Tekstil işçileri anlatıyor: Patronunuz dostunuz değildir!

İzmir Gaziemir’deki Ege Serbest Bölge’de faaliyet gösteren Meris Tekstil’de anayasal hakları olan sendikaya üye olan 40 işçi patronları tarafından sorgusuz sualsiz kapının önüne konuldu. Yıllarca kuralsız, denetimsiz, hukuksuz bir biçimde sömürülen işçiler “artık yeter” diyor, kararlı ve örgütlü mücadelenin gücünü fark ediyor. Patronlarla konuşarak anlaşamayacaklarını anlayan Meris işçileri…

Ahmet Çınar

İzmir’in Gaziemir ilçesinden yolu geçenler bilir. Çok geniş bir alana yayılan ve kısa adı ESBAŞ olan Ege Serbest Bölgesi, çeyrek yüzyıldır yüz binlerce işçinin emeği ve alın teriyle var olmuş bir sanayi bölgesi.

Adı üstünde, serbest bölge… Türkiye’nin neoliberal sömürü düzenine, vahşi piyasa ekonomisine doludizgin yol aldığı yıllarda, 1980’lerin ortasında kurulmaya başlanan serbest bölgeler, patronlara sınırsız ve kuralsız, hukuksuz ve denetimsiz sömürü olanağı sağlamasıyla biliniyor.

SERBEST BÖLGE: SERBEST SÖMÜRÜ!

İzmir’de de 1990’dan beri faaliyet gösteren Ege Serbest Bölge’de halen 170 fabrika faaliyet gösteriyor. Bu 170 fabrikayı alın teriyle ve emeğiyle var edip ayakta tutan yaklaşık 20 bin işçi… Hayatta ve ayakta kalmak için, emeğinden başka hiçbir şeyi olmayan tam 20 bin insan…

MERİS TEKSTİL'DE NELER OLUYOR?

İşte bu serbest bölgedeki 170 fabrikadan biri de Meris Tekstil… 150 civarında işçinin çalıştığı bu tekstil firmasında yaşananlar ise emek sömürüsünün hangi noktalara kadar ulaştığının ve patronların işçi düşmanlığının nelere vardığının açık bir kanıtı…

SENDİKALI OLDULAR, ÜSTE İTAATSİZLİKTEN KOVULDULAR!

İş yerindeki sorunlardan bunalan ancak patronlarla konuşarak da bu sorunlara çözüm bulamayacaklarını anlayan Meris Tesktil işçileri, daha örgütlü hareket etmek, daha güçlü olmak için sendikaya üye olmaya karar verdiler. Kısa adı TEKSİF olan Türkiye Tekstil, Örme ve Giyim Sanayi İşçileri Sendikasına üye oldular. İşçilerin örgütlü ve birlikte hareket etme iradesini gören patronlar ise patronluklarını yaptılar ve sendikayı örgütlemeye çalışan sekiz işçiyi işten çıkardılar. İşten çıkarma gerekçeleri de manidar: Üste itaatsizlik!

Haklı ve meşru mücadelelerinin patron tarafından bastırılmaya çalışıldığını fark eden diğer Meris Tekstil işçileri de, işten çıkarılan arkadaşlarının ardından birer ikişer sendikaya üye olmaya başladılar. Patronlar yine patronluklarını yaptı ve 32 işçiyi daha işten çıkardı. Hem de ilginç bir işten çıkarma yöntemiyle: Fiili olarak iş yerinden kovulan o 32 işçinin şu anda Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı kayıtlarında çıkışları görünmüyor. Patronlar tazminat ödememek için resmi olarak değil de fiili olarak kovdukları işçilere, bir de “işe davet” ihtarnamesi gönderdiler.

Meris Tekstil işçilerine bir dokunduk, bin ah işittik. Biz sorduk, Meris Tekstil işçileri yanıtladı… İşte sorularımız ve işçilerin anlattıkları…

Nasıl başladı örgütlenme hikayeniz, neden örgütlenmek istediniz?

Sorunlarımızı konuşmaya başladığımızda konu sendikal bir örgütlenme konusu değildi. Temel taleplerimiz vardı ve bunların çözülmesini istiyorduk. Çok basit, insanca talepler. Bir grup arkadaşımız yemekhanede personel müdürüyle toplantı yapmak istediler. Dört temel isteğimiz vardı:

  • Birincisi maaşlarımızın tamamı, yani ne kadar alıyorsak hepsi bankaya yatırılsın. Oysa iş yeri asgari ücret kadar olan kısmı bankaya yatırıyor, geri kalanı elden veriyordu. Bunu istemiyorduk. Tamamı bankaya yatsın ve resmi olarak kıdem tazminatımıza ve emekliliğimize yansısın istedik.
  • İkincisi yıllık izinlerimiz resmi olarak verilsin. Oysa bizim iş yerimizde üretim olmadığı zaman verilen ücretsiz izinler, yıllık izin gibi gösteriliyordu. Örneğin beş günde yapılacak işi üç güne sıkıştırıyorlardı, kalan iki günde ücretsiz izinli oluyorduk. Ve bu iki gün yıllık izindenmiş gibi gösteriliyordu. Bize “Gelmediğiniz günlerden 15 gün kesiyoruz, yıllık izin yok” diyorlardı. Kullanmadığımız yıllık izinler için imza atmamızı istiyorlardı. Burada bir mesele daha var: Beş-altı günlük işi bize üç-dört günde yaptırdıkları için ve kalan günlerde ücretsiz izne çıkarıldığımız için ayda 15-16 gün çalışmış gibi görünüyorduk ve ücretlerimiz asgari ücretin altına düşüyordu. Bazen bir ay çalışmanın sonunda bin lira, hatta bin liranın altında ücret alabiliyorduk. Bunlardan vazgeçilmesini istedik.
  • Üçüncüsü fazla mesai ücretleri tam olarak verilsin ve de bankaya yatırılsın. Bunu istedik.
  • Dördüncü isteğimiz düzgün yemekti. Mide yakmayan, insanca yemek çıksın istedik. Örneğin ben dokuz yıldır çalışıyorum, iş yerinde öğle yemeği yiyemedim. Çünkü yenmiyor. Mesai uzayıp da 20.30’a kadar kaldığımız akşamlarda yemek çıkmıyordu ve biz öğlenden kalan ekmek kırıntılarını yemek zorunda kalıyorduk. Buna son verilmesini istedik.

Bu taleplerin son derece haklı ve meşru talepler olduğunu savunduk. Şimdi kapının önüne konulduk ve işsiziz...

DEPREM VE ELEKTRİK KESİNTİSİNDE DAKİKA TUTUP BİZDEN KESTİLER!

Bu temel talepler dışında yaşadığınız sorunlar nelerdi?

Hangi birini anlatalım… Sürekli bir aşağılama ve rencide edici davranışlara maruz kalıyorduk. Bir şey sorulunca aşağılanıyorduk. Örneğin yıllık izin soruyoruz mesela, 20 gün var, ne zaman kullanabiliriz diye. Kullanamazsın gibi yanıtlar alıyorduk. Rencide ederek konuşuyorlar, küçümsüyorlardı. Bir başka örnek, yarım ekmekten fazla ekmek almak yasak. Tekrar çeyrek ekmek alacak olsak bağırıyorlar. Akşam fazla mesaiye kaldığımızda çalışma 20.30’a kadar sürüyor, yemek olarak sadece öğleden kalan ekmekleri veriyorlar. Çıkışta bir dakika bile erken parmak bassan, ay sonunda o bir dakikalar toplanıp kesiliyordu. Maaş bordromuzu incelemek istesek bağırıyorlar, izin vermiyorlardı. Yangın kapıları sürekli kilitli, denetim olunca açıyorlardı.

İlginç bir olay: Birkaç kez deprem ve elektrik kesintisi oldu. Dakika tutmuşlar, kaç dakika çalışılmadı diye, o deprem ve kesnti sırasındaki çalışılmayan dakikaların parasını kestiler bizden.

Örneğin ben 2004 yılının haziran ayında işe girdim ve henüz yıllık izin kullanmadım!

Bir başka olay şu: Ege Serbest Bölge’ye her gün girmek için verilen bir kart var. Yani iş yerimize gitmek için gerekli kart. Bu karta biz her yıl 20 dolar ödüyoruz. Pek çok iş yeri bu kartın parasını verir, bizim patronlar ise iş yerimize girmek için gerekli kartın yıllık aidatını bize ödetiyor.

Peki bu talepleri dile getirdiğinizde ne dediler size? Nasıl bir yanıt aldınız?

Bize “Bunlar yavaş yavaş olur” diye cevap verdiler ve geçiştirdiler. Aramızda 14 yıldır çalışanlar var ve hâlâ bize “yavaş yavaş düzelir sorunlar” diyorlar. Gözdağı vermeye çalıştılar. Bu talepleri, sorunları dile getiren bizleri bir odaya kilitlediler. Ve bize “Sizin amacınız ne” diye bağırmaya başladılar. “Buraya sendikayı sokmayız, sendika girerse hepiniz işsiz kalırsınız” diye tehdit ettiler. Ve patron bizzat ustabaşlarına “Sendikalı kim varsa tespit edin dışarıya atın” diye talimat verdi. Hepimizden e-devlet şifrelerimizi istediler. Bunu isteyemezler aslında ama istediler. E-devlet şifrelerimizle sisteme girip kimin sendika üyesi olduğunu tespit etmek istediler.

“PATRONLARLA KONUŞARAK ANLAŞAMAYACAĞIMIZI ANLADIK”

Sendika üyesi olmaya ne zaman karar verdiniz peki?

Bu aşağılayıcı ve gözdağı veren muamelelerden sonra patronlarla konuşarak anlaşamayacağımızı anladık, sendikaya üye olalım dedik. Birlikte mücadele etmeye karar verdik. Patronlar, içerde kalan işçilere bizim için “ kendi istekleriyle çıktılar” demişler. Böyle bir şey yok.

PATRON KURNAZLIĞI: FİİLİ OLARAK KOVUP RESMİ OLARAK İŞE ÇAĞIRMAK!

Sizler şimdi resmi olarak işten çıkarıldınız mı?

İlk başta sekiz kişi resmen işten çıkarıldı. Sendika örgütlenmesi yaptıkları için çıkarıldılar ama patronların iddiasına göre “üste itaatsizlik”ten çıkarıldılar! Hem de öyle çıkarıldılar ki, “defolun gidin” denildi. İçerde kalan ayakkabılarını, eşyalarını almalarına izin bile verilmedi.

Bir hafta sonra 32 kişi iş yerinden kovuldu. Kağıt üzerinde işten çıkarılmadık görünüyor ama fiili olarak kovulduk. Bazı arkadaşlarımız iş yerine gidince içeriye alınmadılar. Şimdi patronlar kendilerini kurtarmak için fiili olarak kovdukları 32 kişiye “işe davet ihtarnamesi” gönderiyor. Resmi makamlar nezdinde “İşe davet ettik gelmediler” demek için. İhbar ve kıdem tazminatı ödememek için. Böyle bir yok izliyorlar. Hem fiili olarak kovuyorlar, iş yerine almıyorlar, hem de “işe gelin” diye resmi kağıt gönderiyorlar. “Biz çağırdık gelmediler” demenin zeminini hazırlıyorlar.

Ne yapacaksınız, nedir yol haritanız?

Biz birlikte hareket etmeye karar verdik. Sendikayla birlikte davranacağız, haklı ve meşru mücadelemizi örgütlü bir şekilde sürdüreceğiz. Bu konuda kararlıyız.

TEKSİF ŞUBE BAŞKANI AKSOY: HUKUKİ MÜCADELEMİZ SÜRECEK

TEKSİF İzmir Şube Başkanı Faruk Aksoy, “Özellikle serbest bölgelerdeki tekstil iş yerlerindeki sömürüye karşı bir mücadele sürdürüyorduk. Bundan sonra da Meris işçilerini yalnız bırakmayacağız. Serbest bölgeler, serbest sömürü anlamına geliyor. Bu bölgelerde kuraslzıca sömürülen tüm işçilerin yanındayız. Meris Tekstil’in müşterisi olan firmalara da bu yaşananları aktaracağız. TEKSİF olarak Meris Tekstil’e gireceğiz, girene dek mücadele edeceğiz. Ayrıca atılan işçilerin hukuki mücadelelerinde de yanlarında olacağız” dedi.

AV. OZAN AKALIN: TEKSTİL SEKTÖRÜNDE KÖLELİK DAYATILIYOR

Konu hakkında görüşüne başvurduğumuz iş hukukçusu Av. Ozan Akalın, tekstil sektöründe işçilere kölelik şartlarının dayatıldığını söyledi.

Meris işçilerinin toplantısına katılan Akalın, işçilerin tüm taleplerinde ve süreçte haklı olduğunu vurgulayarak, OHAL’in dahi Meris işçilerinin haklarını almasına engel olamayacağını söyledi.