Dardayım Aney

O da bizim Amy Winehouse’umuz sayılabilir pekala. Onun ölümü de, bu gerçekten başarılı İngiliz kadın şarkıcı gibi bir gün “mutlaka olacak” diye düşünülmüş bir ölümdü. Onunla “Titreyen şarkıcı” diyerek hafiften dalgasını geçenler bile bu titremelerin, bedenini mahveden uyuşturucudan kaynaklandığını bilirlerdi, bana sorarsanız.

Bilinmeyecek gibi de değildi ki. Londra’ya konser için geldiğinde tanıştırılmıştım Azer Bülbül’le. Bambaşka bir alemdeydi sanki. Boş gözlerle bakıyordu diye kalmış aklımda. Karşısındakine aldırmazlığından ya da onu önemsemediğinden değil, bakmak eyleminin artık iradesiyle gerçekleştireceği bir eylem olmaktan çıkmasındandı. Uyuşturucu böyle bir bela.

Ayıp değil, dinlemezdim. Ama davetli olduğumuz o konserde şarkılarını, atmosferin de etkisiyle belki, pek bir hoş bulmuştum. İtiraf edeyim, ruh halim de mi uygundu nedir, sevdim de hatta. Arabesk girecek damarı bulurmuş demek ki. Öğrendim. Sesi iyi midir, kötü müdür anlayamamışımdır. Ben böyle Araf’ta kalırım çoğu zaman. Hala, büyük hayranı olduğum Julia Roberts güzel midir çirkin midir karar veremedim, örneğin. Bu her iki kavramın da özelliklerini taşıyanlar vardır böyle.

Azer Bülbül şarkı söylemiyor da “imdat” istiyor gibiydi, buna tanık oldum o konserde. “Dardayım Aney” şarkısında bu çok bellidir. Ölüm haberini duyduğumda, bu şarkıyı bir kez daha dinledim. Notalarla dile getirilmiş bir imdat çığlığı neymiş, kavradım. Müthiş bir hayat. Kendini bitirmenin ilmini yapmak nasıl olurmuş Azer Bülbül’e bakmak lazım.

Bunca olgunun arasında çok mu önemli bu kayıp denirse eğer, “elbette önemli” derim. Ama, ifade ettikleri daha da önemlidir. Memlekette çoğunluk Azer Bülbül gibi yaşıyor çünkü. “Dardayım Aney” şarkısına sesini katan milyonlarca insan var bizim coğrafyamızda. İçinde bulunduğu “dar”dan çıkmak için kılını kıpırdatmak yerine, “feryat” etmeyi seçen milyonlarca insan yani. Azer Bülbül, işte bu insanların “çığlığıydı”. “Başaramadım” şarkısının sözleri, herkes tarafından yazılabilecek en büyük ortak güfteyi oluşturuyor. O nedenle bu şarkıyı kendisi yazmış sanacak o kadar çok insan var ki, hepsi Azer Bülbül’ü kendisinin “özel şarkıcısı” kabul eder bu yüzden. “Beni anlatıyor abi” cümlesini sık sık duyanlardanım.

“Fazla yaşamaz bu” dendiğini de duymuştum o akşam. O çevrelere yakın olanlar gazeteye her geldiklerinde buna benzer konular konuşulurdu. Katılıyorum, yaşamazdı gerçekten. Bir gençlik hatası, ölümü de bir genç ölüme çevirebilir çünkü. Uyuşturucudan hayatını kaybeden iki arkadaşım vardır ki, 30’unu zor gördüler. Hala gençler onlar. Azer Bülbül de “gençlik”te karar kıldı sanki. Sevenlerinin ruhuna “damar”dan giren bu “yaşam mağduru” üç damarı tıkalı kalbinin durmasıyla öldüğünde sadece 43 yaşındaydı.

Azer Bülbül gibi şahsiyetlerin arabesk yapmaktan başka şansları yoktur. Hayatları böyle çünkü. Müslüm Gürses için de aynısı geçerlidir. Annesi, babası tarafından öldürülen biri olarak Gürses’in arabeskten başka bir şansı olabilir miydi? Her arabeskçi böyle yaşıyor değil elbette, ama Bülbül de Gürses de, hem acının içinde doğmuşlardır, hem de kendileri acı doğurmuşlardır. Başka ne yapabilirlerdi?

Bizim memlekette, başı dertte olanlar, şu meşhur Hızır’ı değil, “anne”lerini çağırırlar hep. Azer Bülbül’ün dinleyicileri işte hep bu annelerini çağıran, ama birileri tarafından istenmediklerinde de “analarını alıp gitmeleri” istenenlerden oluşuyor. O birileri “beraber yürüdük biz bu yollarda” şarkısına daha bir meftundurlar. Bülbül gibi şarkıcılar ise, beraber yürüdükleri milyonlarca sınıfdaşları olduğu halde, dünyada yapayalnızmışlarcasına “annelerini” çağırıp durdular hep.

“Dardayım aney” lafı (da), bu “darda olma” durumunu inandırıcı bulmayanlarca işte başbakanın o meşhur cümlesiyle ters yüz edildi. Başbakan, -kızgınlıkla da olsa- zaten, “sadece” anneleriyle olabilmiş milyonlarca ezilmişe, yol arkadaşı olarak yine “annelerini” önermiştir. Hala gülerim aklıma geldikçe.

Başbakanın “beraber yürüdükleri” arasında Bülbül’ün dinleyicileri yoktur, seçmenleri arasında elbette onlar da var. O “beraber yürüme” durumundan kendilerine, “biz de oy verdik” diyerek pay çıkardıkları da düşünebilir. Oysa Başbakan’ın beraber yürüdükleri, gazete sahibi yaptıklarıdır, gemicik aldıklarıdır falan. Başbakan, her şeyden önce bir şeyleri başarmış adamdır. Bülbül’ün “başaramadım” şarkısından haberdar olmayışı bundandır.

Titreyen şarkıcı ha? Ölümü bile akıl almaz bir ihmalin sonucudur. Geceyi geçirdiği kadın, zevk dakikalarından sonra fenalaşan Bülbül’ü korkuyla odada bırakıp çıkarken, hiç değilse otel görevlilerine haber verseydi, hayatta olacaktı. Otel odasında “ölümüne unutulmak” arabesk bir yazgıdır.

Bu yazgıdan haberi vardı mutlaka. Değiştiremeyeceğine de herhalde inanmış olmalı. Yoksa genç bir adam, daha yolun başında “Yücelen, yükselen kişi” anlamına gelen, Moğolca’dan devşirme, Sübütay adını bırakıp Azer adını alır mı hiç? “Yüceleceğine” inanmamıştır çünkü. Çünkü o da “ben doğarken ölmüşüm” diyenlerdendi.

Sonuçta bu “damar” arabeskçi, kendi “damarının” ihanetine uğrayıp gitti bu dünyadan. “Dardayım aney” diyen o büyük koro, çabalarsa bir şeyler başaracağını hiç düşünmeden, “başaramadım” diye çığlık atmaya devam edecek.

Arabesk budur işte.

Sevenleri bağışlasın ama arabesk işte budur. “Damardan” girer, damardan çıkar. Ama yolu asla “akıldan” geçmez.

Huzur içinde uyusun Azer Bülbül.