Yeşil sahaların ardı orman

Sendikalardan esnaf odalarına, güreş federasyonunda futbola, camiden gazeteciler cemiyetine her şeye kendince biçim vermeye çalışan bir parti var iktidarda. Devletin bütün olanaklarını kullanarak hemen her şeyi kendi lehine şekillendirmeye çalışıyor o parti. En başarılı olduğu alanlardan biri de futbol.

Futbol Federasyonu’nun başında “reis”in inayetiyle oturan bir işadamı var. İçinde İstanbul’un gizli belediye başkanı olduğu söylenen Göksel Gümüşdağ ikamet ediyor. AKP organizasyonu Başakşehir var, Kasımpaşa, Konyaspor I.Y., Y. Osmanlıspor var. Emre Belözoğlu, Rıdvan Dilmen, Arda Turan, Fatih Terim gibi ayaktopu şahsiyetleri var. Adı geçenlerin hepsi AKP’ye ve saraya mesafesi oranında futbolda bir etki-yetki hiyerarşisi oluşturuyor.

Bütün bu karmaşık tablonun gelip düğümlendiği yer ise Milli Takım. Astronomik maaşlar ve uçsuz bucaksız primlerin havada uçuştuğu ama buna karşın başarının sıfır olduğu bir organizasyondan söz ediyoruz. Son aylarda gelenek olduğu üzere Dünya Kupası’na katılım bileti almak için çabalamakta. Durum her zamanki gibi; Zor ama imkânsız değil! Futbolda ne imkânsız ki zaten?

Burada yer tutmanın bir tek yolu var; saraya yakın olmak. Başını Rıdvan Dilmen’in çektiği “Arda ben evet diyorum kardeşim sen de diyor musun?” pespayeliğinin tek sebebi de işte bu. Para bol ancak o paraya ulaşmak için gereken yetenek sıfıra yakın olunca kavgalar da bir savaş şekline bürünüyor kaçınılmaz olarak. Futbol adamlarının çıkarları ve kişisel hırsları söz konusu olunca büyük bir hızla ayaktopu takımına dönüşebilmesinin sırrı da burada gizli. Bakın son bir iki aydaki tabloya; Arda babası yaşındaki gazetecinin boğazını sıktı, küfürler etti. Fatih Terim kebapçı basmaya kalkıştı. Emre Fenerbahçe’de iken ikide bir tehdit edecek, dalaşacak birilerini bulurdu. Şimdi Başakşehir’de, gözlerden ırak, orada bile olay çıkarmadığı gün yok.

Kaçacak yer yok. Atletizm daha nezih, onu seyrederim diyerek kurtulamazsınız bu vahşi AKP ormanından. Geçen hafta Londra’da Dünya Atletizm Organizasyonları vardı. Seyreden Türkiye’nin Afrika kökenlilerin istilasına uğradığını sanır. Federasyon Afrikalıları maaşa bağlamış, hoplayıp zıplamasını umut ediyor, belli. Ama ülkenin huyundan mıdır suyundan mıdır bilinmez, seyrettiğim süre içinde yarış bitiren bir devşirme atlet göremedim. Yarı yolda bıraktılar yarışı. E parayla motivasyon bir yere kadar. Daha önce parayla motive ettikleri yerli ithal ne kadar atlet varsa dopingli çıktı, yarışmaktan men edildi zaten. Adlarına açılan spor salonları duruyor ama. Hırsızlığın, yolsuzluğun ödüllendirildiği, kutsandığı tek ülke bizimki.

Kebapçı baskınından sonra Fatih Terim’i çağırıp, işine son verdiler. Eline bir çuval para tutuşturmayı da ihmal etmediler tabii. Dedik ya AKP’nin ormanı orası, giren de çıkan da kazanır. Sonuç? Terim gitti “demir perde” bakiyesi Lucescu geldi. Öyle bir çöl ki yarattıkları, üç beş adam arasında gidip geliyor top. Altıncıyı aramaya kalksan alayı imam. Yapabileceği tek şey futbolun, sporun ruhuna fatiha okumaktan ibaret. Kalıyor geriye Lucescu. O da yetmiş küsur yaşında, bugün var yarın yok. Yani bitiyor orman…

***

Dedik ya o yeşil sahaların ardında vahşi bir orman gizli. Haliyle yürürlükteki kanunları da orman kanunu. Kimi kimin ayağını kaydırırsa o kazanıyor. Düşe tekme atmak mubahtan öte, atmayan ahmak sayılıyor. Öyle ki dedikoduları bile para üzerinden. Kimlik, kişilik kavgası yapacak değiller ya. Köşe başlarını tutmuşların derdi tuttukları köşeyi bırakmamak. Köşe başı tutamayıp da saray sofrasına oturmayı başaranların derdi köşe başları boşaltmak, kendilerine yer açmak. Kahramanları o yüzden tuhaf biraz. Futboldan emekli Rıdvan Dilmen ve TV patronu Acun Ilıcalı da tam ortasında mesela. Futbolcuları büyük patron Yıldırım Demirören ve küçük patron Fatih Terim’e karşı kışkırtıyorlar. Onlar da futbolcular aleyhine haber uçuruyor basına. Bu arada bakanlar, vekiller, belediye yöneticileri, yandaş müteahhitler falan da giriyor kavgaya. Kan gövdeyi götürüyor AKP ormanında. İki zayiatla devam ediyor kavga. Rıdvan Dilmen takımı Arda’yı kurban verdi kavgada. Ama bu sayede karşı takımdan Fatih Terim’i oyundan attırmayı başardı. Lucescu’yu ikna ederlerse Arda takıma döner, Fatih Terim aldığı bir çuval parayla idare eder. Yoksul ve biçare halkın parasıymış ne gam. İmparatorlardan, krallardan geçilmiyor ortalık. Kıbleleri de padişah değil mi zaten! Yağma bütün ihtişamıyla sürüyor işte...

Bakalım “İmparator”a mesela. Kısa Fiorentina parantezini saymazsak bütün kariyeri Milli Takım ile Galatasaray arasında gidip geliyor. Başka? Futbolu bıraktığı yıllarda Ankaragücü ve Göztepe’yi çalıştırmış. Futbolculuğunda da savunmacı. Yani futbolun az yetenek çok hırs isteyen alanında tamamlamış kariyerini. Yeteneği az ama hırsına diyecek yok. Galatasaray takımını “başarıdan başarıya koşturduğu” zamanlarda arkasındaki asıl gücün zamanın etkili bir emniyet müdürü olduğu söyleniyordu. Müdürün sola karşı “bin bir operasyon yaptığı” zamanlarda ender göründüğü yerlerden biriydi Galatasaray maçları. Futbolcularla da sıkı fıkıydı. Öyle ki eğlenceli iddialar dolaşıyordu ortalıkta. İmparator koşmayan futbolcuları Müdür’e bildiriyor, Müdür de kendisine bildirilen futbolcuyu koşmazsa vurup futbol hayatını bitirmekle tehdit ediyordu. İstersen koşma! GS’ın her futbolcusunun o dönem iki kişilik koşmasına makul bir açıklama!

Futbol kariyerindeki tek sapma kısa Fiorintina deneyi. 2000 yılına rastlıyor bu büyük transfer. Yani Abdullah Öcalan’ın yakalanıp Türkiye’ye teslim edilmesinden bir yıl sonraya. Bir süre İtalya’nın korumasında kalmış, bu olay Türkiye’de İtalya’ya karşı büyük tepkilere neden olmuş, İtalya bu tepkiyi yatıştıracak çareler aramaya başlamıştı. İddia o ki “imparator”un bir İtalyan takımına transferi İtalya tarafından bulunmuş o yaratıcı çarelerden biri. Zaten imparator orada fazla tutunamadı. Geride basın toplantılarında mafya edasıyla sarf edilmiş birkaç İtalyanca cümle kaldı.

Milan’a geçti oradan. Büyük başarı! Bu başarıyı Milan’daki öğrencilerinden Pirlo emekli olduktan sonra yazdığı kitabında yazdı. Şöyle dedi:

“Eline bir tebeşir alıp taktik tahtasına 11 daire çizerdi. Tahtadaki her daire sahaya çıkacak bir oyuncuyu temsil ederdi. Ancak konuşmanın ortasında taktik tahtası, çizdiği oklardan ve karalamalardan öyle bir hale gelirdi ki; hangi dairenin kimi işaret ettiğini anlamak imkânsızlaşırdı. Taktik tahtası, oyuncuları ve mevkileri birbirinden ayırmanın mümkün olmadığı karma karşılık bir hal alırdı. Kısacası tam bir kaos... Sadece kalecinin kendi pozisyonundan emin olabildiği bir kaos...

Toplantı sırasında bir daireyi işaret edip, ‘Costacurta, tam burada olman gerekiyor’ diye konuşmaya başlardı. Bir gün dayanamayıp, ‘Ama patron, o gösterdiğin dairenin biraz önce benim olduğunu söyledin, Costacurta değil ki’ demek zorunda hissettim.

Ancak şaka bir yana, taktik bilgisinin yetersizliğini ve tüm oyun planının takımı bağıra çağıra motive ederek, sahada iyi bir sonuç almamızı ümit etmek olduğunu anlamamız çok uzun bir süre almadı.”

İmparatorumuz budur. Taktik maktik bilmez ama ormanda her zaman yolunu bulur!

***

Ormana hâkimler ama yeşil sahaları zapturapt altına alamadılar bir türlü. AKP’liler büyük şehirlerdeki sahalarda gönül rahatlığıyla oturamıyorlar. Ya ıslıklanıyor, ya yuhalanıyorlar çünkü. Olmadı yüksek perdeden İzmir Marşı dinletiyorlar ki yürek dayanmaz. Onlar da maçları imkân oldukça taşraya taşıyıp, orada izliyorlar. Konya son yıllardaki gözde şehirleri.

Evet, Konya diye bir kent var ülkemizde. Gericiliğin kutsal şehri. Dinciye, yobaza, faşiste meyletmiş oldum olası. Ama nedense futbol seyircisinin psikolojisi daima bozuk. Yakın zamandaki iki akılda kalan eylemi önce Ankara’da bombalarla parçalanan bizim çocuklarımızı, sonra Paris’te bombalarla parçalananları ıslıklamak, yuhalamak. IŞİD gözde, PKK’dan hazzetmiyorlar. Önceki gün de İzmir marşı söyleyen Beşiktaş seyircisine de “PKK dışarı” diye karşılık verdiler. Onlar için kendileri gibi yobaz olmayan herkes potansiyel PKK’lı, bu görülüyor. Hoş PKK’lılara da “Ermeni” diye küfrediyorlar uzun zamandır. O hayhuy arasında iki kupayı müzelerine götürmeyi başardılar.

E boşuna dememişler “futbol sadece futbol değildir” diye. Bakın işte bizdeki futbol aynı zamanda AKP’nin arka bahçesi. Sarayın bir işaretine bakıyor her şey. Başakşehirliler durumu bildiği için “başkomutan” pankartı açtı geçen gün. Doğru. Başhakem de olur yakında, iner çalar düdüğü. Arda’nın aleyhine çalacak hali yok ya…

E “ben onu bunu anlamam, şikeydi, siyasetti boş dinlemem, illa izleyeceğim” diyorsanız buyurun AKP’nin ormanına. Ama dikkat edin kurtlar kapmasın sizi.

***

Bitirirken “İstanbul United” taraftarı olarak bir de tüyo vereyim izninizle:

Bu sene şampiyonluk yarışı Konya Işid Yurdu ile AKP Başakşehir arasında geçer. Yeni Osmanlı üçüncülüğe oynar.

Madem bundan sonra oyun bu, AKP’nin ormanında hiç işim olmaz diyenlerle laikler ligi mi kursak acaba?