine bulunuyor. 1974’te ahlak dersi gündemde, 1982 Anayasası ile birlikte zorunlu din dersi “din kültürü ve ahlak bilgisi dersi” olarak birleştiriliyor. Tabii aynı dönemde imam hatiplerin ve isteğe bağlı din eğitimi veren kursların da katlanarak arttığını belirtmek gerekir.

2012 müfredat değişikliği ile 4+4+4 eğitim modeli benimsendi ve böylelikle imam hatip ortaokulları açılmaya başlandı. Aynı zamanda seçmeli din dersleri Hz. Muhammed’in Hayatı, Temel Dini Bilgiler, Kur’an-ı Kerim dersleri de eklendi. Seçmeli din derslerinin, velilere zorla seçtirilmesi için okullara talimat verildiği de basında yer aldı. Böylelikle, devlet okulunda okuyan bir öğrenci ile imam hatip okullarında okuyan bir öğrenci 8 saat aynı dini eğitimi almaya başladı, aralarındaki fark fiilen kaldırıldı. Özellikle 2017 müfredat değişikliği ile birlikte değerler eğitimi de getirildi ve eğitim genel itibari ile Sünni İslam inancına göre şekillendi.

Şu an çocuklar için fiili durum, ya imam hatip öğrencisisin, ya imam hatipleştirilmiş okullarda öğrencisin ya da ailenin maddi durumu iyi ise kendine göre bir özel okul bulup görece bu dertlerden uzak kalabiliyorsun.

Bu mesele genel olarak Alevi yurttaşların mücadelesini verdiği bir konuydu yakın zamana kadar. Fakat son yıllarda çok sayıda kişinin çocuklarını zorunlu din derslerinden muaf tutmaya çalıştığını görüyoruz. Sizin gözleminiz de bu yönde mi? Böyleyse bunu neye bağlamak lazım?

Zorunlu din dersinden muafiyet için açılan tüm davalarda Alevilerin, Alevi derneklerinin ördüğü bir mücadele var. Özellikle AİHM’in iki kararı: Eylem Zengin kararı ile Mansur Yalçın ve diğerleri kararı, alevi ailelerin yürüttüğü mücadele sonucu kazanıldı ve emsal oldular. AİHM’in kararlarından sonra, zorunlu din dersi müfredatında önemli değişiklikler olduğunu belirtmem lazım. Alevileri ve diğer pek çok inancı çocuklara tanıtan bölümler kitaplara eklendi. Bu bölümler her sene yok ve en fazla dönem içerisinde 20 sayfa.

Hem zaten diğer dinlerin tanıtımı da yine Sünni İslam inancını benimseyenler tarafından yapılıyor, ilgili dini benimseyenlere fikirleri sorulmadan hazırlanıyor kitaplar. Ama bu değişiklikle birlikte, diğer bölümlerdeki Sünni İslam inancı ağırlığının çok fazla arttığını, merkezi sınavlardaki sorularında gittikçe daha çok bilgiye dayalı sorular olmaya başladığını görüyoruz. Çocuklar, Sünni İslam inancına ait duaları, sureleri ezberlediği, ibadetlerini öğrendiği, Kur’an-ı Kerim’i, Hz. Muhammed’i yakından tanıdığı bir eğitim alıyor.

Hal böyle olunca, Alevi olmayan ancak çocuklarının küçük yaşta Sünni İslam inancı eğitimi almasını istemeyen laik, ateist aileler ile diğer dini veya felsefi inançları benimseyen aileler de çocukların söz konusu dersten muaf olmasını istemeye başladı.

Yine tahminim odur ki çocuğunun din dersi almasını istemeyenlerin yanında bunların çok küçük bir kısmı bu konuda adım atmaya cesaret ediyor... Sizce cesaret doğru kelime mi? Bu konuda hak aramak cesaret isteyen bir şey mi, yoksa türlü gerekçelerle insanlar gözünde çok mu büyütüyor bu konuyu?

Açıkçası elbette inançla ilgili özellikle çocuğun dini inancının gelişimi ile ilgili her konu çok zor. Ben hukukçuyum, bu yüzden de çocuk hukuken kendi kararı verebileceği yaşa kadar belli bir dini benimsemeye zorlanmamalı, dinlerin tarihi konusunda genel bilgiler edinmeli, neye inanacağına veya inanmayacağına kendisinin karar vermeli.

Bu noktada çocuğun laiklik ilkesine uygun olarak bilimsel eğitim alması oldukça önemli. Yukarıda saydığımız eğitimdeki gerici dönüşüm ile birlikte burada da bir piyasa oluştu ve laik eğitim de adeta ancak satın alınabilecek bir ürün haline geldi. Laik, bilimsel eğitimi bir kısım zengin insanın tekelinden çıkarmak tüm toplumun erişebildiği bir hale getirmek gerekir.

Bunun için mücadele etmek cesaret mi ister bilemiyorum. Bu gibi durumlarda, özellikle gericiliğe karşı aydınlanma hareketi ile birlikte olan aileler çocukları ile konuştu, ne için mücadele verdiklerini anlattı. Çocuklar da bu mücadeleyi destekledi. Hatta kimi örneklerde muaf olan çocuk, zorunlu din dersine girmek yerine müzik öğretmeninden piyano çalmayı öğrendi. Diğer aileler de muafiyet talebinde bulunmaya başladı.

Bir de şu önemli diye düşünüyorum: Her zaman, her yerde birlikte hareket etmek gerekli. Eğer bir sınıfta birden fazla aile muafiyet için mücadele ederse çocuğun yalnızlaşması tehlikesi de engellenmiş olur.

Hukuk genel ilkelere sahip olmakla birlikte yaşadığı çağa göre de ilerler veya geriler. Örneğin bir ailenin zorunlu din dersinden muafiyet talep etmesi ile bin ailenin muafiyet talep etmesi yargı sisteminde farklı etkiler yaratır. Hukuki mücadele de birlikte hareket edilince daha etkili ve hızlı sonuçların elde edilmesini sağlar.

Sizin de avukat olarak içinde olduğunuz muafiyet mücadelelerinde nasıl bir tablo var? Kitapta din dersinden muafiyet için ne yol izlenmesi gerektiğini anlatıyorsunuz ama bunlardan sonuç alınabiliyor mu, Türkiye'de bir içtihat oluştu mu bu konuda, mahkemelerin yaklaşımı nasıl?

Daha önce de söylediğim gibi zorunlu din dersinden muafiyet çok uzun yıllardan beri süren bir mücadele ve birçok olumlu karar var.

Öncelikle ailelerin çocuklarının zorunlu din dersinden muafiyet için okula veya ilçe milli eğitim müdürlüğün-Kaymakamlığa dilekçe vermeleri gerekli. Dilekçenin iki tür sonucu olabiliyor. İlki, idarenin talebe cevap vermemesi. Muafiyet talepli dilekçe okula veya kaymakamlığa verilmesi ile birlikte, 30 gün içinde idarenin talebe cevap vermesi gerekiyor. Cevap vermemesi halinde aile 4 ay daha bekleyebilir veya 30. günün sonunda derhal dava açabilir. İkinci hal ise, idare, 1990 tarihli Eğitim ve Öğretim Yüksek Kurulu Başkanlığı kararı gereğince Hristiyan ve Yahudi olduğunuzu belgelendirmeniz halinde, çocuğun zorunlu din dersinden muaf olabileceğini belirtebilir. Elbette ebeveynin dinini açıklamaya zorlanması, din ve vicdan özgürlüğüne aykırı. Ebeveynler dinlerini açıklamak istemeyebilir veya Hristiyan veya Yahudi olmayabilir. Bu halde dava yoluna gitmesi gerekiyor.

Kitapta olumlu dava sonuçlanan dava örneklerini anlattım. Zorunlu din dersinden muafiyet konusunda iki AİHM kararı ve birçok BM İnsan Hakları Komitesi kararı var ama Danıştay kararları ve İdare Mahkemesi kararları da mevcut. Bu konuda özellikle yerel mahkemeler ve Danıştay benim de katıldığım görüşü benimsiyor. Diyorlar ki, 1982 Anayasası’nın 24. maddesi uyarınca ilk ve orta öğretim kurumlarında din kültürü ve ahlak bilgisi dersi zorunludur ama bunun dışında din eğitimi küçüklerin temsilcisinin, erginlerin ise kendi talepleri ile mümkündür. Bu halde Anayasa ikili bir ayrıma gidiyor, din eğitimi ile din kültürü ve ahlak bilgisi eğitimini ayırıyor. Din eğitimi belli bir dinin eğitimi iken, din kültürü ve ahlak bilgisi eğitimi, dinleri genel olarak açıklayan bir ders olmalı aslında. Şu an kitapların içeriği sadece Sünni İslam inancını açıkladığından başka bir ifadeyle belli bir dini esas aldığından “din eğitimi” olarak sayılmalı ve muafiyet talep eden ebeveynler dinini açıklamak zorunda kalmadan, muafiyet talepleri kabul edilmelidir. Bu kararlar doğrultusunda birçok çocuk dersten muaf oldu.

Elbette özellikle 2017 değişikliğinden sonra, zorunlu din dersi kitaplarında Sünni İslam inancı dışındaki dinlerin tanıtımı da eklendiğinden, AİHM’in kararlarının önceki müfredat için geçerli olduğunu şu an ki müfredatın tüm dinlere eşit mesafede olduğunu belirterek muafiyet talebini reddeden kararlar da mevcut. Özellikle Bölge İdare Mahkemeleri içtihatları alt üst etti. Şu anda İzmir, Ankara’daki İdari Mahkemeler ve Bölge İdare Mahkemeleri zorunlu din dersinden muafiyet taleplerini reddediyor. İstanbul’daki İdare Mahkemelerinin bir kısmı muafiyet talebini kabul ederken, bir kısmı reddediyor. İstanbul’daki Bölge İdare Mahkemesi ise yine her zaman olumsuz karar veriyor. En hukuka uygun kararlar ise Antalya İdare Mahkemeleri ve Konya Bölge İdare Mahkemeleri tarafından veriliyor.

Peki, sizin yürüttüğünüz davalar ne aşamada?

Yürüttüğüm davalar arasında, çocukları zorunlu din dersinden muaf olan aileler var. Çocuklar zorunlu din dersine girmiyorlar, merkezi sınavlarda da dersle ilgili soruları çözmeyecekler. Muafiyet talebi kabul edilmeyen ailelerin davalarını ise Anayasa Mahkemesi’ne taşıdık. İlk davayı 2016’da taşımıştık, Anayasa Mahkemesi hala bir karar vermedi. Açıkçası Anayasa Mahkemesi bu konuda olumlu karar vermezse, davaları mutlaka AİHM’e taşıyacağız.