Bilinen bir deyim “denizi geçip çayda boğulmak”. Deyimler yaşamdan geliyor, yaşam da deyimleri terse çevirebiliyor.

Denizi geçemeyip 'çay'la avunmak

Ormanlara göz dikilmesi yeni değil. Orman alanlarından farklı amaçlarla yararlanmanın turizm alanı, otelcilik, konut ve/veya toplu konut yapılaşması, tarımsal üretim ve sanayi, madencilik gibi çok çeşidi var. Devlet anayasal sorumluluğundan ve görevinden çekildikçe kamuya ve doğaya ait olan ormanlar canlı,  cansız tüm bütünselliğiyle özel mülke, özel girişime, kâra, ranta, fırsatçılara terk ediliyor. Devlet politikaları ve uygulamaları yönünden tercih, göz yumma, ihlal, ihmal, hepsi var. Kimi zaman hukuk çalışıyor, kimi zaman hukuksuzluk…

Ormanların ve orman köylüsünün korunması Anayasanın 169. ve 170. maddeleriyle anayasal güvence altında. Korunmadan öte, ormanların devletçe geliştirilmesi ve mülkiyetinin devrolunamaması anayasal görev ve buyruk. Anayasa gereği bütün ormanların gözetimi, yönetimi ve işletilmesi devlete ait.   

Güncele, yangınlara gelirsek; yine Anayasa gereği “Ormanlara zarar verebilecek hiçbir faaliyet ve eyleme müsaade edilemez. Ormanların tahrip edilmesine yol açan siyasi propaganda yapılamaz; münhasıran orman suçları için genel ve özel af çıkarılamaz. Ormanları yakmak, ormanı yok etmek veya daraltmak amacıyla işlenen suçlar genel ve özel af kapsamına alınamaz.”

Anayasanın bu iki özellikli hükmüne bugüne kadar el atılamadı. “Anayasa’yı çokça değiştiren AKP tarafından da mı el atılmadı” diyeceksiniz.

AKP, bir proje partisi olarak iktidar koltuğuna oturduktan (18 Kasım 2002, Abdullah Gül hükümeti) ve Recep Tayyip Erdoğan’nın başbakanlığından (14 Mart 2003) kısa süre sonra, 4.4.2003 günlü, 4841 sayılı Yasayla Anayasanın 169. ve 170. maddelerinde değişikliğe gitti. Devlet ormanlarının gerçek ya da tüzelkişilerce işletilmesini ve orman niteliğini yitirmiş alanlarla ilgili bu ilk değişiklik Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer tarafından bir daha görüşülmek üzere TBMM’ye geri gönderildi.   

2003’ün Nisan ayındaki bu hareketten sonra, ormanların işlettirilmesi işinden vazgeçilerek, orman köylüleriyle ilgili 170. madde değişikliği 29.7.2003 günlü, 4960 sayılı Yasayla ve kimi muhalefetin de desteğiyle yeniden kabul edildi. Hemen ardından da 4965 sayılı Orman Kanunu değişiklik yasası çıkarıldı. Bu iki değişiklik de Cumhurbaşkanı Sezer tarafından bir daha görüşülmek üzere TBMM’ye geri gönderildi.    

Ormanlarla ilgili Anayasa değişiklik girişimlerinin, AKP iktidarının ilk Anayasa değişikliği olan ve Erdoğan’a parlamento ve başbakanlık yolunu açan değişiklikten hemen sonra ikinci ve üçüncü sırada gelmesi ormanlar konusunun AKP yönünden önemini ve kararlılığını gösterir.  

AKP ormanlarla ilgili Anayasa maddelerine bir daha dokunmadı. Bunda A. N.  Sezer’in geri göndermelerinin haklı gerekçesinin, bu gerekçenin AKP dışında siyasette ve halk içinde, kısmen de yasama ve yargı organları içinde yarattığı etkinin rolü yadsınamaz. Örneğin geri gönderilen Orman Kanunu değişikliğine ilişkin Yasanın parlamentoda yeniden kabulü üzerine Cumhurbaşkanı Sezer’in Yasayı imzalayarak kimi maddelerini AYM’ye taşıması ve AYM tarafından iptali önemli bir etki yarattı.     

Sermaye düzeninin yağmacılığına karşın ormanlar konusunda Anayasa değişikliğine gidilememesi dönem siyasetinin ve toplumsallığının mücadele sütununa olumluluk olarak yazılabilir tabii. Yazılabilir de kazın ayağı hiç öyle değil. Mücadeleler, egemen sermaye sınıfı adına egemen siyaset tarafından bir bir kırılıyor. Ya hukukla ve yargıyla oynanıyor, ya hukuksuzluk devreye sokuluyor; ya anayasa rafa kaldırılıyor ya da rejim değiştiriliyor.  

Ormanla ilgili Anayasa maddeleri AKP’nin rafa kaldırdığı maddelerin başında yer alır. Ki bu rafa kaldırmanın etkileri güncel orman yangınlarında açık olarak görülüyor.   Anayasaya karşın, yasalarla, KHK’lerle, OHAL KHK’leriyle, yönetmeliklerle yapılan müdahaleler Anayasayı rafa kaldırmanın üstüne yerleşti. Uygulamaysa bu müdahaleleri katladı. Kurallaştırmanın yerini kuralsızlaştırma aldı.

Orman hukukuyla değişiklikler ve ekler yaparak o kadar çok oynadılar ki… 1956 tarihli Orman Kanunu 1980’den önce 5 kez değiştirilmişken sonra 40 kez değişikliğe uğradı.  40 değişikliğin 12’si AKP öncesine 28’i AKP dönemine ait. Oynamanın ağırlığının 12 Eylül 1980 darbesi sonrasına, onun içindeki ağırlığın da AKP dönemine rastlaması ormanlar üzerine düşünülenler, plan ve programlar için çok şeyi anlatıyor. Ayrıca son Turizmi Teşvik Kanununda yaptıkları gibi başka yasalarla da el attılar ormanlara. Ne Anayasa Mahkemesinin kısmi iptal kararları engel olabildi bu açgözlülüğe, ne de yağmur duaları…  

Orman yangınlarını, yangınlardaki istihbarat zaaflarını, yangınlarla mücadele yavaşlığını ve yetersizliğini, yangınlar sürerken yasalaşan yağmalama kurallarını, yangın çıkan/çıkarılan alanları bu bütünlükle okumak gerekir.  Bu okuma doğrudan canlılarıyla, doğasıyla, yeraltı ve yerüstü kaynaklarıyla ormanların sömürücülerin emrine ve hizmetine verilmesine kadar gider.

Orman denizini anayasal alanda geçemeyen AKP’nin yarattığı orman düzeni, çay dağıtarak avunmaya ve avutmaya kadar düşer. Avutmalarla, RTÜK aracılığıyla tehditle meşguller ama sonuçta emekçi halkın yaşamı, canlılar ve doğamız yangın yeri. Ne mutfaktaki ne de ormandaki yangın söndürülebiliyor. Kapitalizmin felaketleri ve çaresizliği sürüyor.

Sermaye sınıfı yönünden denizin geçildiği ileri sürülebilir, ekonomik durum istatistik oyunlarıyla krizde değilmiş gibi gösterilebilir; sağlık, bireylerin salgın korkusuyla yönetilmeye bırakılabilir, eğitimin uzaktan olanı teknolojiye teslimiyet öne çıkarılarak yerleştirilebilir.  

Ne yaparlarsa yapsınlar sömürü gerçeğini, sermayenin sınırsız tahakkümü gerçeğini, dinsellikle ve milliyetçilikle uyutma ve yönetme gerçeğini değiştiremezler.

Sömürenler yönünden geçildiği sanılan deniz çayda boğulmayı önleyemez.

Sömürülenler, ezilenler yönünden deniz geçilememiştir.

Karanlığı yırtmak, yangınları söndürüp aydınlığı, eşitliği, özgürlüğü ve adaleti getirmek için örgütlenen halkı avutamayacaklar, kandıramayacaklar, sömüremeyecekler.