Bu Kadarı Fazla… mı?

Şiddetin kalıpları kırdığını görüyoruz. Üçüncü sayfa haberlerinin şiddet esaslı türü taşmış, bütün gazeteyi istila ediyor.

Korucu, aile, töre, ayin, kaza, milliyetçilik, mayın, operasyon ölümlerinin tümünü aynı kaba koymak doğru olmaz. Her birinin farklı bir nedenselliği, bağlamı vardır çünkü. Üstelik her biri, bir kez gerçekleştikten sonra farklı biçimde yönlendirilmektedir.

Korucu cinayetleri Kürt barışı projesinin bir parçası olarak "koruculuk sisteminin eleştirisi ve değiştirilmesi"ne eklemlenmiştir. Aşk cinayetleri toplumda muhafazakârlığı derinleştirmek için değerlendirilmektedir. Başka türler daha doğrudan bir dinselleşme çağrısıyla taçlanmaktadır. Velhasıl bunların bir açıdan bakıldığında gerçekten birbirleriyle alakaları yoktur.

Zaten bunca kanın komplolara sığdırılması da anlamlı bir çaba olmayacaktır... Gerçi solu toplum mühendisliğiyle eleştirenlerin, her cinayetin ardından muazzam bir toplumsal biçimlendirme operasyonunun da düğmesine bastıklarına işaret etmeden geçilmemelidir. Sol toplumu anlamaya çalışır ve değiştirmek için mücadele eder. Bunlar kendilerini dizayn ustası ilan etmiş bulunuyorlar.

Türkiye zaten bir şiddet toplumudur, deyip de geçilmemelidir. Ülkemizin 1970'lerin ikinci yarısında bir dizi katliama sahne olduğu, şok edici suikastların gerçekleştirildiği doğru. O zamanlar şiddet toplumunda ölüm, her sabah gazete haberleri arasında gezip kaç kişi eksildiğimizi hesaplamaya bağlanmıştı. Ancak bu şiddetin toplumu derinden etkilemesine (örneğin darbe beklentisini körüklemesine) karşın, toplumun bütününün kendini içinde hissetmediği marjinal siyasal bir ekseni olduğu, ve bir mücadelenin parçası olduğu unutulmamalıdır.

Şiddetin diğer örneği Kürt savaşından alınabilir. Ancak burada da mücadele ve siyaset öğesi vardır. Yine toplumun ağır biçimde etkilenmesine karşın, olayın esasen OHAL'de geçtiği yolunda, marjinalleştirici bir algı varlığını korumuştur.

Bugün siyasal cinayetler bile çürümenin parçasıdır.

Birileri bütün köyü öldüremedikleri için hayıflanmaktadır. Hepsi ölse sorun da olmayacaktır çünkü.

En gaddar ve sapıkça cinayette suçun önemli bir payını maktule ve onu kollamayan ailesine ayıran yaklaşım bir yandan devletin bir kolunun resmi görüşü olarak ortaya konmakta, diğer yandan çürümüş lümpenlik konu üstünden kendi fanatizmini oluşturmakta ve zanlıya sahip çıkmaktadır...

Evet, bütün bunlar çürümenin dik alasıdır ve toplum "bu kadarı da fazla" diye hissetmektedir her gün.

Ancak kanın biricik çıktısının bu olduğu sanılmamalıdır.

Türkiye toplumu geçmişten beri hep haşır neşir olduğu şiddetle yatıp şiddetle kalkmaktadır. Sanki birileri genetik kodlara güvenmeyip aşı üstüne aşı yapmaktadır!

Kuşkusuz ortada komplo değil başka şey vardır. Çürüme kan salgılamaktadır, ama bu salgının bütünsel sonuçları da olmaktadır. Tekil vakaların üstüne bina edilen manipülasyonların ötesinde, ortada Türkiye'nin kazandığı bütünsel bir yön de vardır.

Bana kalırsa, Türkiye toplumu şiddetin yıkıcı ölçülerde kullanılmasına süratle alışmaktadır. Yakın dönemde egemen güçlerin iki büyük ölçekli şiddete ve bunlara toplumun büyük tepki vermemesine alıştırılmasına ihtiyaçları olacak.

Birincisi, Kürt sorunu veya "çözümü", ya da benim geçenlerde önerdiğim tabirle Kürt tasarımı'dır. Bu alandaki değişimin kanla sulanacağı kesindir ve bu kanın ülkenin tamamını boğmaması için çürüyen zemine en uygun ilaç "kanıksama"dır.

İkincisi, Büyük Ortadoğu'dur ve Amerikan İslamcısı dışişlerinin, sünepe ve içe kapalı kemalizmin tarihsel alternatifi olarak kan dökme riskini alacağı kesindir. Yoksulların para için silah kuşanmaya hazır olmaları bir koşuldur. Bir de, şiddetin kanıksanması gerekir.

Galiba, "bu kadarı" daha bir şey değildir...