Burkay: Marksizm’den AKP’ciliğe yolculuk

Türkiye’ye dönen ve ayağının tozuyla iki AKP’li bakanla birlikte kameralar karşısında “açılım” güzellemeleri yapan Kemal Burkay kimdir? İşte Burkay’ın hayatından satır başları...

Mustafa Kemal Burkay 1937 yılında Tunceli’nin Mazgirt ilçesinde dünyaya geldi. 1949 yılında Akçadağ Köy Enstitüsü’ne girdi. Orada ve Diyarbakır-Ergani’de köy enstitüsünü tamamladı, 1955 yılında öğretmen oldu. 1956 yılında Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ne kaydoldu. 1960 yılında üniversiteyi bitirdi. Erzurum’da askerlik, Elazığ’da kaymakamlık stajı ve Osmaniye’de kısa bir süre kaymakamlık yaptı. Ancak merkeze alındı. Bunun üzerine resmi görevden ayrıldı. 1964 yılında Elazığ’da serbest avukatlığa başladı. Daha sonra Tunceli’ye geçti. Köy öğretmenliği yıllarında şiirler ve hikayeler yazdı.

Burkay’ın siyasi hayatı 1965 yılında Türkiye İşçi Partisi’ne üye olmasıyla başladı. Partinin Elazığ, Tunceli, Bingöl ve Erzincan illerinde örgütlenmesinde rol aldı. 1965 seçimlerinde yaşını büyüterek TİP’in Bingöl adayı oldu. 1968 yılında TİP Genel Yönetim Kurulu’na, bir yıl sonra ise Merkez Yürütme Kurulu’na seçildi. 1969 yılında TİP’in Tunceli adayı oldu. 12 Mart darbesinin ardından, TİP 4. Kongresi’nde alınan Kürt meselesine dair karar gerekçe gösterilerek TİP Genel Başkanı Behice Boran’ın da dahil olduğu yöneticilerle birlikte yargılandı, 1972 yılında yurt dışına çıktı. 1974 yılında çıkan afla birlikte Türkiye’ye dönüş yaptı.

Burkay, 1973’te Almanya’da Hıdır Murat adıyla “Türkiye Şartlarında Kürt Halkının Kurtuluş Mücadelesi” adlı bir kitap yayınladı ve bu kitap 1974’ün sonlarında kurulan Türkiye Kürdistanı Sosyalist Partisi’nin (PSK) program ve tüzüğünün temelini oluşturdu. PSK, o dönem KDP kökenli ancak Marksist bir damara sahip çıkan Rızgari (Kurtuluş) ve daha sonra Ala Rızgari (Kurtuluş Bayrağı) ile birlikte Kürt siyasi örgütlenmelerinin hem sosyalist, hem de Türkiye sosyalist hareketinden ayrı durmaya çalışan bir öbeğini temsil ediyordu. Legal alanda Özgürlük Yolu, Riya Azadi, Roja Welat gibi dergilerle faaliyetini sürdüren PSK, Kürdistan’ın sömürge olduğu tezini benimsiyor ve ayrı örgütlenmeyi savunuyordu.

Kürt halkının önündeki mücadele gündemini “Ulusal Demokratik Devrim” olarak belirleyen PSK, kendisini “Kürdistan işçi sınıfının, yoksul ve orta köylülerinin, esnaf ve zanaatkarların, aydınların ve öteki emekçi halk kesimlerinin partisi” olarak tanıtıyordu. “Dört parçalı Kürdistan” modelini de benimseyen PSK, parçalarla işbirliği ve dayanışma yollarını ararken, “Kürdistan için sosyalizm şu anda yakın bir hedef değildir” tezini işliyordu.

Federasyon veya ayrı devlet
Burkay’ın ve PSK’nin Kürt sorununun çözümüne ilişkin temel formülasyonu, “ya ayrı bir devlet ya da iki cumhuriyetli federasyon” idi. Günümüzde de “gerçekçi” bir çözüm olarak federasyonu savunan tek parti olarak görünen PSK (ve legal planda Hak-Par), “nihai hedef” olarak sosyalizmi programına dahil ediyordu.

PSK’nin sosyalizm algısının geçirdiği dönüşüme ilişkin Kemal Burkay şöyle konuşuyor:

“Elbet, koşullar değiştiği zaman siyasetin de yeni koşullara uyum sağlaması, yenilenmesi gerekir. Partimiz de birçok kez değişen duruma ve koşullara uygun olarak siyasetini yenilemiş, yeni şeyler söylemiştir. Örneğin, sosyalist sistemin çökmesinin ardından yaşanan deneyimden dersler çıkardık. 1992 yılında yapılan 3. Kongremizde, değişen dünya durumuna uygun olarak gerek teorik görüşlerimizde, gerek politikamızda önemli değişiklikler yaptık. Proletarya diktatörlüğü görüşünü terk ettik, sosyalizmin demokratik yöntemlerle kurulmasını ve çok partili bir sistem anlayışını benimsedik. Yine, daha önce savunduğumuz sürekli devrim anlayışını terk ettik ve sosyalist devrimin, ulusal demokratik devrimi izlemeyebileceğini, bunun uzun bir dönem alabileceğini söyledik. Kısacası, biz hiçbir dönemde dogmatik olmadık, Marks ve Lenin’in görüşlerini ve sözlerini kuran ayetlerine çevirmedik.”

PSK, bağımsız aday göstererek 1977 yılında Mehdi Zana’yı Diyarbakır’dan belediye başkanı yapmıştı. 1979 yılında ise Ağrı belediye başkanlığını kazandı. Kemal Burkay 12 Eylül olmadan yurt dışına çıktı. 2003 yılında, “kendi isteğiyle” PSK Genel Sekreterliği’nden ayrıldı.

PKK ile ilişkiler
Kemal Burkay’ın PKK ile teması ise hep sorunlu oldu. 1979 yılında, PKK’nin “devlet eliyle Kürt ulusal hareketine karşı savaşmak üzere kurulmuş paravan bir örgüt olduğunu ve ajan provokatörlerce yönetildiğini” iddia eden bir broşür yayımladı. 1983 yılında ise, “PKK Üzerine – Devrimcilik mi Terörizm mi?” isimli bir kitap yazdı.

Bununla birlikte, PSK ile PKK arasında 1993 yılında bir protokol imzalandı. Protokolde özetle Kürt partileri arasındaki çatışmaların engellenmesi, sorunların diyalog yoluyla çözülmesi ve Kuzeyli Kürt örgütleri arasında bir cephe oluşumuna gidilmesi hakkındaki görüşler karar altına alınıyordu.

Fakat, özellikle Türkiye’nin aldığı ‘93 virajında, PKK’ye ve legal Kürt siyasetine dönük askeri operasyon-kontrgerilla tahkimatı artırılırken, devlet PKK’nin yerine PSK’yi koyabilmek için Burkay ve PSK’yle görüşme kanallarını sürekli açık tutuyordu.

1999’da Abdullah Öcalan’ın yakalanmasından sonra ortaya atılan “Demokratik Cumhuriyet” tezini “teslimiyet” olarak nitelendiren Kemal Burkay, Abdullah Öcalan için “taraftarları onu bir puta dönüştürmüşler” demişti. PKK’nin 99’dan sonra “PSK çizgisine” geldiğini savunanlara da şöyle diyordu:

“PKK’nin bizim çizgimize geldiğine ilişkin sözler başkalarının yakıştırması olabilir. Ama isabetli değil. Eğer olay PKK’nin İmralı sürecinde silahları bırakması ise, siyaset bundan ibaret değil. PKK bugün üniter devleti savunuyor ve Kürt halkının tüm temel istemlerini terk etti. Bu PSK’nin siyaseti midir? Eğer PKK son yıllarda barış ve demokrasiden söz ediyorsa, o da yetmez. Bize göre Türkiye bakımından ‘demokratik cumhuriyet’ ancak federal bir cumhuriyet olabilir. Oysa PKK’nin ‘demokratik cumhuriyeti’nin içi boş. PKK federal çözüme, hatta otonomiye bile karşı.”

Örgütsel planda da PKK’nin etkisinin kırıldığı bir Kürt siyaseti amaçlayan Burkay, son yıllarda ana akım Kürt hareketine ve Abdullah Öcalan’a karşı olan açıklamalarıyla gündeme geliyordu. Buna daha sonra, AKP’nin “açılım” politikasına olan destekçiliği de eklendi. Bunun yanı sıra, ABD’nin Irak işgalini ve bölgeye girişini de Kürt halkı açısından “olumlu” buluyordu:

“Amerika’nın ‘bölgeye gelişi’ ya da bölgede oynadığı rol, daha şimdiden hangi sonuçlara yol açtı ve ilerde daha nelere yol açabilir, buna bakmalı. Birinci Dünya Savaşı sırasında İngilizler ve Fransızlar bölgeye geldiklerinde Araplar bundan memnun oldular bu vesileyle Arabistan Osmanlı boyunduruğundan kurtuldu ve Araplar kendi devletlerini kurdular. Şimdi de Amerika’nın gelişiyle Irak’ta Saddam’ın kurduğu acımasız diktatörlük yıkıldı, Kürtler ve Şii Araplar özgürleştiler, Irak’ta federal bir yapı oluştu, Kürdistan federe bir devlete dönüştü ayrıca Kürdistan’da ve tüm Irak’ta demokratik bir yapı için önemli adımlar atılıyor. Bu son derece olumlu bir gelişme.

Diğer bir deyişle, Amerika’nın bölgeye yaptığı son müdahale bölgede statükonun yıkılması sürecini başlattı. Değişim dalgası önce Irak’ı vurdu, ama giderek etkisini çevrede duyuracak, İran, Suriye ve öteki gerici, baskıcı rejimleri de etkileyecek. Bu hem Kürt halkı için, hem de bölgedeki tüm halklar için önemli ve olumludur.”

Kemal Burkay’ın sosyalizm anlayışı ise, görüldüğü üzere Avrupa solu ile Irak Komünist Partisi arasında bir yerde duruyor. Nitekim, ülkeye döner dönmez AKP’li bakanlarla kameraların karşısına geçen Burkay, PSK’yi ilk kurduğu zaman dahi sosyalizmi “güncel bir hedef olarak” görmüyordu. Egemen Bağış'la olan buluşmasında, bakandan İdris Küçükömer kitabı alan Burkay'ın hangi Küçükömer kitabını aldığı bilinmiyor. Fakat tahmin yürütülebilir: Artık liberallerin ve dincilerin ağzına sakız olmuş "Türkiye'de sol sağdır, sağ da soldur" tezinin işlendiği "Düzenin Yabancılaşması" isimli kitap.

Burkay’ın, şu anda Kürt ve Türk halklarına yaptığı en olumlu katkı, Sezen Aksu’nun söylediği “Gülümse” şiiri, Yeni Türkü’nün seslendirdiği “Mamak Türküsü”, bir dizi bestelenmiş şiir ve “Geçmişten Bugüne Kürtler ve Kürdistan” isimli tarih kitabı olarak görünüyor.

(soL - Haber Merkezi)