Pıçaklı bir fenomen: Baattin

Geçmişte Uykusuz mizah dergisindeki ünlü Fırat tiplemesi üzerinde yazdığımda, bana neden Sümüklü Baattin tiplemesine değinmediğim sorulmuştu. Ben de onu tek bir yazıya saklıyorum demiştim. Geçen yazılarda Gezi dili üzerinden olumlu sinizmden bahsetmişken artık Baattin’e de gelmiş olduk sanırım.Uğur Gülsoy’un yarattığı Fırat tiplemesi elinde salçalı ekmekle dolaşan, terliği kamyona çeviren, bir zamanların “kısıtlı oyuncaklarla” geçen yaratıcı bir çocukluğu özlüyordu her zaman. “Bununla ben bişiy yaparım” cümlesi, bugün Gezi’de dahil genç kuşağın sevdiği bir lakırdıya dönüşmüş durumda. Fırat, yoksul bir çocukluğu büyük bir gerçekçilik ve ironiyle okuruna iletiliyordu. Fırat birçok mahalleli tip ile çocuksu maceralarını yaşayordu. Bu yan tipler içinde biri var ki, neredeyse Fırat gibi ana kahramana dönmüş durumda. Sosyal medyada sürekli türedi esprileri ve caps’leri dağıtılan Baattin tipinden söz ediyorum. Baattin, Fırat’ın üst ya da aşşağı mahalleden arkadaşıdır. Kulak arkasında sigarasıyla hepimize tanıdık gelen erken ve ergen bir tiryakiliği vardır. Ayaklarında ikinci el amcalardan miras yumurta topuk ayakkabısı ile geleceğin mahalle kabadayısıdır bir bakıma. Fırat’ı sigaraya alıştırma girişimleri, hepimize tanıdık gelecektir. Çünkü bu merete başka türlü de başlanılmaz azizim. Fırat’ın mütevazı apartman çocukluğuna karşı Baattin yoksulluğun dibinden gelmekte ve sınıfsal karşılaştırmaları diyaloglarına meze yapmaktadır sık sık. Büyüklerine özenmenin va askerdeki lise terk abisinin getireceği taramalı tüfeğin hayaliyle yaşamaktadır büyümüş de küçülmüş kahramanımız. Çocuksu ve sevimli dayılanmalarına sınıfsal bir hınç eşlik eder. Bu hınç şiddete gebedir bir bakıma. Onun en ünlü repliklerine Adanalı jargonuyla Pıçaam sözü rengini verir. Onun gözünde pıçak son sözü söyler ve lafla peynir gemisinin yürümeyeceğinin pratik karşılığını verir. Baattin Fırat’ın ya da başka masum mahalle veletlerinin karanlık yüzünün muştusunu da verir bütün samimiyetiyle. Bir inançsızdır Baattin büyük lafların, ince sözlerin, yoksulluğunu ve özlemlerini çözemeyeceğini bilir. Masumiyet çok geride kalmıştır onun için. Akıl yaşta değil güçtedir anlayacağınız. Erken büyümek zorunda kalmış yoksul bir çocukluğun, lise terk komilerin, küçümsenen son ütücü, overlokçu Apaçilerin dünyasından buğulanan bir özlemler yumağıdır. Baattin’in delikanlı ve şiddete gebe itaatsiz inançsızlığıydı kolej çocuklarını kendisine çeken biraz da.

Türkiye mizah dergiciliğinde, masum mahalle veledi çoktur. En ünlülerinden biri olan Gırgır’ın Avni’sinden Fırat’a, kocaman bir ailedir çizgi çocuklar. Fakat hırt kahramanlar da eksik değildir. Yani anti kahramanlar. Hatta 1990 sonrası mizah biraz da buradan yeşermiştir bile denebilir. Bunu ilk örneklerinden biri 1980’li yılların Gırgır’ındaki Eşşek Herif tiplemesiydi. Bugün çok farklı bir yerde duran Hasan Kaçan’ın yarattığı tipleme, bir kırılmaydı gerçekten. Avni’nin idealize ve saf mahallesine karşı çok gerçekçi bir mahalle çiziyordu Kaçan. Dolapdere-Kasımpaşa arasında ağdalanan çetin bir dünyaya göz atıyordu. Eşşek Herif çingeneler, işsiz ve küfürbaz babalar, köylü Memed’ler arasından değişen İstanbul’u çiziyordu. Geçen yazımda değindiğim alt sınıf direnme mekanizması metis ve üç kağıda yakın kahramanlardı bunlar. Yine başka bir tipleme Apartman Canavarı Suphi’ydi. Gırgır’dan kopan Limon ve Leman dergisinin kurucularından Mehmet Çağçağ’ın yarattığı Suphi tam bir apartman çocuğuydu. 1980’li yılların fırsatçı dünyasında değişen mahalleyi de okumaya çalışıyordu Çağçag. O ne Avni’nin ahşap Osmanlı artığı mahallenin ne de kentin çeperlerinde büyüyen varoşların çocuğuydu. Suphi, 1970’li yıllardan beri artan apartmanlaşmanın dünyasından bakıyordu dünyaya. Hırt ve kötücül kahramanlar derken her ne kadar çocuk olmasa da Can Barslan’ın Limon ve Leman dergisindeki efsanevi kahramanı Hain Evlat Ökkeş’e değinmeden olmaz. Absürd mizahın öncüsü Barslan, anne ve nenesiyle yaşayan işsiz, asalak, onlardan sürekli para sızdıran şiddet uygulayan kötü bir kahraman yaratmıştı. Ökkeş’in dünyası, bulvar gazetelerinin üçüncü sayfalarına teğet dolaşıyordu anlayacağınız ve seksenli yılların ahlak anlayışıyla hesaplaşıyordu. Yine de bu kahramanlar uzak değildi okuyucuya hemen herkesin içindeki insani olumsuzluklarla yüzleştirmesiyle de samimi bir anlayışa yaslanıyordu. Yani sıradan kötülük!

İşte Baattin bütün bu geleneği 1980 ve 90 doğumlu gençlerin dünyasına taşıyordu çekici sevimliliğiyle. Kıçına bastılan sivri kunduralar, kulağa sıkıştırılmış bir dal sigarayla (ya da cigara) samimiyetsizliğin ince bir selefon gibi kapladığı aşşağı mahallede geziniyordu. Baattin çok kısa sürede Baattin adını alarak kollektifleşiverdi sosyal medyada. Yüzlerce insan Baattin görselleri üretiverdi. Caps adı verilen bu kolajlar, büyük bir tahammülsüzlüğü billurlaştırıyorlardı. AKP’nin kızlı-erkekli sıkıştırmaları ve Gezi’nin verdiği dinamizm Baattin üretimlerini de arttırıverdi. Bütün bu görsellerde sınıfsal bir rahatsızlığı, dışlanmışlığı ve çocukça yaşama isteğini görmek zor olmasa gerek. Baattin, her gün monitörlerimizden gürlemeye devam ediyor.

Karpuz kabuğundan eleştiriler yazmak
Ahmet Uluçay, Türkiye sinemasında özgün bir yere sahip. Kütahya’nın bir kasabasında sınırlı imkanlarla çektiği düşsel filmler, sinemamızın nadir örnekleri arasına giriverdi. Karpuz Kabuğundan Gemiler Yapmak filmi kasabalı çocukların büyülü feneri ile dünyayı aydınlatmasının hikayesiydi biraz da. Onun deyimiyle sinema ya da Gımıldak hayatı güzelleştiriyordu. Uluçay, sinemanın büyük şehrin dışında da yapılabileceğini göstemişti kısacık yaşamında. Sinema entelektüel barlarında yoğun sigara dumanları arasında sahiplenen bir şey olmaktan çıkmıştı bu taşralı güzel berberle. Ne zaman sinema eleştirmeni Ercan Dalkılıç’ı okusam Uluçay’ı düşünmeden edemiyorum. Dalkılıç Manisa’nın Akhisar ilçesinden günü gününe sinema eleştirisi yapmayı sürdürüyor. O sinema eleştirisinin sadece İstanbul’da yapılmayacağını gösteriyor bize. Festivalleri zamanında takip ediyor, editörlüğünü yaptığı Tersninja sitesine katkı vermeyi sürdürüyor. Birgün, Aydınlık ve soL’da zaman zaman eleştirler yazan Ercan, sinema eleştirisini kesif bir duman gibi sarmalayan lobilerin çok ötesinde sakınmadan eleştirilerini döktürüveriyor. Yani sinema gibi sinema eleştirisi de İstanbul dışında yapılır diyorsanız, bu eleştirmeni takip edin derim. Orada Uluçay’ın güzelliği var çünkü.