Çarlık Rusyası Kürtlere Lenin'den daha mı iyi yaklaştı?

DÜNYA SOLA DÖNÜYOR - RUSYA ve ESKİ SOVYET CUMHURİYETLERİ yazıları

Fırat Haber Ajansı'na (ANF) konuşan Ermenistanlı Kürdolog Wezire Eşo “Kürdistan’a giden Rus aydın ve araştırmacıların Kürtler hakkında önemli araştırmaları var. Özellikle Çarlık Rusyası’ndan gidenler Kürtler hakkında olumlu izlenimler yazmışlardı. Ancak Ekim Devrimi'nden sonra kemalistler ile Lenin arasında imzalanan işbirliği anlaşması ile bu durum değişti. Bu Türkiye’nin NATO'ya girişine kadar sürdü. Türkiye NATO’ya girince Rusların Kürtler hakkındaki görüşleri de değişmeye ve olumlu bakmaya başladı’’ demiş. Ajans Eşo'nun şu sözlerini başlık yapmış: “Çarlık Rusyası Kürtlere Lenin'den daha iyi yaklaştı”.

İlginç değil mi? Lenin, Kemalistlerle anlaşma yapınca otomatikman Kürt düşmanı oluyor! Öyle ki çarlık araştırmacıları ve memurlarından bile daha kötü bir adam oluyor! Bu insafsızlık karşısında öfkeye kapılmamak elde mi! Eşo'nun sözlerinde az doğru ile çok yanlış iç içe geçmiş durumda. Çarlık dönemi araştırmacılarının Kürtler hakkında önemli araştırmalar yapmış olduğu doğrudur. Ancak bunların Kürtler hakkındaki izlenimleri çoğu zaman olumlu değildi. Hele Çarlık Rusyası bürokrasisinin Kürtlere yaklaşımı asla olumlu değildi. Bunu aşağıda göstereceğim. Lenin'in Kemalistlerle anlaşmasını da belki bazı açılardan eleştirmek mümkün ama bizim sözde Kürdolog sapla samanı birbirine karıştırıyor. Habere göre Eşo şöyle diyor:

“Ailem Kars bölgesinde yaşıyordu. Kars 1. Dünya Savaşı'nda Rusya İmparatorluğu'nun sınırlarına girmişti. Bilindiği gibi Rusya, Lenin’in Ekim Devrimi'ni gerçekleştirmesinden sonra savaştan çekildiğini ilan etti. Kazım Karabekir Rusların savaştan çekilmesini fırsat bilerek Kars’ı geri almak için saldırdı. Bu dönem bazı Ezidi Kürtleri de Ermeni katliamına benzer katliamlardan korkarak, geriye kalan bazı Ermeni aşiretleri ile birlikte Erivan ovasına göç etti. Bu Kürtler Elegez’de Ezidi Kürt köyleriyle karşılaşırlar. Ama bir dönem Osmanlı orduları hızlarını alamayıp bu bölgelere de saldırınca ailemde buradaki Kürtlerle birlikte Tiflis’e gitmek zorunda kalmış.”

Bizim Karslı “Kürdolog” daha Kars'ın ne zaman Rusya'nın eline geçtiğini bilmiyor! Güya Kars 1. Dünya Savaşı'nda Rusya'ya dahil olmuş! Oysa gerçekte Kars daha 93 harbinin sonunda yani 1878'de Rusların eline geçmişti. İşte böyle en temel tarihsel olgulardan bihaber bir sözde Kürdolog Lenin'e ve Stalin'e kara çalıyor. Be adam sen git önce dersini çalış! Kazım Karabekir'in saldırısının sorumlusu neden Lenin oluyor? Lenin savaştan çekilmese miydi? Kemalist Türkiye ile değil de Taşnak Ermenistan ile mi anlaşsaydı? Başka bir seçenek mi vardı? Kürtler cumhuriyet kuruyordu da Lenin mi engel oldu? Acaba Ermenistan'da Sovyet hükümeti değil de Taşnak hükümeti baki olsaydı Kürtlere daha mı iyi davranacaktı? Kürtlere radyo ve gazete mi açacaktı? Reya Teze gazetesi ve Erivan radyosunun Kürtçe bölümü bir dönem kapandıysa bunun sorumlusu neden Stalin oluyor? Ermenistan'daki yerel yöneticiler neden olmuyor? Stalin'in başka işi yoktu da Kürtlerin radyosuyla mı uğraşacaktı? İlk Kürt romancısı Erebê Şemo'nun ilk Kürtçe romanı (Şivane Kurmanca) 1935'te Sovyet Ermenistan'ında yayımlanmadı mı?

Eşo türünden adamlar Sovyet zamanında herkesten çok Lenin (1953'e kadar da herkesten çok Stalin) dalkavukluğu yaparlardı. Şimdi devran değişti bunlar da değiştiler. Kürt sosyalist dostlarımızın bunlara itibar etmemeleri gerekir. Gelelim çarlık Rusyasının Kürtlere yaklaşımına. Bizim Kürdolog Karslı olduğuna göre ben de örnekleri bizzat Kars'tan seçeceğim. Kars'ın ilk Rus valisi Tümgeneral Viktor Antonoviç Frankini'nin Rus çarı 2. Aleksandr'a sunduğu 1879 yılına ilişkin yıllık raporundan Karslı Kürtler hakkındaki görüşlerini hiçbir yorum katmadan aynen çeviriyorum:

“Kars vilayetinde yaşayan Kürtler bizim Güney Kafkasyalı Kürtlerle aynı niteliklere sahipler. İdari bakış açısından, bu yarı vahşi kabileden daha çok rahatsız edici ve aynı zamanda daha az yararlı bir şey tasavvur etmek zordur. Hiçbir şekilde yerleşik hayata geçmiyorlar, sürekli göçebe yaşıyorlar ve hayvancılıkla uğraşıyorlar. Onları yönetmek çok zor, belli bir noktada yaşamıyorlar, bir yerden ötekine kaçıp duruyorlar, yasal mülkiyet haklarına hiç dikkat etmeksizin en iyi otlakları teklifsizce işgal ediyorlar, üstelik bir de devamlı soygunculuk yapıyorlar ve genelde olağanüstü disiplinsiz bir güruhu temsil ediyorlar...”. (Godovoy otçet voennago gubernatora Karsskoy oblasti o sostoyanii vverennoy yemu oblasti za 1879 god, Kars, 1880, sf. 48.)

Şimdi de Kars valisi Tümgeneral Pyotr İvanoviç Tomiç'in 1888 yılına ait yıllık raporundan Kürtler hakkındaki görüşlerini verelim. Aradan yıllar geçmiş, çar değişmiş, Kafkasya genel valisi değişmiş, Kars valisi değişmiş, bakalım Kürtler hakkındaki resmi görüş değişmiş mi?

“Kürtlerde, eğer kötü korunmuş ise başkasının malından yararlanma eğilimi doğuştan gelen bir niteliktir: onlar doğası gereği hırsızdırlar göçebe hayat onlara sürekli ordan oraya dolaşma tutkusu aşılamıştır, bu arada bir şeyden yararlanmak fırsatını asla kaçırmazlar. Öteki yerli kabilelerden daha az gelişmişlerdir, düzenbazlığa eğilimlidirler ve en küçük bir güvene layık değildirler....” (Vsepoddanneyşiy otçet o sostoyanii Karsskoy oblasti za 1888 god, Kars, 1890, sf. 19).

Şimdi de çarlık döneminin bir Rus araştırmacısını görelim. Kürtler hakkında yazan birçok Rus araştırmacısı gibi o da bir kurmay subay: Kafkasya ordusu genelkurmayından Albay Helmitskiy. 1893'de Kafkasya genel valiliği ve Kafkas ordusu başkomutanlığının yayımladığı kitabında Kürtler hakkında şöyle yazmış:

“Ahlaki açıdan Kürtler vilayetin pek kötü bir unsurunu teşkil ediyorlar – hırsızlık onlarda günah sayılmıyor ve eğer kötü yerde duruyorsa hiçbir zaman başkasının malını kullanma fırsatını kaçırmıyorlar. Haydutlar Kürtler arasındaki nadir bir vaka değildir, bu haydutlar serbestçe sınırı geçiyorlar, bazen bizde bazen Türkiye'de saklanıyorlar, bu nedenle onları yakalamak çok güç, haydutlar kabiledaşları arasında özel bir saygı görüyorlar. Bu kabileler haydutlara gönüllü bir biçimde yataklık ediyorlar ve şimdiye dek idarenin hiçbir tehdidi onları haydutları teslim etmeye zorlayamadı, bu arada bu özellik genelde hemen bütün Müslümanlara özgü.” (P. Helmitskiy, Karsskaya Oblast, çast 2, otdelı II i III, Tiflis, 1893, sf. 31-32.

Bu örnekler çarlık dönemi için istisnai değil, tipik örneklerdir. Daha fazlasını da gösterebilirim ancak o zaman bu makale maksadını aşar. Hodri meydan! Çarlık araştırmacıları ve memurlarının Kürtlere olumlu baktığını iddia edenler buyursunlar kendi örneklerini göstersinler! İsteyene buradaki kaynakların Rusça aslının ilgili kısımlarının kopyasını elektronik posta ile gönderebilirim.

Afganistanlılar: Rusya'ya karşı savaştığımız için pişmanız!
Geçen Perşembe gecesi geç bir saatte TRT Türk'ü izlerken ilginç bir habere rastladım. İstanbul'daki Türk-Afgan Dostluk Konseyi'nin bazı Afganistanlı üyeleri ile röportajlar vardı. TRT her zamanki gibi Sovyetlerin Afganistan'ı “işgalinden” söz ediyordu. Ama bu sefer her zamankinden farklı olarak Amerikan işgalinin daha kötü olduğu temasını işliyordu. TRT'ye konuşan Türkiye'de yaşayan bir Afganistanlı özetle şöyle diyordu: “Afganistan'da şimdi halk Ruslar zamanını özlüyor. Ruslar kimsenin namusuna göz dikmediler. Amerikalılar altıdan altmışa her yaştan kadına tecavüz ettiler. Halk Ruslara karşı savaştığı için şimdi pişman”. Evet aynen böyle! Afgan halkı pişman! TRT'nin bu görüşleri yayımlaması doğrusu inanılmaz bir şey, nasıl olduysa yayımladı. Belki de gözlerinden kaçtı.

Afganistan halkı malesef ektiğini biçiyor. Açık söyleyelim sadece Afgan egemenleri değil, sıradan Afgan halkı da suçludur. Sovyet ordusu Afganistan'a işgal için değil, Afgan devrimci hükümetinin ısrarlı istekleri sonucunda hükümete yardım için gelmişti. Hükümet eşkıya ile savaşta yetersiz kalmıştı. Sovyet ordusu Afgan halkına doktor, hemşire ve öğretmen getirdi. Kadınlara insan haklarını öğretti. Sivil halka zarar vermemek için büyük maliyetleri ve kayıpları göze aldı. Oysa din tüccarı ve aynı zamanda silah ve uyuşturucu tüccarı satılmış Amerikan uşağı gerici “mücahit” takımının beyinlerini yıkadığı Afgan halkının önemli bir bölümü Sovyet ordusuna karşı savaştı. Başta ABD emperyalizmi olmak üzere dünya gericiliği Afganistan'da talibanı, toprak ağalarını ve uyuşturucu baronlarını besledi. Bu beslemeler daha sonra emperyalizme de kafa tutmaya başladılar. Ancak dinsizin hakkından imansız gelir misali ABD emperyalizmi Sovyet ordusunun 10 yılda “mücahitlere” attığından daha fazla bombayı bir ay içinde mücahit sivil demeden Afganların kafasına yağdırdı. Şimdi ise o da iflas etmiş durumda. Arada ne yazık ki olan Afgan halkına oldu.

Stalin 130 Yaşında!
Dün büyük önder İosif Cuğaşvili Stalin'in 130. doğum yıldönümü idi. Stalin Rusya'da ve tüm dünyada antifaşistler, yurtseverler ve sosyalistler tarafından anıldı. Rusya'da yüzyılın en büyük yağmasını gerçekleştirip milyarlarca dolarlık kamu servetini ele geçirmiş olan hırsızlar çetesinin elindeki devasa dezenformasyon makinesinin bütün çabalarına karşın tüm eski Sovyet halklarında Stalin'e karşı saygı ve özlem artmaya devam ediyor. Bu öylesine bariz bir hal almış durumda ki oligarşik yalan makinesi artık bu olguyu doğrudan reddedemiyor, onun yerine daha ince manipülasyon yollarına başvuruyor.

Rusya'da son 20 yılda nüfusu 10 milyon azaltıp, 100'den fazla dolar milyarderi yanında bir milyon fahişe ve milyonlarca işsiz yaratmış olan iğrenç kapitalist rejimin çapsız yöneticileri elbetteki Stalin'i sevmeyecekler. Oligarşinin satılmış piyonları elbetteki Stalin'i sevmeyecekler. Sosyalizmden kaçışın bahanesini Stalin yapmak isteyen dönekler elbette ki Stalin'i sevmeyecekler. Bunların Stalin'e düşmanlığı bizi sadece sevindirir. Fakat mesele şu ki samimi sosyalistler arasında da Stalin hakkında olumsuz fikre sahip azımsanmayacak sayıda insan var. Bu dostlarımızı ikna etmek için sabırla çalışmaktan başka çare yok. Olguları, sayıları, arşiv belgelerini soğukkanlı bir şekilde ortaya koymak gerekiyor. Kuşkusuz bunu tek bir yazıda değil her vesileyle yapmak gerekiyor. Yine kuşkusuz biz sosyalistler Stalin'in hatalarını da eleştirebiliriz ve eleştirmeliyiz. Ancak Türkçedeki güzel deyişle yiğidi öldürelim ama hakkını yemeyelim!

Biz Türkiyeli sosyalistlerin bir şanssızlığı da bizdeki “Stalinistlerin” dahi Stalin'i kaba saba ve despotik bir adam olarak tanıtmaları oldu. Bir zamanlar birçoğumuza esin vermiş olan Yalçın Küçük dahi Stalin'in eğitim ve kültür düzeyini belirtmek için “imam-hatip lisesi 2. sınıftan terk bir adamdır” şeklinde bir söz etmişti. O zamanlar buna inanmıştım. Meğer ne büyük bir yanılsama imiş! Aradaki tek benzerlik Stalin'in devrimci faaliyeti yüzünden papaz okulundan atılmış olması. Oysa entelektüel düzeyine baktığımızda Stalin'in bugünkü Boğaziçi mezunlarından ve nice profesörden daha üstün olduğunu görüyoruz. Nereden mi görüyoruz? Okumuş olduğu kitaplardan ve onunla sohbet etmiş olan edebiyatçıların, subayların ve teknik uzmanların anılarından. Stalin ana dili Gürcüce yanında Rusça biliyordu, Almanca okuyordu. Bolşevik partide onca teorisyen varken ulusal sorun üzerine o yazmıştı. Her gün yüzlerce sayfa kitap, makale, rapor okuyordu. Tarımdan metalurjiye, fizikten dilbilime her konuda ölene dek her gün okudu. Onunla konuşan teknik uzmanlar Stalin'in kendi alanlarına ilişkin ciddi bilgileri olduğunu görüp şaşırıyorlardı. Konuşmalarında kullandığı metaforlar klasik Rus edebiyatına hakim olduğunu gösteriyor. Stalin'in kişisel kütüphanesinde en az beş bin kitap bizzat kendi eliyle aldığı notlarla dolu.

Yanılmıyorsam Churchill'in deyişiyle Stalin kara sabanla devraldığı Rusya'yı atom bombasıyla devretti. Şimdiki Putin ve Medvedev türü siyasi cüceler göstersinler bakalım neyi başarmışlar?

Rusya'da şimdilerde garip bir tür “Stalinizm” daha var. Rus ulusalcıları Stalin'i sosyalist kimliğinden soyutlayıp sadece bir devlet adamı, Rusya'nın gücünü ve sınırlarını genişletmiş bir önder olarak görmek istiyorlar. (Hani bizim sağcıların şimdilerde Nazım Hikmet'i komünist kimliğinden soyutlayıp sadece bir şair olarak görmek istemeleri gibi). Bunlara göre Marx ve Lenin Rus düşmanı kötü adamlar ve Yahudilerin oyuncağı olmuşlar, oysa Stalin güya Rus devletini Yahudilerden de temizlemiş! Bunlar çoğu zaman Stalin'i Büyük Petro'ya benzetiyorlar.

Esasen bu türden “Stalin dostlarına” en iyi yanıtı zamanında Stalin vermiş. 1931 yılında Stalin ile röportaj yapan Alman yazar Emil Ludwig şöyle bir soru sormuş: “Büyük Petro ile aranızda bir paralel görüyor musunuz? Kendinizi onun başlattığı işin sürdürücüsü olarak görüyor musunuz?” Stalin'in bu soruya yanıtı gayet nettir: “Asla. Tarihsel paraleller her zaman risklidir. Bu örnekte anlamsız.” Ludwig ısrar eder: “Ama Petro ülkesinin gelişimi için, Rusya'ya Batı kültürünün gelmesi için çok şey yaptı”. Stalin: “Evet, elbette Petro toprak ağaları sınıfının yükselmesi ve doğmakta olan tüccar sınıfının gelişimi için çok şey yaptı. Toprak ağaları ve tüccarların ulusal devletinin kurulması ve güçlenmesi için çok şey yaptı. Benim hayatımı adadığım görev ise başka bir sınıfın, yani işçi sınıfının yükselmesinden ibarettir. Bu görev herhangi bir “ulusal” devletin değil, sosyalist yani enternasyonalist bir devletin güçlendirilmesi görevidir. Böyle bir devletin güçlendirilmesi tüm uluslararası işçi sınıfının güçlenmesine hizmet eder. Benim çalışmamın her bir adımı işçi sınıfının durumunu güçlendirmeye ve iyileştirmeye yönelik olmasaydı hayatımı amaçsız sayardım.”

Öte yandan Rus ulusalcılarının bazı tezlerine katılmamak elde değil: SSCB'nin kuruluşunda Lenin'in değil Stalin'in tezi kabul edilmiş olsaydı SSCB böyle kolayca dağılmayacaktı. Çünkü Stalin'in modelinde ayrılma hakkı olan cumhuriyetlerin bir birliği değil, Rusya federe cumhuriyeti içinde özerk cumhuriyetler kurma düşüncesi vardı. Zaman Stalin'in haklı olduğunu gösterdi.

[email protected]