Sizce Hitler’in propaganda bakanını bile gölgede bırakan ve yaşadığımız gerçeklerle bağdaşmayan açıklamaları yapan kişiden eğitim bakanı olur mu?
Y. Tekin'in 2025 yılı bütçe konuşması
Rıfat Okçabol
Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin, eğitim bakanlığının 2025 bütçesiyle ilgili olarak 15 Aralık 2024’te mecliste yaptığı konuşmada eğitim kavramıyla ilgili açıklamalarında genelde anlamlı şeyler söylüyor. Ancak açıkladığı konuyla ilişkili olarak bakanlığının neler yaptığını anlatırken Y. Tekin’in gerçeklerden saptığı görülüyor.
Örneğin Y. Tekin, “Hepimizin bildiği üzere, eğitim alanı, doğası itibarıyla dinamik bir alandır. Bilimsel, pedagojik ve teknolojik gelişmeler, yenilenen ve dönüşen toplumsal ihtiyaçlar, küresel ve yerel düzeydeki farklılaşmalar, bireysel taleplerdeki çeşitlilikler değişimi zorunlu kılmakta” derken anlamlı şeyler söylüyor. Bu açıklamayı, “Bizi hep daha iyisini aramaya yöneltmektedir” ifadesiyle bitirirken ve ardından “Bizler bu gerçeğin bilincinde olarak, geride bıraktığımız 22 yıl boyunca, Sayın Cumhurbaşkanımızın önderliğinde eğitim sistemimizi daha verimli sonuçlar üretecek bir dinamizmle yapılandırdık” derken, gerçeklerden uzaklaşıyor. Çünkü bakanlığın 22 yıldır bilimsellikten fellik fellik kaçtığı biliniyor. Evrim kuramını tu kaka ettiği ve yaratılış düşüncesini öne çıkarmaya çalıştığı, bilimsel dersleri azalttığı, genel liselerdense imam hatiplere yatırım yaptığı, imam hatip okulları ve Kuran kurslarıyla Sünni-Hanefi anlayışını tüm topluma dayattığı biliniyor. Anaokuluna giden çocuklara dini öğretimin dayatılmasının, onları türbana ve sarığa alıştırmanın, çocukları camiye götürmenin ya da Kâbe maketinin etrafında döndürmenin pedagojik olmadığını cümle alem bilse de bu tür uygulamalar her gün artıyor. Benzer şekilde bazıları kızların okumasına karşı olan tarikat niteliğindeki kuruluşlarla işbirliği yapılmasının bilimsel ve pedagojik yanı olmasa da, bizim Y. Tekin bu tür işbirliklerine giderek ağırlık veriyor.
Y. Tekin açıklamasında, “Eğitim sürecini, yeryüzündeki varoluşumuzun temel gerekçesini ve nihai hedefini oluşturan 'iyi insan' olmanın ve 'kendini tanımanın' tüm koşullarını içerecek bir özgürleşme süreci olarak görüyoruz” derken de gerçekleri saptırıyor. Çünkü bakanlığın uygulamaları bu söylemin tam da ters yönünde oluyor. Dini öğretilere anaokulunda başlanıp ve 11 yaşındaki çocukların imam hatip ortaokuluna gitmeleri sağlanıp onlara kendilerini tanıma fırsatı bile verilmiyor. Din derslerinin sayısı artırılıp çocukların içinde bulunduğu toplumu, dünyayı ve kendilerini tanımaları yerine yüzyılların öncesine bağımlı kalmaları isteniyor. Açık öğretim zorunlu eğitimin bir parçası sayılıp yüzbinlerce çocuğun eğitimden yeterince yararlanması engelleniyor. Ayrıca Y. Tekin, öğrencinin “dinin ve kinin davacısı olacak” şekilde yetiştirilmesinin onların kişiliklerini olumsuz yönde etkileme olasılığını artıracağına da aldırmıyor!
Y. Tekin, “… ileri demokrasiyle yönetilen ülkelerin eğitim sistemleri incelendiğinde, bu ülkelerin artık 20. yüzyılda kalmış olan 'bilgiyi kontrol etme ve öğrencilere belirli düşünceleri aşılama' misyonunu terk ettikleri ve öğrencilerin becerileri ile özgür düşünme kapasitelerini artıracak şekilde örgütlendikleri görülmektedir. Bu nedenle demokratik yönetimler, sürekli olarak öğrencilerin bireysel becerilerine, ilgi alanlarına, öğrenme hızlarına ve mizaçlarına uygun pedagojik bir arayış içerisindedirler” derken yine anlamlı şeyler söylüyor. Ancak ne AKP’nin 22 yıllık icraatları ne de Y. Tekin’in eğitim müsteşarı ve bakanı olarak yaptıkları, bu açıklamayla bağdaşmıyor. Bakanlığın 2013 yılında yönetmelik değişikliği yapıp “soran, eleştiren ve araştıran öğrenci yetiştirmekten” vazgeçmesi, öğrencinin özgürleşmesini istemediğini gösteriyor. Bir toplantıda AKP liderine soru soran kişinin tutuklanması, insanların özgürleşmesinden korkulduğunu gösteriyor. Bakanlığın tarikat niteliğindeki kuruluşlarla ve diyanet işleri ile işbirliği yapması, öğrencilere belirli düşüncelerin aşılanması anlamına geliyor. 22 yıllık uygulamalar, iktidarın “öğrencilerin bireysel becerilerine, ilgi alanlarına, öğrenme hızlarına ve mizaçlarına uygun pedagojik bir arayış içerisinde” olmadığını kanıtlıyor.
Y. Tekin’in konuşmasında “Şükürler olsun ki bugün, eğitim sistemimizi ideolojik tahakkümün bir aracı hâline getiren, toplumun inançlarını baskı altına almaya çalışan, bireyin vicdanını yok sayan yasakçı zihniyet ve yaklaşımlardan kurtarmış olmanın haklı gururunu yaşıyoruz” demesi onun gerçeklerden ne denli uzak olduğunu gösteriyor. Y. Tekin, kişileri özgürleştiren laik ve bilimsel eğitimi ideolojik tahakküm olarak görürken, kişileri ya (IŞİD mensubu gibi) inancının ya da (kaçak içki satanlar gibi) paranın kölesi haline getiren piyasacı ve gerici eğitimi ideolojik tahakküm olarak görmediği ya da görmek istemediği anlaşılıyor. Y. Tekin’e göre, insanların inançlarına karışmayan bir anlayış inançları baskı altına almak olurken farklı inançtakilere bile Sünni-Hanefi inancının dayatılması, nasıl oluyorsa inançları baskı altına almak olmuyor! Y. Tekin’in tarikatları sivil toplum kuruluşu olarak görmesi bile yukarıdaki söyleminin gerçeklerden ne derece kopuk olduğunu açıklamaya yetiyor.
Y. Tekin bu konuşmasında “Adaletsiz katsayı uygulamalarıyla Anadolu’nun evlatlarının yollarının” kapatıldığını söylerken de gerçeği saptırmış oluyor. Çünkü katsayı uygulamasıyla, ilahiyat fakültelerini kazanan imam hatipli sayısı ile meslek yüksekokullarını kazanan meslek lisesi mezunlarının sayısı çok artmıştır. Üstelik bu uygulama sayesinde pek çok meslek lisesi mezunu örneğin eğitim fakültelerine girme olanağı bulmuştur. Özetle bu uygulama liseye giderken doğru seçim yapmış olan ve üniversitede ilgili programa girmek isteyen öğrencinin lehine olmuştur. İmam hatipte/meslek lisesi bilgisayar programında okuyan bir öğrenciye ilahiyat fakültesine/ eğitim fakültesinde bilgisayar öğretmenliği programına başvurduğunda ek katsayı uygulanıp onun bu fakülteyi kazanma şansının artırılması, çocukların yollarının kesilmesi anlamına gelir mi? Y. Tekin’in bu gerçekleri bile bile gerçekleri saptırmayı yeğliyor.
Y. Tekin hızını alamayıp “Yasakçı zihniyet tasfiye edilirken, inanç ve düşünce hürriyetini devletin teminatı altına alan ve bireylerin vicdanlarını özgürleştiren bir düzen inşa edilmiştir” derken de gerçeklere aldırmadığını gösteriyor. Bu açıklamayı,
- Anayasa Mahkemesi’nin (AYM) ifade özgürlüğü olarak gördüğü halde, 8 yıldır barış bildirisini imzaladıkları için meslekten çıkarılan akademisyenlere haklarını geri vermeyen;
- AYM’nin mecliste olması gerektiğine karar verdiği Can Atalay’ı, herhangi bir suçları olmadığı için AİHM’nin serbest bırakın dediği Selahattin Demirtaş ile Osman Kavala ve arkadaşlarını hapiste tutan ve
- iktidarın beğenmediği bir haberi açıklayan ya da ifadelerde bulunan kişiyi apar topar tutuklayan
bir iktidarın bakanı söylüyor!
Y. Tekin’in büyük olasılıkla başkalarından derlediği eğitimle ilgili açıklamaları anlamadığını düşünmek yanlış oluyor. Y. Tekin’in, bakanlık uygulamalarıyla ilgili açıklamalarının eğitimle ilgili olarak söyledikleriyle ters yönde olduğunu görmediğini/bilmediğini düşünmek de anlamlı olmuyor. Bu durum, Y. Tekin’in gerçekleri bile bile saptırdığını gösteriyor.
Sizce Hitler’in propaganda bakanını bile gölgede bırakan ve yaşadığımız gerçeklerle bağdaşmayan açıklamaları yapan kişiden eğitim bakanı olur mu?