Siyasette psikolojik üstünlük çok mu önemli?

PsikesoL Kolektifi, Erdoğan'ın etrafında yayılan "psikolojik üstünlük" halesinin referandum süreci ile birlikte ne durumda olduğuna ve siyasette psikoloji üzerine soruları yanıtladı.

Ahmet Çınar

Referandum sürecinde sona yaklaşıldıkça siyasetin yerini psikolojik denebilecek olaylar alıyor. Örneğin geçtiğimiz haftalardaki Hollanda krizi gibi. Ya da birkaç gün önce Erdoğan’ın muhalefet çadırını ziyaret etmesi gibi. Kimi kesimler tüm olan bitenleri “iktidarın planlı eylemleri” olarak görürken meseleyi bir de ruh sağlığı çalışanlarından oluşan PsikesoL Kolektifi’ne sorduk.

Kolektif soL’un zaman zaman görüşlerine başvurduğu psikiyatristlerden ve psikologlardan oluşuyor. Uzun yıllardır siyasi mücadelenin içinde olan Kolektif üyeleri şimdi kendi alanlarındaki birikimlerini siyasetin olanaklarıyla buluşturmak ve uzun yıllardır liberal söylemlerin etkisinde kalmış olan kendi meslek, düşünce alanlarına müdahale etmek için kolları sıvamış durumda. Söyleşilerimiz referanduma kadar önümüzdeki iki hafta boyunca toplum psikolojisi ve hâlleri üzerine devam edecek.

Son iki aylık referandum süreci düşünüldüğünde akıllara psikolojik üstünlük çok mu önemli sorusu geliyor? Ne dersiniz? Erdoğan gibi zor bir kişilik psikolojik üstünlüğü ele mi geçirdi? Yoksa...
Siyasi ve toplumsal süreçler düşünüldüğünde psikolojik üstünlük denen hâl elbette önemli. Tarih uygun bir nesnellikte moral üstünlüğün, inanmışlığın neler başarabileceğinin çeşitli örnekleriyle dolu. Tersi de geçerli. Yılgınlık ve umutsuzluk, yani psikolojik olarak kaybetmiş olmak da bir çok sürecin sonucunu etkiliyor. Bu nedenle psikolojik üstünlük kesinlikle önemli. Bakın, meselâ uzak ihtimal ama, siyasi iktidar çeşitli oyunlarla referandumdan zaferle çıktı diyelim. Bilin ki, şu an topluma sirayet etmiş olan havaya bakacak olursak bu bir Pirus zaferi olacaktır. Toplumun geniş bir kesimi tarafından meşru kabul edilmeyecek. Çok belli. Örneğin iktidar solu 2010’daki gibi paralize edemedi. Ne değişti diye bakarsak, ekonomiden siyasete bir çok parametrenin yanı sıra psikoloji dediğimiz genel hâlin de değiştiğini görebiliriz.

Anlıyorum ama referandum sürecinde sanki iki evre yaşadık. İlk başlarda tedirgin bir "hayır" baskınlığı vardı. Sonra da Hande Fırat meselesinden sonra Erdoğan etrafını derledi toparladı. Ardından da Avrupa krizi geldi.
Erdoğan için sorunu kendi tabanının psikolojik bütünlüğünü korumak olarak tartışabiliriz belki. Artık bu birliktelik ideolojik, siyasi vs. değil; daha çok günlük ve ultra-pragmatik. Öyle olunca da psikolojik dinamikler ile tartışılabilir halde. Zaten tabanı dışındaki kitle tamamıyla gözden çıkarılmış ya da kendi tabanına yönelik mesajların aracısı olarak işlevlendirilmiş durumda. Avrupa krizi de öteki üzerinden berikini toparlama çabası. Keza “Karargâh Rahatsız” başlığına verilen tepki de öyleydi. Kendi tabanının kaygı kodlarını kaşıyan; dışarıdan bakıldığında komik görünse de kaygıyla yaklaşıldığında gülünemeyen krizler. Bir nevi psikolojik tahakküme çekildiler. Kitlesine seslenen ideoloji bile değil artık yani.

Psikolojik üstünlük kurmaya çalıştığı toplam sadece kendi tabanı mı? Yoksa "Tehdit altındaki Türk devleti" ve "mazlum İslam dünyasının sözcüsü olma" retoriğinin geniş bir alıcısı var mı?
Açıkçası Türkiye farklı gerçeklikler dünyasında yaşıyor ve durum iyiden iyiye psikotik bir hâl almış durumda. Geçtiğimiz hafta Ali Ağaoğlu’nun BBC için yaptığı, ayarladığı şova denk geldiniz mi bilemiyoruz ama bir oraya bakın, bir de Türkiye’ye. O şovda görünen, kendini gösteren ve iktidarın önde gelen destekçilerinden birisi olan kişiye bakın, bir de iktidara bakın. Ülke ciddi bir ekonomik krize giriyor, bütün göstergeler negatife dönüyor ama iktidarın söyleminde büyük Türkiye halüsinasyonu, Batı bizi kıskanıyor hezeyanı gırla gidiyor. Tam bir gerçeklik bozulması hali. Evet Türkiye üzerinde emperyalist bir tehdit var ama iktidarın sırtını dayadığı açılımlar emperyalist odakların stratejilerinin rüzgârıyla yol alabiliyor ancak. O açılımların, o inşaatların, o köprülerin çapı, sınırı o kadar. Gördük işte, ne olduğunu! Mazlum İslam ülkelerinin sözcüsü olma işi Türk Hava Yolları’na konan kabin yasağıyla bir anda sönüverdi. Hemen “bizi onlarla karıştırmayın” itirazları yükseldi. Temsilciliğine soyunduğu garibanı hor gören bir kibir ve kendini ötekine, efendiye, güce beğendirme hali bu.

Öte yandan AKP iktidarı çok ciddi bir mikro çıkar ortaklığı projesi yarattı. Mesele sadece makarna kömür meselesi değil, hayatın bütün alanlarını kapsayan bir ortaklık bu. Ve bu ortaklığın bileşenleri birlikte büyük hayaller kurmaktan, büyük davalar peşinde koşuyor hissiyle yaşamaktan keyif alıyor. Bir fantezi bu: fetih gerçekleşecek ve ganimet bölüşülecektir bu fanteziye göre ama heyhat, aranan zafer bir türlü bulunamamaktadır.

Peki ya baba? Erdoğan'ın başkanlık isteği, güçlü liderlik söylemi ile babalık arasında nasıl bir ilişki var? Babanın inandırıcılığı meselesi size göre nasıl işliyor?
Toplumsal arzu ile ilişkili. Türkiye toplumunun önemli bir kısmı omnipotans yani tümgüçlülük açlığı içinde. Güçlü bir lider olacak ve herkesin, özellikle de “Türk’ün kıymetini bilmeyen, değerini anlamayan Batı’ya, o tek dişi kalmış”a haddini bildirecek. Mahallenin burnu bir karış havada zengin çocuklarına karşı haksızlığa uğramış çocuklarını savunan, onların hakkını koparıp alacak bir baba bu. Farkındaysanız bunun, yani bu beklentinin tarihsel kökenleri var, Osmanlı’dan gelen. Özellikle de Osmanlı’nın son dönemine damga vuran gecikmişlik, “iş işten geçti” hissiyatı kendini güncel siyasette güç olmak, ötekini altetmek olarak yeniden üretiyor. Bastırılan böyle geri dönüyor.

Ama esas mesele, güçlü ötekinin (ki bu kâh diğer emperyal devletler oluyor kâh içerideki hain kardeşler) yüz vermemesi, yok sayması, “adam yerine koymaması”. Ve hatta mesele topa tuttukları o ötekinin, yani işte Avrupa’nın, Amerika’nın falan gözünden düşmek. Esas korku bu. Ve bu korkuyla baş etmenin yolu da güçlü olmak.

Bir paradoks gibi sanki. Güçlüden korktukça güçlü gibi olmaya çalışmak.
Kesinlikle. İşte bu nedenle özellikle Türkiye sağı ve bu dünyaya angaje olan kesimler (burjuvaziden yoksul halk kitlelerine kadar geniş bir kesim) Erdoğan'a tutundu. Her şeye yeten bir güç, omnipotans için. Bu pozisyon bir nevi babayı çağırıyor ve Erdoğan'ın retoriğinde de bariz bir yer tutuyor: Örneğin kötü evlatlar ve iyi evlatlar olarak; nankör Batı ve mazlum İslam dünyası olarak. Bu süreklileşmiş bölme hali, belirsizlikten yılmış her kesim için ilaç gibi: Her şey basit ve anlaşılır oluyor böylece.


Yarın: İktidarsız Muhalefetin Halleri ve Erdoğan’ın Heybesi