Vatanınızı sevdiğinizi kanıtlamak istiyorsanız, kaynaklarını tüketmeye ve öldürtmeye yönelik kandırmacaların amigoluğunu yapmayacak, kapitalist yağma ve emperyalizm kalfalığından vazgeçeceksiniz.
Devlette çalışanlar ve devlete işi düşenler bilir. Sık karşılaşılan bir ifadedir. Arkasından genellikle pek olumlu bir haber gelmez. Tatsız, sevimsiz bir şeyle karşılaşırsınız. Bu haftaki yazı öyle olacak. Sevimsizliğinin ötesinde içinde yaşadığımız cehennemvari ekonomik koşullarda hayatta kalma mücadelesi veren Türkiye halkının ezici çoğunluğu bakımından hiçbir önem ve öncelik taşımıyor. Bununla birlikte ülkenin yazgısına yön verme iddiasını taşıyan bir kesimin oyuncağı, asıl sorunlarımızı gizlemenin bir aracı olarak kullanıldığı için irdelenmesi ve tekrara düşmek pahasına ısrarla açıklanması gerekiyor.
Konumuz “Mavi Vatan” ya da “Mavi Masal”...
Dün gece geç saatlerde bugün ne yazacağımı düşünürken, ABD’deki seçimlerde ve Paris olimpiyatlarının “tartışmalı” açış töreni arasında kararsızken bu mesele gelip aklımın orta yerine çöreklendi.
CHP Milletvekili Büyükelçi Namık Tan TBMM”de Somali Tezkeresi konusunda bir konuşma yaptı. “AKP iktidarı Somali’de ne arıyor”, daha genelleştirirsek “Doğu Afrika’da neyin peşinde” sorularına son derece ayrıntılı yanıtlar içeren Yalçın Cuğ imzalı iki makaleyi1 okumanızı öneriyor ve o konuya girmiyorum.
Büyükelçi Tan, bir meslektaşım. Kendisiyle tanışıklığım, doğrudan olmamakla birlikte aynı konularda birlikte çalışmışlığım var ama bu köşenin okuyucularının hiç zorlanmadan tahmin edebilecekleri gibi ideolojik olarak hiçbir yakınlığım yok.
Tan’ın TBMM konuşmasının ardından CHP’nin içinde küçük çaplı bir kıyamet koptu. Parti içinde “Ölesiye Batıcı, sosyal demokrat/liberal ve elbette anti-komünist” kanat ile “Mahçup Batıcı, 1930 model milliyetçi ve ziyadesiyle anti-komünist” kanat birbirine girdi. Daha sonra bu küçük kıyamet dalga dalga CHP’nin dış çeperlerinde ve seküler şovenizmin eteklerinde bekleşenlere de yayıldı. “Yedirtmeyiz!” çığlıkları yeri göğü inletti. İçi boş slogan sözcükleri yinelenip sonuna yazıyla “nokta” yazılmak suretiyle konunun tartışılmaya açık olmadığı pek “veciz” biçimde vurgulandı.
Sermaye sevdasından vaz geçemeyen bu iki kanadın birini diğerine tercih etmek gibi bir mecburiyetimiz yok. Yine de yeri geldiğinde doğruları söyleme mecburiyetimiz baki. Zira halka yalan söylemek suçtur!
“Mavi Vatan” konusunda 7 Haziran 2021’de yazdıklarımı anımsatarak başlayacağım:
“Tehdit algısının öznel sebeplerle köpürtülmesi bir ülkenin gücünü değil, güçsüzlüğünü berkitir. Karar alıcıları akılcılıktan uzaklaştırır, hataya iter, sonuçta kayıpları çoğaltır. Zihinlerimizi birkaç yıldır meşgul eden, ateşli tartışmalara neden olan “Mavi Vatan” kavramı bunun en güzel örneğidir.
Bir yandan gerçekten tümüyle içdeniz niteliği taşıyan Marmara’yı zehirli ve sümüksü bir “AKlığa” büründürürken, diğer yandan ülke haritasının çevresindeki suları 'paint-brush' ile maviye boyamanın ve kendi topraklarında kapitalizmin her geçen gün şiddetlenen saldırısı sonucu yoksullaştırılmış, açlık sınırına itilmiş kitleleri “Mavi Vatan” sloganlarıyla sarhoş etmeye kalkışmanın, yurtseverlikle de ulusal çıkarla da bağdaşır yönünü bulmak güçtür.
Bir kere şunu yineleyelim. Vatan, yurt veya ülke diye tanımladığımız alan klasik ve kabul görmüş tanıma göre sınırlarınız içindeki topraklar ve karasuların toplamından ibarettir. Kıta sahanlığı, Münhasır Ekonomik Bölge kavramlarıyla tarif edilen alanlar bu alana dahil edilmez zira vatan dediğimiz alandan farklı olarak bunlar üzerindeki egemenlik haklarınız sınırlıdır. Örneğin Marmara Denizi'ne karşı hesap verme kaygısı taşımadan ve kaygısızca işlediğiniz suçları bu alanda aynı rahatlıkla işleyemezsiniz. Somutlaştıralım: 'Derin deniz kolektörü' adını verdiğiniz ve Marmara’yı bir lağım çukuruna dönüştüren cinayet tekniğini, Akdeniz’de Münhasır Ekonomik Bölge olarak tanımladığınız alanda, yani karasularınızın ötesinde kullanırsanız, uluslararası planda hesap vermek zorunda kalabilirsiniz.
'Mavi Vatan' söyleminin zaafları bununla da sınırlı değildir. İddiaya temel oluşturan Münhasır Ekonomik Bölge kavramı Türkiye’nin taraf olmadığı 1982 tarihli BM Deniz Hukuk Sözleşmesine dayanır. Bu konuları benden çok daha iyi bilen Aydın Sezer ve Selim Kuneralp gibi uzman ve diplomatların da altını ısrarla çizdikleri gibi, aynı sözleşme, içinde yerleşim bulunan adaların da kıtalar kadar deniz alanına sahip olduklarını varsaymakta ancak Türkiye’nin 'Mavi Vatan' tezi örnekse Kıbrıs, Rodos ve Girit yokmuş gibi yapmaktadır. Deyim yerindeyse Türkiye aynı ayetin içindeki 'Namaza yaklaşmayın' ifadesini benimseyip 'sarhoş iken...' kısmını yok saymaktadır.
Bunlar meselenin teknik görünen kısımları. Bir de işin politik dram bölümü var. Meslek hayatım boyunca birçok subay tanıdım. Özellikle Kıbrıs bağlamında Deniz Kuvvetleri kurmaylarıyla çalıştım. Şimdi 'Mavi Vatan' diyenlerden birkaçını tanıma fırsatım oldu. Aralarında kendi dünya görüşleri ve ölçüleri içinde yurtsever olmadığını düşündüğüm hiç kimseye rastlamadım. Kaldı ki, o insanlardan kimileri yurtsever oldukları için sümüklü vaiz çetesinin hedefi oldular. Ağır haksızlığa uğradılar ama ne yazık ki çetenin suç ortağının kim olduğunu hatırda tutmak istemediler. O yüzden bir sonraki paragrafı biraz da içim burularak yazdığımı itiraf etmek zorundayım. İspanyol solculara atfedilen bir söz var ya hani 'Sınıf savaşını göz ardı eden çevrecilik, bahçıvanlıktır' diye. Aynı şekilde sınıf olgusunu dikkate almayan yurtseverliğin de akıldışı bir ırkçılık veya en iyi ihtimalle ağır bir hüsranla sonuçlandığını söylemek yanlış olmaz.
Tek önceliği iktidarda kalmak olan her yönüyle çürümüş bir rejimin katarına, büyük olasılıkla yurtseverlik duygularıyla ve 'belki yönünü değiştirim' düşüncesiyle tutunmanın size en az iki zararı dokunabilir. Bunlardan birincisi, katarın vardığı noktadan hiç mi hiç memnun kalmayabilirsiniz. İkincisi daha o hedefe dahi varmadan yolun en sevimsiz bölümlerinden birinde katardan bir uçuruma fırlatılabilirsiniz.”
Aradan 3 yıldan fazla zaman geçmiş. Fırsatçı bir dış politika uygulayan, uluslararası sistemin boşluklarına sızarak temsil ettiği sermaye sınıfının imkanlarını genişletmeye çalışan, boşluk bulamadığında hızla rota değiştirip aksi yönde gitmekten kaçınmayan Akepe iktidarı “Mavi Vatan” hikayesini müzeye kaldırmış, önceki süreçte tespih tanesi gibi peşine takılanlar ise hâlâ aynı renkli vatan söyleminde çırpınarak yavaş yavaş batıyorlar. Neresinden baksanız acıklı bir görüntü...
Şimdi lütfen kimse bana elden düşme vatanseverlik pazarlamaya kalkmasın. Vatan ve vatanseverlik konusunda kendi adıma sınavına girip çaktığım bir ders kaldığını sanmam. Kaldı ki Fransa’dan Küba’ya, Sovyetler Birliği’nden Yunanistan’a kadar dünyanın bir çok yerinde vatan savunmasının ne anlama geldiğini çarpışarak ve can vererek gösterenler Komünistlerdir. Vatan sınırları genellikle savaşlar sonucunda belirlenir ancak buna ilave olarak diplomatik müzakere masasında kesinleşir. Bunun ötesindeki vatan tanımları masal bile değil kandırmacadır zira masalların hiç değilse bazılarında öğretici, sempatik, iç ısıtan unsurlar mevcut olabilir.
Üç yanı denizlerle çevrili Türkiye’nin güçlü bir donanmaya sahip olma hedefi ne kadar meşru ise, o denizleri yaşatarak kaynaklarından yararlanma ve halkının esenliği için kullanma hedefi de o kadar geçerli ve saygıdeğerdir. Ancak bu hedefe ulaşmanın aracı fütuhat çığırtkanlığı yapmak, “o da benim, bu da benim” diye haykırmak olamaz. O anlayışın somut sonuçlarını tamamı bizim olan, yani rengi ne olursa olsun vatanın parçası olan Marmara Denizi’nde, aidiyeti hiçbir tartışma götürmeyen adalarımızda yarattığımız dehşet verici tahribatta görüyoruz.
Vatanınızı sevdiğinizi kanıtlamak istiyorsanız, halkı uyutmaya, sınırlı kaynaklarını tüketmeye ve son tahlilde öldürtmeye yönelik kandırmacaların amigoluğunu yapmayacak, kapitalist yağma ve emperyalizm kalfalığı sevdasından vazgeçeceksiniz.
Yönünü, yolunu bulmakta zorlanan, hurafelerle vakit ve enerji harcayan bu kesime bir de ipucu vereyim: Washington’da yapılan NATO zirvesinin sonuç bildirgesinde benimsenen Montrö Sözleşmesi’ne dair 31. Madde’ye bir daha göz atarak işe başlayabilirsiniz. İşte orada haklı olarak ve avazınız çıktığı kadar bağırmanızı zorunlu kılacak, daha açık bir deyişle Türkiye’yi Karadeniz’de ateşe atacak ifadeler mevcut.