Yıkmak için öne çıkan altılı masanın bileşimine, ekonomi politikalarına, emperyalizme yaklaşımlarına ve AKP’nin adını din özgürlüğü koyduğu laiklik yıkımına nasıl ortak olduklarına bakmak yeter.

Geçim-seçim-din arasında sıkışan yaşam

Tatil döneminde kendilerini yerleşim yerlerinden dışarıya atabilenler, yerleşik yaşamın kimi düzenlerini -ki bu düzenin de her geçen gün daha kötüye gittiğini görmelerine karşın- geride bıraktıklarında yolculuk giderleri, beslenme, konaklama ve diğer günlük gereksinmelerine ilişkin yaşam pahalılığını, fırsatçılığı ve artan gelir dağılımı uçurumunu görmenin ağır şokunu yaşıyor. Hareket edemeyen çoğunluksa yerinden kımıldayamayacak kadar bezgin, tutsak.

Sık başvurulmayan hanehalkı kullanılabilir fert geliri istatistiğine bakıldığında gelir dağılımındaki uçurumun derinliği görülüyor ki bunu TÜİK dahi saklayamıyor. TÜİK’nin gelire göre yıllık eşdeğer hanehalkı kullanılabilir fert gelirinin %20’lik gruplara göre dağılımında son %20’lik grup gelirin %53,8’ini kullanırken geriye kalan %80’lik gruba %46,2 kalıyor. Orta halli mi denir, ne denirse dördüncü dilimi de bu son dilime eklersek gerideki %60’lık gruba kalan gelir %25,3.

TÜİK’ninki buysa gerçeğini siz düşünün: artan pahalılık, yağmalanan kamu kaynakları, sürekli yoksullaşan ve sömürülen halk. Uçurum yıllardır zenginler lehine, yoksullar aleyhine büyüyor. Zenginlikler dar bir grup içinde büyürken geniş halk yığınları daha hızlı yoksullaşıyor.  

Arada anımsatıyoruz; bizim için halk kavramı “emekçi halk”ı tanımlıyor. İnsanı ve doğayı sömürenler, yağmacılar, işgalciler sömürünün hukukunu yazıp ona uysalar da, uymayıp keyfiliklerini sürdürseler de halkın dışında. Uzlaşmaz çelişkinin özü bu.

Araya arabulucuları sokmaları, milliyetçi ve dinci uyumlaştırmalara sarılmaları durumu değiştirmiyor. Asgari ücrette olduğu gibi, rakamsal artışlar göstermek de sorunu çözmüyor.

Uluorta sohbetlerde karşılaşılan “ne olacak memleketin hali”, “bu pahalılıkla ne yapacağız” sorularının yerini “seçim ne olacak, erken seçim olacak mı” sorusuna bırakması burjuva düzeninin uzlaşma araçlarını/tuzaklarını etkin kullanımının sunucu.

Her zaman olduğu gibi iktidar değişikliğinin, hele hele yirmi yıllık AKP iktidarının ve onun “tek adamlı rejimi”nin değişmesinin başa oturtulması, biçimsel öneriler dışında sömürü gerçeğine, emekçilerin devasa sorunlarına girilmemesi de aynı düzen tuzağının devamı.

Yıkmak için öne çıkan altılı masanın bileşimine, ekonomi politikalarına, emperyalizme yaklaşımlarına ve AKP’nin adını din özgürlüğü koyduğu laiklik yıkımına nasıl ortak olduklarına bakmak yeter.  Cumhurbaşkanlığı Yüksek İstişare Kurulu Üyesi Cemil Çiçek’in “kayıt dışı dinle mücadele” göndermesi, söyleyişinin ötesinde dinin devlet ve hukuk içindeki yerinin kalıcılığına yönelik daha kapsamlı bir amacı kapsıyor. 15 Temmuzun programı içinde Diyanet İşleri Başkanlığı koordinasyonuyla tüm camilerde sela okunması var. Altılının ve içindeki siyasi partilerin masalarındaki dosyaların helalleşme ve pazarlık için mi hesap sormak için mi kullanılacağının yanıtı yıllardır siyasi tarih içinde duruyor zaten.

Adaletin aranacağı yerin yalnızca yargı olmadığını, hukukun ve pratiğin yarattığı adaletsizlikleri, adaletin piyasa ve özelleştirmelerle, gerçekte eşitsizlikle bozulduğunu soL’da anlatıyoruz hep. Bir anımsatmayı dünkü Fatih Yaşlı, Kadir Sev ve Serdar Kızık imzalı, sahte kurtarıcıları, varlık barışını ve yargı destekli peşkeşleri anlatan köşe yazılarına göndermeyle yapalım.

Geçim derdinin çaresini seçimde ve sandıkta aramak, bu arayışı da kapitalist düzenin medyatik, bilinen siyasi partileriyle sürdürmek çaresiz olana sarılmaktan başka anlam taşımıyor. Yıllardır çokça duyulan ama her seferinde “son seçim kavşağındayız, seçenek yok” diye anlatılan yaklaşım da çaresiz olanı işaret ediyor.

Bağımsızlığı bile işçi sınıfının sermayenin tahakkümünden kurtulması, burjuvazinin peşinden gidilmemesi, devletin, hukukun, siyasetin dinsellikten kurtulması olarak anlatmak yerine düzen içi anlatıyorlar.

Kapitalizmin, emperyalizmin iç çelişkileri ve bu çelişkilere dayalı seçenekleri emekçilerin, sosyalistlerin seçeneği gibi sunuldukça daha çok son kavşaklar gelecek.

Ahmet Büke’nin “Deli İbram Divanı”nda söylediği gibi: “Avcı kurnaz da av sersem değil ya”…  

Seçeneğin sahtesi değil kendisi emekçiler, sosyalistler. Burjuvazinin piyasa, özelleştirme, yağma ve yönetim düzeni içine sıkıştırılan, gereksinmelerine ve isteklerine göre kullandıkları anayasa ve kanunlarla korumaya alınan projelerinin peşine takılanlar düzeni yaşatma uğraşı yanında gerçek seçeneği göstermemeye hizmet ediyorlar aynı zamanda.

Sosyalist iktidar sömürücü sınıfla savaşım yanında emekçileri kandıranlarla savaşımla gelecek; vaatlerle değil çözümle gelecek. Savaşım işçi sınıfıyla, onun öncü, ilkeli ve örgütlü gücüyle kazanılacak.