Rıfat Okçabol

İÜ hukuk fakültesi mensupları dahil bu üniversitede çalışan 3515 akademisyenin ne tutum takınacakları merak konusu olmaktadır. Hatta ülkede var olan 80 kadar hukuk fakültesinin tutumu da merak konusudur.

Üniversitenin/profesörlüğün hali!

Rıfat Okçabol

12 Eylül darbecileri 6 Kasım 1981’de 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu’nu çıkardıklarında, duyarlı kesimler üniversiteyi üniversitelikten uzaklaştıracağı için bu yasaya karşı çıkmıştı.

Prof. Dr. İhsan Doğramacı 1981 sonunda YÖK başkanlığına getirilmişti.1982’nin ilk aylarında, yasa gereği Doğramacı’nın her üniversite için belirlediği 4 rektör adayından biri rektör olarak ve Doğramacı’nın/YÖK’ün seçtiği kişiler de dekan olarak atanmışlardı. Bu kişilerin çoğu Türk-İslam sentezi anlayışına yakın olan kişilerden seçilmişti. Üniversitelerin ne hale geleceği, bu atamalardan daha birkaç ay geçmeden belli olmuştu. İstanbul Üniversitesi, 2 Aralık 1982’de “haiz olduğu ahlaki faziletler ve meziyetler yanında vatana hizmet ve yurtta ilmin yayılmasında büyük hizmetler ifasıyla temayüz etmiş olduğu gerekçesiyle” darbe lideri Kenan Evren’e onursal hukuk doktoru unvanı vermişti!1

Demokrat Parti iktidarının Anayasa’ya aykırı olarak mecliste Tahkikat Komisyonu kurmasına 28 Nisan 1960 günü tepki gösteren-hukuka sahip çıkan- İÜ’nün, darbe liderine onursal unvan veren bir üniversiteye dönüşmesi- duyarlı kesimleri daha da kaygılandırmıştı. Herhalde bu kararı verenler arasında mensubu olduğu hukuk fakültesi dekanının da olmasına çok üzülen Ord. Prof. Dr. Hıfzı Veldet Velidedeoğlu, öldüğünde cenazesinin hukuk fakültesine getirilmemesini vasiyet etmişti.

Bırakın üniversitelerde olmaması gereken diğer gelişmeleri, gerçeklerle örtüşmeyen gerekçelerle onursal unvan verilmesi devam etmişti. Dil Tarih ve Coğrafya Fakültesi, darbe yapıp Pakistan’ı şeriat ülkesine dönüştüren Ziya-ül Hak’a ve İÜ de NATO Genel Sekreteri Lord Carrington’a 1986’da onursal doktor unvanı vermişti. Üniversiteler, Kemal Gürüz ve Erdoğan Teziç’in YÖK başkanlığı zamanında üniversitelerine davet etmedikleri AKP liderine,  Prof. Dr. Yusuf Ziya Özcan’ın YÖK başkanı olmasından sonra "Medeniyetler İttifakına, dünya barışına ve ülkemizin dünyada yıldızının parlamasına katkı" gibi gerekçelerle, onursal unvan verme yarışına girmişti. Onursal unvan dağıtılması AKP lideri ile sınırlı değildi. Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi, 2012’de herhalde "Fetöcü" olduğu için futbolcu Hakan Şükür’e ve 16 Şubat 1969’da yaşanan Kanlı Pazar’ın yaratıcılarından olup "Laiklik anayasadan çıkarılmalı" diyen meclis başkanı İsmail Kahraman’a onursal doktor unvanı vermişti. Üsküdar Üniversitesi de, “toplumu birleştiren kişiliğiyle ve ilkeli duruşuyla Türk siyasetine, demokrasimize ve Türk Halkına yaptığı anlamlı katkılardan dolayı” parlamenter sistemin sona ermesini kabul eden başbakan Binali Yıldırım’ı onursal unvanla ödüllendirmişti.    

Gerçeklerle bağdaşmayan ve ağırlıklı olarak siyasal nedenlerle verilen bu tür onursal unvanlar, üniversite senatolarının kararıyla olmaktadır. Senatolar, (2016 Ekiminden önce YÖK’ün belirlediği, günümüzde ise Cumhurbaşkanının seçtiği) rektör, (YÖK’ün atadığı) dekanlar, (rektörün atadığı) enstitü ve yüksekokul başkanları ile her fakültenin seçtiği üyelerden oluşmaktadır. Bu üyeler genellikle profesör unvanlı kişilerdir. Dolayısıyla gerçeklerle bağdaşmayan nedenlerle onursal unvanlar verilmesi ya da bilimsellikle, insan haklarıyla, laiklikle, …-üniversite anlayışıyla- bağdaşmayan kararların sorumluluğu üye olan profesörlere aittir. Bu tür olaylarda üye profesörlerin aymazlığı, onları kendilerine yabancılaştırdığı gibi üniversiteyi de topluma yabancılaştırmaktadır.

Profesörün örneğin “Yolsuzluk başka şey, hırsızlık başka şeydir, yolsuzluğa hırsızlık demek dinen iftiradır”; başı açık kızlara, “Sizin yüzünüzden melekler derse gelmiyor”;  “Biyoloji kitaplarında ateizm öğretiliyor” ve “Helal olmayan katkıları içeren ilaçların inançları tehdit ettiğini” söylemesi, öncelikle yalnız bu sözü söyleyeni bağlayan bir durumdur. A partisi üyesiyken topa tuttuğu B partisine geçen profesörlerin bu anlaşılmaz tutumları da mensubu olduğu üniversiteyi değil de kendilerini bağlayan bir durumdur. Oysa üniversite senatolarının ya da yönetim kurullarının aldığı kararlar, hem bu kurul üyelerini hem de üniversiteyi ve hatta tüm üniversiteleri bağlamaktadır. 

Ne yazık ki duyarlı kesimlerde 6 Kasım 1981 günü ve sonrasında oluşan kaygılar günümüzde tavan yapmıştır. Son yıllarda hemen her üniversitede ve dört yıldır kayyım yönetiminde olana Boğaziçi Üniversitesi’nde alınan kararlar, genelde bilimle, gerçeklerle, akademisyenlikle ve üniversiterlikle bağdaşmayan kararlar niteliğindedir.

Son örnek ise iki gün önce İÜ’nün yönetim kurulunun, 1990’da başka bir üniversiteden geçiş yapıp İÜ’den mezun olan Ekrem İmamoğlu ile 28 kişinin diplomalarını iptal etmesi kararı da, bu nitelikte olup hukuk açısından ise çok daha vahim bir karardır. 

Üniversite yönetim kurulunda, rektör, dekanlar ve profesörler arasından seçilmiş üç üye bulunmaktadır. İÜ’de 17 fakülte olduğuna göre yönetim kurulunda 1+17+3=21 profesör vardır. Dolayısıyla bu 21 kişinin kararı üniversitedeki 3515 akademisyeni bağlayan bir karar olmaktadır. Hatta bu karar tüm üniversiteleri ve sayıları 200 bine ulaşan tüm akademisyenleri de bağlamaktadır. Çünkü 

  • E. İmamoğlu’nun İÜ’ye transfer olduğu Kıbrıs’taki üniversiteden yalnız İÜ’ye değil başka üniversitelere geçenler de olmuştur. İÜ’ye transfer olanların diplomaları sorunlu ise diğer üniversitelere transfer olanların diplomaları da sorunludur.
  • Diplomaları iptal edilenler, sahte bir belge sunmamışlardır; sınav olduysa kopya çekmemişler ya da sınava başka birini sokmamışlardır, mülakat olduysa kendileri yerine arkadaşlarını mülakata sokmamışlardır, transfer sürecine herhangi bir şekilde hile katmamışlardır. Diplomalarının iptalini gerektirecek bir suç işlememişlerdir.
  • Transfer sürecinde bir usulsüzlük varsa, bunun suçu diplomaları iptal edilenler değil, kimin transfer edileceğine karar veren birimdir, kuruldur, bölümdür, fakültedir.
  • Kişi transfer olmak istediği bölüme başvurduğunda, bölüm durumu değerlendirerek başvuruları ya kabul eder ya da reddeder. Kabul/red kararı bölüme dolayısıyla bölümün bağlı olduğu fakülteye aittir.  
  • İlgili fakülte transfer olayında bir sorun olmadığını bildirmişse, son karar fakültenin bu kararıdır.

Tüm bu gerçeklere karşın 1-2 değil 21 profesörün yetkili olmadıkları bir konuda ve bir aşiret devleti kurumunun üyeleriymişçesine gerçekleri göz ardı ederek 28 kişinin diplomasını iptal etme kararı, üniversitelerin geçmişte aldığı kararların üstüne tuz-biber ekmiştir. Bu diploma kararı, 2019 yerel seçimlerinde bir zarfa atılan dört oydan yalnız İmamoğlu’na atılan oyları iptal eden Yüksek Seçim Kurulu kararına benzemektedir. Bu karar, profesörlerin üniversiteyi ne hale düşürdüklerinin (şimdilik) son örneğidir. 

Bu 21 kişinin içinde hukuk fakültesi dekanının olması ve kurul üyelerinden bir tekinin bile, “Atatürk’ün askerleriyiz” diyen teğmenlerin ordudan atılması kararına karşı çıkıp emekliliğini isteyen komutan kadar olamamaları, bu kararın nelere yol açacağını öngörememeleri, olayın vahametini daha da artırmaktadır.

Bu noktada öncelikle İÜ hukuk fakültesi mensupları dahil bu üniversitede çalışan 3515 akademisyenin ne tutum takınacakları merak konusu olmaktadır. Hatta ülkede var olan 80 kadar hukuk fakültesinin tutumu da merak konusudur.  

Böylesi bir kararın, bir Türkiye gerçeği (!) haline gelmesine izin verilmemelidir.  

[email protected]

  • 1

    Bkz. YÖK başkanları ve üniversiteleri, ÜTOPYA yayınevi, 2021.