Rıfat Okçabol

Ülkenin bir talihsizliği, bu denli gerçek dışı düşünce ve önerilerle laik ve bilimsel-çağdaş- eğitime karşı çıkılmasıdır. İkinci talihsizlik de, bu tür söylemlerin arkasında "eğitimci/öğretmen" denen kişilerin de bulunmasıdır.

Zorunlu eğitim sorunu (III)!

Rıfat Okçabol

Üç dinci kuruluşun 5 Şubat’ta yayımladığı "Türk Eğitim Sistemi ve Zorunlu Eğitimin Yansımaları Çalıştay Raporu", zorunlu eğitimin bir bakıma eğitimi demokratikleştirdiğini, kuramsal olarak (dindar/dinsiz, Müslüman/Hıristiyan/…, varsıl/yoksul, köyde/kentte yaşayan) herkese eşdeğerde eğitim fırsatı sunmak anlamına geldiğini yadsıyor. Raporda zorunlu eğitimle ilgili tek gerçekçi saptama, “… kırsal ve kentsel bölgeler arasındaki farklılıklar” söylemi oluyor. Ancak raporda bölgeler arasındaki farkların neden kaynaklandığı irdelenmiyor. Ayrıca zorunlu eğitimle ilgili sorunlar olarak, haksızlıklara yol açan ve eğitimde fırsat eşitliğiyle bağdaşmayan, 

  • Sünni anlayışın ve dini derslerin herkese dayatılması;
  • Yönetmelik değişikliği ile soran, eleştiren ve araştıran öğrenci yetiştirilmesinden vazgeçilmesi;
  • özel okulların varlığı;
  • gerçeklerin anlaşılmasını kolaylaştıran bilimsel derslere verilen önemin azaltılması;
  • insanların güzel duyularını (estetik anlayışını) geliştiren güzel sanatlara yeterince önem verilmemesi;
  • Osmanlı ve Arapça hayranlığının dayatılması;
  • öğretmen atamalarındaki haksızlıklar ve okullardaki öğretmen eksikliği;
  • okullarda çağdaş kuruluşlarla değil de gerici kuruluşlarla işbirliği yapılması;
  • devlet okuluna aç giden öğrenciler varken özel okula gidenlere parasal destek verilmesi 

ve benzeri gerçek sorunlar dile bile getirilmiyor.  

Raporda, “evlilik yaş ortalamasının her geçen gün daha da yükselmesi” zorunlu eğitimle ilişkilendirilerek eleştiriliyor. Bu eleştiri çocuk evliliklerini desteklemek, kadınların erken yaşta evlenip çoluk çocuğa karışarak kocasına bağımlı olmasının istendiği anlamına geliyor. Oysa geç evlenmenin, insanların özgürleşip ana-babasının baskısıyla değil kendi özgür iradesiyle eş seçmesi, evlenmek için elinin ekmek tutmasını beklemesi gibi olumlu ve işsizlik gibi olumsuz nedenlerden kaynaklandığı yadsınıyor.  

Raporda bir başka anlaşılmaz durum, işsizliğin zorunlu eğitimin uzun (12 yıl) oluşuna bağlanması oluyor. Zorunlu eğitim uzadıkça işsizliğin ertelendiği ve de işsizliğin iktidarın ekonomik politikaları nedeniyle arttığı yadsınıyor. İktidar, KİT’leri özelleştirirken de, istihdamı artıracak yatırımlara ağırlık vermeyerek de işsizliği artırıyor.

Raporda, zorunlu eğitimin, “mesleki eğitimin gelişiminin dolaylı yollarla sınırlanmasından” ve de “mesleki eğitime önem verilmemesinin işsizliği çoğalttığından” söz edilirken de gerçekler saptırılıyor. Çünkü ilgili veriler, bu söylemlerin doğru olmadığını gösteriyor. Bilindiği gibi her yıl meslek lisesinden mezun olanların sayısı 600 binleri buluyor, ancak onları istihdam edecek yeterli işyeri olmadığından meslek lisesi mezunlarının önemli bir bölümü de iş bulamıyor. 

Raporu yazanların zorunlu eğitim karşıtlığı, herhalde din derslerinin artırılmasına ve zorunlu olarak seçtirilmesine, derslerde Osmanlı hayranlığının kazandırılmasına ve bilimsel derslerin azaltılmasına karşın,  

  • öğrencilerin genellikle dininin ve kininin davacısı olmayıp laik ve bilimsel anlayışı benimsemesi;
  • İmam hatiplerin beklenen öğrenci sayısına ulaşamaması;
  • İmam hatiplerde okuyanlar arasından ateist ve deistlerin çıkması
    gibi nedenlerden kaynaklanıyor.  

Raporda, “Batılıların yüzyıl önce dayattığı ve kendi çıkar çerçevelerini aşılamaktan başka bir işlevi olmayan bu zorunlu ve genel eğitimle insanımızın ve gayretimizin israf edilmesine son verebiliriz” denerek bütün eğitsel gerçekler yadsınıyor. Oysa ABD’den çok sonraları zorunlu genel eğitim uygulayan örneğin Japonya, Kore ve Finlandiya gibi ülkelerin gelişmiş ülkeleri yakaladığı biliniyor. Ayrıca kişinin bilişsel, duyuşsal ve devinimsel gelişiminin, katıldığı öğrenim süresiyle doğru orantılı olduğu da biliniyor.

Raporda zorunlu genel eğitime karşı, ortaokul sonrasında mesleki eğitime ağırlık verilmesi öneriliyor. Bu öneriyi yapanların,

  • çocuklar erken yaşta mesleki eğitime yönlendirildiğinde, ileri düzeylerde öğrenim görüp ülkeye daha çok yararı olabileceklerin önünün kesileceğini;  
  • işlevi ara eleman yetiştirmek olan mesleki eğitime ağırlık verildiğinde, ülkenin gereksinim duyduğu beyinlerin yetiştirilmeleri olasılığının azalacağını ve bu durumun ülkenin sömürülmesini kolaylaştıracağını;
  • mesleki eğitimde öğrencilerin emeklerinin sömürüldüğünü;
  • bu önerinin raporda “Önerimiz ilk olarak, lise mezununda olması gereken akılcı, çözümleyici ve yenilikçi bilgi ve becerilerin öğretilmesidir” denmesiyle bağdaşmadığını

düşünmemiş olmaları da insanı şaşırtıyor.

Bu rapora göre, “Ülkemizde eğitim alanında yapılan yenilikçi uygulamalara yönelik tepkiler, genellikle Batı’ya öykünme söylemiyle birlikte ortaya çıkmaktadır. Mesleki Eğitim Merkezi (MESEM) ve Çevreme Duyarlıyım, Değerlerime Sahip Çıkıyorum (ÇEDES) projesi gibi projelerde olduğu gibi, yeni müfredat çalışmaları da benzer bir tepkiyle karşılaşmıştır. Bu planlı ve organize tepkilerin ardında, eğitim sistemimizdeki bağımsızlığımızı hedef alan bir gündem olduğu düşünülmektedir.” Bu söylem, raporu hazırlayanların ağızlarından çıkanları kulaklarının duymadığını, gerçekten de ne dediklerini bilmediklerini ya da toplumu kandırmaktan (kimilerine göre Allah’tan) korkmadıklarını göstermektedir. Oysa MESEM’e, ÇEDES’e ve AKP müfredatlarına karşı çıkanların öykündükleri genelde Batı değil, laikliktir, bilimselliktir, insan haklarıdır, bireyin ve halkın özgürlüğüdür, ülkenin bağımsızlığıdır, insanların barış içinde yaşamasıdır, ...

Öğrencilerin haftada dört gün işveren tarafından sömürüldüğü MESEM’i ve imamların/hafızların okullara girmesini sağlayan ÇEDES’i savunan kişilere “eğitimci(öğretmen” demek de kolay olmuyor. Bilindiği gibi Osmanlı 175 yıl kadar önce, okullara din adamı yerine öğretmen girmesi için öğretmen yetiştiren okullar açmıştır. Yukarıdaki söylem, bir bakıma bu raporu hazırlayanların 175 yıldan daha da geride kaldıklarını gösteriyor. 

Bu çalıştayı düzenleyen kurumların vizyon ve misyonları ile raporun genel niteliği göz önüne alındığında raporda, “Tevhid-i tedrisat kanunu ile, coğrafi farklılıklar, bireysel yetenekler ve özgürlükler göz önüne alınmadığı için; -görece bazı faydaları var gibi görünse de- ülkenin eğitim altyapısını olumsuz yönde etkilemiştir” denmesi de şaşırtıcı olmuyor. Oysa örneğin gericilerin kapatılmasını sağladığı köy enstitülerindeki uygulama, bu söylemin gerçek dışı olduğunun kanıtı oluyor. Köy enstitülerinden Akdeniz’de pamukçuluğa, Karadeniz’de balıkçılığa, yerine göre hayvancılığa ya da meyveciliğe ağırlık verildiği, öğrencilere yetenek ve ilgilerine göre marangozluk ya da demircilik gibi becerilerin kazandırıldığı biliniyor.

Bu yasa, kendi vakıflarına bağlı olan azınlık ve yabancı okulları, 1826’ya kadar şeyhülislama ve sonrasında evkaf bakanlığına bağlı olup ağırlıklı olarak dini öğretim yapılan okullar ile 1839’da açılmaya başlayan ve 1857’de eğitim bakanlığına bağlanan Batı türü (bilimsel dersler ağırlık veren) okulları tek bir sorumlu birime-eğitim bakanlığına- bağlamıştır. Bu yasa farklı sorumlulukları ve öncelikleri olan okulları, sorumluluğu ve önceliği özgür yurttaş yetiştirmek olan okullara dönüştürmek için çıkarılmıştır. Bu yasayla, Hıristiyan din adamı yetiştiren Heybeliada Ruhban Okuluna dokunulmamış, Müslüman din adamı yetiştirmek için ilahiyat fakültesi açılırken toplumun dini hizmetlerini karşılamak üzere ve örgün eğitimin dışında-ilkokul, ortaokul ya da lise olarak değil- ayrı okul olarak imam hatip okulları açılmıştır.

Bu yasayla ülkede, Batıdan birkaç yüz yıl gecikmeli olarak aydınlanma süreci başlamıştır. Çünkü bu yasa, ‘egemenlik kayıtsız şartsız milletindir’ anlayışının işlevsel olması için fikri hür, irfanı hür ve vicdanı hür –kendi iradesine sahip çıkan özgür- yurttaş gereksinimini karşılamak için kabul edilmiştir. Eğitim sistemi yıllarca genelde bu doğrultuda hizmet vermiştir. Cumhuriyetin kuruluş döneminde yetişen öğretmenler sayesinde, 1968 üniversite kuşağı, ülkenin bağımsızlığını, işçi/köylü çocuklarının okumasını, özgürlükçü 1961 Anayasası’nı savunmuş ve ABD’ye/kültürel ve ekonomik sömürüye karşı çıkmıştır. Yurtdışına göçmek bu öğrencilerin aklından bile geçmemiştir.

Dikkat edildiğinde görüleceği gibi, yurttaşın özgürleşmesini dolayısıyla halk egemenliğini (yurttaşın sorgulamasını, eleştirmesini, araştırmasını, haklarına ve iradesine sahip çıkmasını) istemeyenler, yurttaşın kaderci olmasını isteyenler, sömürenlerle işbirliği yapanlar ve gericiler bu yasaya karşı çıkmıştır ve çıkmaktadır. Günümüzün temel eğitim sorunu, bu yasanın özünden sapılmasıdır: Diyanete ve tarikatlara okul açma izni verilip özgür birey yetiştirilmesinden korkulmasıdır.

Çözüm, zorunlu eğitim sürecinin kısaltılması ve mesleki eğitime ağırlık verilmesi değil, mesleki eğitim ile dini öğretimin, öğrencilerin kendilerini, meslekleri ve dünyayı yeterince tanımasına fırsat verecek zorunlu eğitim sonrasında verilmesidir. Liselerin çok amaçlı liseye dönüştürülüp, öğrencilerin genel bilgilerini geliştirirken meslek alanlarını da tanıyacak derslere ve uygulamalara yer verilmesidir. Bilimsel, sanatsal ve uygulamalı derslerle öğrencinin kininin ve dinin davacısı değil, fikri hür, irfanı hür ve vicdanı hür olmasının sağlanmasıdır. Öğrencilerin liselerdeki bilgi ve deneyim birikimiyle ilişkili yükseköğretim programlarına yönlendirilmesidir. En azından zorunlu eğitim sürecinde seçme/eleme sınavı yapılmamasıdır. Çözüm, sıkıştığında kadere sığınacak değil gerçeği arayacak insan yetiştirmektir. 

Ülkenin bir talihsizliği, bu denli gerçek dışı düşünce ve önerilerle laik ve bilimsel-çağdaş- eğitime karşı çıkılmasıdır. İkinci talihsizlik de, bu tür söylemlerin arkasında "eğitimci/öğretmen" denen kişilerin de bulunmasıdır.

[email protected]