15 Mayıs’taki seçimden Cumhur’un, Millet’in, Emek ve Özgürlük İttifakı’nın filan değil NATO’nun galip çıkacağı açık. Parlamento için kurulan sandığın başına gittiğinizde bunu düşünün.

Demokrasi Zirvesi ve NATO sevdası 

ABD 2021 yılının sonunda bir “Demokrasi Zirvesi” düzenlemişti. Yaklaşık 14 ay sonra bu zirvenin ikincisi Mart ayı sonunda düzenlendi. İlk zirveye olduğu gibi, ikinci zirveye de Türkiye çağrılmadı.

Benim dış basından izleyebildiğim kadarıyla Biden Yönetiminin bu panayırvari organizasyonu ne ABD’de ne Avrupa’da ciddiye alındı. Foreign Policy gibi emperyalist Batı’nın önemli yayın organlarında bu zirvenin odaksız ve nafile bir girişim olduğu belirtildi. Keza, yolsuz, oportünist ve katil bir adamın yobazların desteğiyle kurduğu baskıcı bir hükümetin yönetimindeki İsrail’in davetli olduğu bir toplantının “liberal demokrasi’nin reklamını yapmak bakımından pek de inandırıcı bulunmayacağına dair yorumlar okudum.

Buna karşın Türkiye’deki dış politika “anelistleri”, yandaş ve sözde muhalif cenahtaki tartışma programı müdavimleri meşreplerine koşut olarak pek bir celallendiler ya da hayıflandılar. Birinci grup çoğunlukla “Amariga kendine gel”, ‘Türkiyasız Amariga bir hiçtir”, “Reis’e darbe yapmak istiyorlar” seviyesinde beyanlarda bulunurken, ikinci grup “Erdoğan yüzünden Demokrasi liginde küme düştük”ten başlayıp, “Memlekette hukuk işlemediği için yabancı yatırım gelmiyor”a uzanan artık alıştığımız sığlıkta ifadeler sarf ettiler.

İyi de Biden yönetimi ilki de pek yankı ve etki yaratmayan bu zirveyi yinelerken ne hedefledi ya da ne elde etmeyi umdu?

Biraz da spekülatif bir yaklaşımla, Washington’un bu zirveyi tekrarlamaktaki muradının dar anlamda Rusya-Ukrayna savaşıyla, geniş anlamda ise küresel hegemonya mücadelesinde yitirdiklerini telafi etmeye yönelik çabalarla ilgili olabileceğini düşünüyorum.  

Birlikte izledik: Geçen yıl savaş başladıktan sonra Batı, Rusya’nın “işlediği ölümcül günah sebebiyle” yalıtılmasına yönelik bir politika izledi. Batının denetimindeki tekellerce medyada bu hikâye pazarlandı. Ukrayna’da savaş 2014 yılında değil 2022 Şubatı’nda bir tür Darth Vader olarak tanıtılan Putin tarafından başlatılmıştı. Odessa’da sendikacıların yakılması, Donbass’ta çocukların öldürülmesi münferit olaylar, Rusya ordusunun saldırıları ise insanlık suçuydu. Bu yüzden de Rusya ve hatta Putin’in işbaşında kalmasına izin verdiği için Rus halkı da cezalandırılmalıydı. Dostoyevski yapıtları kütüphanelerden kovulmalı, Çaykovski besteleri konser salonlarının kapısından sokulmamalı, Rus namına ne varsa görüldüğü yerde tekmelenmeliydi.

Hollywood prodüksiyonu ve West End1 yaratıcılığıyla harmanlanan bu senaryo beklendiği kadar etkili olmadı. Asya ve Afrika’da hatta ABD’nin arka bahçe sandığı Güney Amerika’daki devletler hikâyeyi inandırıcı bulmadılar. Rusya’nın komşu bir ülkeye askeri müdahalede bulunmasından duydukları rahatsızlığı örneğin BM Genel Kurulu’ndaki oylamalarda açıkça ortaya koydular ama bu Rusya’nın “günahı işleyen tek ülke olduğu, bu yüzden de örnek bir cezaya çarptırılması gerektiği” yönündeki Washington söylemini de borsacı diliyle söylersek “satın almadılar”. Bu yüzden de özellikle ekonomik yaptırımlara katılmaktan geri durdukları gibi, Batı’nın siyasi yalıtım gayretlerine de prim vermediler.

Dünyanın ezici çoğunluğu bu tavrıyla şu mesajı verdi: Evet, savaş kötüydü. Güçlü bir ülkenin daha zayıf bir komşusuna saldırması, kentleri bombalaması, sivillerin ölümüne yol açması da kötüydü. Buna karşılık yüzyılın başında Irak’ı işgal edip yerle bir eden, çoluk-çocuk demeden yüzbinlerce insanı katleden, on binlerce kadına ve erkeğe tecavüz eden, ülkeyi fiilen bölen ABD ile  bu operasyona fiilen katılan ya da kenarda durup alkış tutan müttefikleri kimseye insanlık dersi verecek durumda değillerdi. 

ABD bu zirveyle Rusya ve Çin gibi rakiplerine karşı bir tür küresel ittifak görüntüsü vermeyi amaçladı ama somut bir sonuç elde edemedi. Dünya ülkelerinin çoğunluğu ABD hegemonyasının zayıflamasından kaynaklanan çatlaklardan yararlanarak Rusya ve Çin’le ilişkilerini geliştirmeyi, böylelikle de kendi ulusal çıkarlarını maksimize etmeyi tercih ettiler.

Yukarıda söylediğim gibi 2. Demokrasi Zirvesi sessizce başladı ve dünya halkları bakımından olumlu ya da olumsuz hiçbir sonuç yaratmadan bitti. 

Zirvenin sona erdiği 30 Mart gecesi ise Türkiye’de başka bir gelişme yaşandı. Finlandiya’nın NATO üyeliğinin onaylanmasına dair kanun teklifi TBMM’nde görüşüldü ve oylandı. 600 sandalyeli TBMM’de 276 kişi oy kullandı. Bunları tamamı NATO’nın genişlemesi için oy verdiler. Oylamanın nihai sonucu sürpriz değildi gerçi ama tek bir çekimser, tek bir olumsuz oyun bile çıkmaması şaşırtıcıydı. O konuda söylenmesi gereken usulünce dile getirildiği için ben daha çok olumlu oylar üzerinde duracağım. 

Son yıllarda AKP Türkiyesi’nin NATO’dan, AB’den, dolayısıyla Batı kampından uzaklaştığı, Avrasya’ya doğru yelken açtığı, Batı’ya karşı anti-emperyalist duruş sergilediği gibi palavralara maruz kalıyorduk. İşin ilginç tarafı bu ayıplı malın alıcısı da çoktu. Ulusalcılar, Avrasyacılar, Mavi Vatan esnafı günde beş öğün bu ürünü tüketiyor, halka da yedirmek için yoğun çaba sarf ediyorlardı. SİHA’lar uçuyor, Milli Muharip Uçaklar kaçıyor, uçak inemeyen uçak gemileri Doğu Akdeniz’den dünyayı fethe hazırlanıyor, Washington ise bu manzara karşısında kıskançlıktan çatır çatır çatladığı gibi, Reis’i de iktidardan indirmeye çalışıyordu. 

Neyse ki Finlandiya’nın NATO’ya üyelik macerası orta yere geldi de bizim anlatmaktan dilimizde tüy bittiği gerçek ayan beyan ortaya çıktı. Bir baktık İçişleri Bakanı’nın Soylu’nun el hijyeni konusunda ağır suçlamalarına konu olan ABD’nin patronajındaki NATO’nun genişlemesi için AKP’li eller coşkuyla ve firesiz havaya kalkmış. On ay önce Türkiye’nin NATO’dan çıkmayı gündeme alması gerektiğini söyleyen, iki ay önce ise “NATO’yla doğmadık, NATO’suz ölmeyiz” buyuran Devlet Bahçeli’nin MHP’sinin temsilcisi Finlandiya’nın üyeliğinin Türkiye için olumlu bir gelişme olduğunu dile getirmiş. 

Düzen içi muhalefet cephesine bakarsak, bundan kısa zaman önce “Mavi Vatan” esnafından brifing alan İYİP “Finlandiya az gelir, İsveç de hemen katılsın” demiş. “NATO’ya CENTO’ya bağlılığından” zaten hiç kuşku duymadığımız CHP de onun gerisinde kalmamış. “Savaşa değil, eğitime bütçe” diye yıllardır yeri göğü inleten HDP ise “Finlandiya’nın güvenlik kaygılarını meşru gördüğü için” hayır oyu kullanmak istememiş ve TBMM kulislerinde saklanarak dünyanın en gelişkin savaş ve ölüm makinesinin daha da büyümesine seyirci kalmayı tercih etmiş. 

Komünistler hayal ederler ama hayalci değillerdir. 15 Mayıs’taki seçimden Cumhur’un, Millet’in, Emek ve Özgürlük İttifakı’nın filan değil NATO’nun galip çıkacağı açık. Parlamento için kurulan sandığın başına gittiğinizde bunu düşünün. TKP’ye verilecek her oy, her türlü ölüm ittifakına, savaşa ve NATO’ya  hayır demek anlamını taşıyacak. Bilin ki, TKP’nin ezici çoğunluğu emekçilerden oluşan milletvekili adayları bunu TBMM’nin içinde veya dışında bir yerlere saklanmadan, mazeret beyan etmeden, kararlılık ve cesaretle savunacaklar. 

Seçeneksiz değilsiniz.

  • 1. Londra’da tiyatroların yoğunlukta bulunduğu bir semt.