Avrupa’da sıkıyönetim: 'Demokrasi cenneti'nde deniz bitiyor

Fransa’da olağanüstü hal zaten aylar sürecek. Daha dün İnsan Hakları Bildirgesi’nin askıya alındığını açıkladı hükümet. Almanya, ilan edilmemiş bir olağanüstü gerginlik yaşıyor. Emperyalist demokrasinin çalışan sınıflar ve aydınlar için gerçek anlamı bayağı karanlık.

Osman Çutsay

Avrupa Birliği ve “AB demokrasisi”, Paris katliamından sonra yeni ve temel hakları ihlal eden yollar peşinde olduğunu gizlemiyor. Emperyalist demokrasinin çalışan sınıflar ve aydınlar için gerçek anlamı bayağı karanlık. AB, kameralarla her köşesi izlenebilen, çalışan sınıfların ruhen ve yasalarla zenginlere kafa tutmayı düşünemeyecek hale getirildiği bir “eski cennet” gibi. AB içinden kaynaklanan İslamcı terör, hakların askıya alınması için neoliberal barbarlık içinde yoksullukla pençeleşen halk yığınlarının (“prekarya”) rızasını üreten bir verimli jeneratör işlevi görüyor. Paramparça edilmiş Balkanlar’daki mafya devletçiklerinin sınırlarında bekletilen onbinlerce sığınmacı, baskıcı önlemlerin kabullenilmesi için bir başka bahane konumunda.

Geçen hafta AB İçişleri Bakanları toplantısında, AB dış sınırlarının daha sıkı denetimi, bu arada AB pasaportu olanların da AB’ye giriş ve çıkışta güvenlik denetiminden geçmesi için öneriler tartışıldı. Ayrıca AB’nin iç sınırlarında da denetimler yapılması ve bunların sıklaştırılması istendi. Antalya’daki G-20 toplantısında da, gizli servislerin daha sıkı bir işbirliği içinde çalışması, terör odakları mali akımlarının kurutulması, Suriye’de eğitilen Avrupalı “savaşçıların” içeride ve dışarıda daha sıkı izlenmesi yolundaki öneriler dikkat çekmişti. Sıkışma o düzeyde ki, AB’nin merkez ülkesi Almanya’da bile artık açıkça ordu birliklerinin içeride de kullanılması önerilebiliyor. İslamcıların, eğer Alman vatandaşlıkları varsa, bu haklarını ellerinden alınması isteniyor. Ancak anayasa gereği, başka bir vatandaşlığa sahip değillerse, bu insanların elinden vatandaşlığını almak şimdilik mümkün değil. Buna da çözüm aranıyor. İçerideki baskıcı önlemlerin artırılmasıyla ilgili tartışmalara rağmen, pek öyle büyük bir “demokratik tepki” henüz gözlenmiş değil.

Fransa’nın, 19 Kasım’da olağanüstü hal uygulamasını üç ay uzatarak, bir model hizmeti verdiği de anlaşılıyor. Olağanüstü hal, Fransız güvenlik güçlerine ek ve özel yetkiler veriyor. İnternet siteleri kapatılabiliyor, camiler başta olmak üzere “radikal dernekler” kapatılabiliyor, seyahat özgürlüğü kısıtlanabiliyor. Bu arada Suriye’deki sözde IŞİD hedeflerine bombalı saldırılarla ülke savaş ortamında tutuluyor.

İtalya, 8 Aralık’ta başlayacak olağandışı “Kutsal Yıl” çerçevesinde milyonlarca “hacı” beklerken, “Roma’yı fethedeceğiz” bildirileri yayımlayan İslamcı odakları gerekçe göstererek ek kısıtlamalar içeren yeni bir güvenlik konsepti geliştirmeye çalışıyor. İsveç’in de sığınmacıların yığılması nedeniyle aldığı sınırlardaki denetimin, şimdi de terör gerekçesiyle uzatıldığı belirtiliyor. İsveç demokrasisi de, neredeyse tüm kamu alanlarının kameralarla izlendiği bir ülkeye dönüşüyor. Meydanları, medya redaksiyonlarını, dini dernekleri, sığınmacı kamplarını daha yoğun bir biçimde kameralarla izlemek için adımlar atıyor. Kişisel bilgilerle ilgili kamu güvenliği makamlarına ek yetkiler verilmesi de gündemde.

Belçika, tam bir teyakkuzda. Temel hakların askıya alındığı bir toplum resmi veriyor. Nitekim önlem ve önerilerin toplumu nasıl sıkıştırdığına bir örnek, önceki gün Brüksel Belediye Başkanı Yvan Mayeur’ün açıklamalarına yansıdı. Mayeur, “İslamcı bir rejim altında yaşamamız mümkün değil” derken, aslında AB demokrasisinin çoktan değişmekte olduğunu itiraf ediyordu. Terör alarmının en üst düzeye çıkarıldığı Brüksel’de, hükümet olağanüstü halden olağan hale geçmek için yol arıyor. Özellikle Müslüman nüfusun tedirgin ettiği Brüksel, artık okulların, üniversitelerin, metronun kapalı olduğu bir “demokratik başkent”. İnsanların dışarıya çıkıp iki kadeh bir şey içememesine karşı çıkan Yvan Mayeur, okullarda sığınaklar oluşturulması önerisini de reddederken, kültürün, ticaretin, eğlenmenin yasaklandığı bir rejimde yaşayamayacaklarını ilan etti. Bütün bunlar durumun giderek gerginleştiğini gösteriyor.

Fransa’da olağanüstü hal zaten aylar sürecek. Almanya, ilan edilmemiş bir olağanüstü gerginlik yaşıyor. Yönetenler, bütün bu kısıtlamaların AB halkları tarafından sorgulanmayacağı güveni içindeler. “Sosyalist” rezalet Hollande’ın nasıl bir solcu olduğu ve nelere hizmet ettiği çabuk ortaya çıkmıştı. Ama bu kadar pervasızlaşacağını herkes beklemiyordu. Hollande’ın, İngiltere’deki sağcı Başbakan David Cameron ile Almanya’daki sağcı Başbakan Angela Merkel’i geride bırakacak aculluğu, AB’nin gerçek sağcılarının sosyal demokrat, yeşil ve sivil toplumcu liberal barınaklarda yetiştiği yolundaki komünist tezleri bir kez daha haklı çıkardı.

AB, komünist tepkinin etkili olmadığı bir alanda, toplumsal bir felakete dönüşme eğilimleri gösteren büyük krizi, işçi sınıfı ve aydınların sırtından, üstelik onların rızasıyla çözmeye çalışan barbar bir oligarşik kulüp resmi veriyor.

Londra modeli: Askeri önlemlere yatırım    

İngiltere’nin sağcı Başbakanı David Cameron, Paris’teki solcu ortağından geri kalmamakta kararlı. Ayrıca AB çapında bir ders vermeye çalıştığı da söyleniyor. Güvenlik teknolojileri ve silah sektöründeki rekabette geride kalmanın büyük bir hata olduğuna inanan Cameron, yurttaş ve insan hakları konusunda atılacak geri adımların pek kimseyi rahatsız etmediğini de farkında. Başbakan David Cameron, geçtiğimiz günlerde Paris’e geçmeden hemen önce bir açıklama yaparak, önümüzdeki 10 yıl içinde 178 milyar sterlin (250 milyar avro) tutarında silahlanmaya yönelik bir yatırımla uçak, izleme teknolojisi, siber savaş kapasitesinde büyük sıçramalar gerçekleştirileceğini müjdeledi. Böylece terörist tehdidin ortadan kaldırılabileceği iddia ediliyor, ama bütün bu yatırım ve üretim planlarının Rusya’yı hedef aldığının da gizlenmesine gerek duyulmuyor.

Cameron, ulusal güvenliğin anlam ve önemini kavradığını, ülkesinin güvenlik içinde tutulmasının önemini vurgulamış oluyor. “Ülkemizin güvenliği için her şeyi yapmalıyız” diyen Avrupa sermayesinin çeşitli katmanları, militarist bir tansiyon üretmekten çekinmiyor. Cameron, milli gelirinin yüzde 2’sini, ABD’nin bu doğrultudaki baskılarını olumlu yanıtlayarak, silahlanma yatırımlarına ayıracağını duyurmuş oldu. Bu kalemdeki artışı da, kalkınma yardımı denilen kalemle Birleşmiş Milletler’in talebi doğrultusunda milli gelirin binde 7’sini ayırarak dengelemeye çalışacağı öğrenildi. Teröristlerin her yerde izlenmesi ve gerektiğinde yasal hakları dinlenmeyip imha edilmesi, yeni dönemin temel yönelimi oluyor.

Cameron hükümeti, terörle mücadele birlikleri ve gizli servisi 1.900 kişiyle güçlendirmeye kararlı. Özellikle iki yeni mücadele tugayı oluşturulacağı, her biri 5’er bin kişiden oluşacak bu birliklerin İslam Devleti’ne ve diğer benzeri tehdit odaklarına karşı kullanılacağı söyleniyor. Müdahale için geliştirilen bu “süper hızlı çevik birlikler”, binlerce kilometre uzaklıktaki olay yerlerine gönderilebilecek, haftalarca kendi kendine yetebilecek. İngiltere, daha doğrusu Büyük Britanya, 10 yıllık bir dönemde 12 milyar sterlinlik bir harcama kalemi oluşturuyor. Bu çevik birliklerin özel kuvvetlerle de güçlendirilmesi planlanıyor. Hafif tanklar ve 600 zırhlı araçla donatılacak olan ve hava kuvvetleri desteğiyle kara birlikleri olarak teröristleri yuvalarına girerek püskürtmeyi hedefleyen bu önlemlerin, 2025 yılında tamamlanacağı belirtiliyor.

 

Bu yazı haftalık siyasi dergi Boyun Eğme’nin 9. Sayısında yayınlanmıştır.