YÖK’lük işler: Rektör seçiminin kaldırılması

YÖK başkanı Özcan, alem adam! Kendisini bu göreve getirenleri mahcup etmiyor, sık sık yükseköğretim sisteminin altını üstüne getirecek bir şeyler söylüyor. Bu söylemler, Mavi Marmara ve terör gibi olaylar nedeniyle pek ses getirmese de, sistemi sarsacak düşünceler oluyor. Bu söylemler ne yazık ki sistemde beklenen değişimlere yönelik olmuyor genelde var olan sistemi daha da sorunlu hale getirecek önerileri içeriyor.

Mübareğin, iki hafta kadar önce basına yansıyan son sözlerinden biri, “Artık üniversitede rektör atanması nedeniyle bölünme istemediği” yönünde ve “Bakın son olarak Marmara Üniversitesi'nde seçim yapıldı. 3 adaydan biri 490, biri 380, biri de 300 oy aldı. Ne oldu şimdi üniversite 3'e bölündü” diyor. Mübarek, “Oylar bölünüyor diye muhtarlık, belediye başkanlığı ya da milletvekili seçimlerini kaldırmayı düşünmediğimize göre, bu gerekçeyle rektör seçimini nasıl kaldırırız” demiyor da, “Yakın zamanda tamamlanacak çalışma ile artık seçim olmayacak” diye devam ediyor!

Rektör seçiminin eleştirilecek yanları çok olsa da, Özcan’ın amacının “üzüm yemek” değil, “bağcıyı dövmek” olduğu anlaşılıyor. Bir seçimde, hele zorunlu olarak 6 adayın bulunduğu bir seçimde oyların bölünmesinde ne gibi sakatlık var anlamak kolay değil. Boğaziçi Üniversitesi gibi pek çok üniversitede, rektör seçimlerinde oylar bölünse de, en çok oy alan aday rektör olarak atandığından genelde bir bölünmüşlük sorunu yaşanmıyor. Sorun, üniversitelerdeki bölünme, en çok oy alan adayın değil de, daha az oy alan adaylardan birinin rektör yapılması durumunda yaşanıyor. YÖK, en çok oy alan adayın rektör atanmasını ağlasa, bir bölünme sorunu çıkmayacak. Bu girişim üzerine insanın aklına ister istemez, yoksa rektör seçimini kaldırmak için mi en çok oy alan adaylar atanmıyor sorusu geliyor.

Anımsanacağı gibi, YÖK’ün kuruluşunun onuncu yılında, Boğaziçi Üniversitesi akademisyenlerinin başlattığı, “kendi rektör adayımızı kendimiz belirleyelim” girişimi sonuç vermişti. Yükseköğretim yasasının ilgili maddesinde yapılan bir değişiklikle, YÖK’ün rektör adaylarını belirlemesi yerine, üniversitelerin yapacakları seçimle kendi rektör adaylarını belirlemesi kabul edilmişti.

Anlaşılan Özcan, şimdi de öğretim üyelerinin elindeki bu tek demokratik hakka müdahale etmek istiyor.

Özcan, akıllı ya(!), rektör seçimini kaldırma nedenini, “Bakın vakıf üniversitelerinde kavga çıkıyor mu? Mütevelli heyetinin istediği isim rektör oluyor” gerekçesine bağlayıp toplumu kandıracağını sanıyor! Sanki toplumun özlediği ve istediği üniversite tipi, vakıf üniversitesi! Sanki vakıf üniversitelerinde çalışanlar sendikal haklarını kullanabiliyorlar, eleştirel yaklaşabiliyorlar ve öğretim elemanlarının sesi her yerde çıkıyor da, bir tek rektör konusunda çıkmıyor!

Biliyorsunuz, Özcan’ın bir düşü vakıf üniversitesinin de ötesinde, gerçekten ticari amaçlı özel üniversite kurmak. İkinci düşü de, dincileştirmeyi bir yana bırakacak olursak kamusal üniversiteleri ticarileştirmek. Özcan başkan olduktan sonra, araştırma görevlilerinin istendiği zaman işten çıkartılması gerektiğini söylemişti. 2547 sayılı yasanın 50-d maddesine göre istihdam edilen doktoralı araştırma görevlileri, tezlerini bitirdikten sonra işten çıkarılmasına başlanmıştı. Üniversite, özellikle ikinci öğretim ücretleri artırılmıştı. Üniversitelerde kurulacak danışma kurullarına sermayedarların alınması planlanmıştı. 300 bin öğretmen atanmayı beklerken, diğer fakülte öğrencilerine öğretmenlik sertifikası verilmesi kararı alınmıştı. Bunlar gibi düşünce ve uygulamaları alt alta koyup toplayınca, sonucun üniversitelerin ticarileşmesi olduğu görülüyor. Özcan’ın, “Türkiye'de rektörler illa profesör olacak diye bir şey var. Bu inanç yıkılmıyor. Akademi dışından bir insanın rektör olacağına kimse inanmıyor. Sanılıyor ki akademiden gelirse bir hikmet var” şeklindeki eleştirisi de, “İşletme özellikleri olan bir insan gelse daha iyi idare edebilir. ABD'de birçok dünya ülkesinde bu iş böyle yürüyor. Her okulun başında profesyonel işletmeciler var” söylemi de üniversiteyi ticarileştirme özlemine dayanıyor.

Özcan, rektör seçimini kaldırıp ne yapacaklarını da şöyle açıklıyor:

“Biz de devlet üniversitelerinde seçici bir kurul olsun istiyoruz. Bunu da yaratacağız. Adına seçici kurul denir, mütevelli heyeti denir. Ne derseniz deyin. Üniversite bu seçici kurulu kendisi yaratacak. İsterse sanayi odasından biri alınsın, isterse belediye başkanı veya sivil toplumdan isimler. Bu heyet rektörü belirlesin. Rektör adayı ile görüşecek, mülakata çağıracak. Adayın yönetim potansiyelini değerlendirecek. Üniversiteye katacaklarını şehre olan katkılarını değerlendirecek. Daha sonra da isim belirleyip bizden onay alacak.”

Kamu üniversitelerini yörenin ileri gelenlerinin ve işadamlarının yönetimine devredip üniversiteleri ticarileştirecek “özel statülü devlet üniversitesine” dönüştürecek tasarı 9 Nisan 1991 tarihinde mecliste kabul edilmişse de, Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilmişti.

Akademisyenler üniversitelerine ve kazanılmış haklarına sahip çıkma becerisini gösteremezse, hukukun arkasından dolaşma becerisine sahip Özcan, başbakanın işaretine bakan meclisteki AKP çoğunluğuyla benzer bir yasanın yasalaşmasını her an sağlayabilir.

[email protected]