Olmuyor Başkan, olmuyor!

Kendilerine “başkan” diye hitap edilenler üzerine alınmasın, başlıktaki başkan, günümüzün YÖK başkanı, Prof. Dr. Yusuf Ziya Özcan.

Bu başkan, göreve getirildiği ilk günlerde “Araştırma görevlilerini burslu çalıştıralım, beğenmeyince ve istediğimiz zaman atarız. Herkes üniversiteye gitmesin, üniversiteyi paralı yapalım. Rektör seçimleri karışıklık yaratıyor, üniversite senatoları rektör adayını belirlesin” vb. inciler döktürmeye başlamıştı.

Bu arada, göreve başlayıp başbakanı ziyarete gittiğinde, başbakanın onu dikkatli olması için uyarıyor. Başkan da, “Cumhurbaşkanının da kendisini ‘Aman söylediklerine dikkat et düşündüklerini söylersen …’ sözleriyle uyardığını” söylüyor!
Ancak bu uyarıların pek bir işe yaramadığı görülüyor. Başkan iki yıldır yaptığını yapıyor başkanlığının iki yılını değerlendiren basın toplantısında da, peş peşe yeni inciler döktürüyor!

Başkan basın toplantısında, katsayı konusundaki YÖK kararının Danıştay tarafından iptal edilmesiyle ilgili olarak, “… bizim B ve C planlarımız var. D ve E’ye kadar gider. Yemin ediyoruz. Bu sonucu tahmin ettiğimiz için her şeyi baştan hazırladık” diyor (gazeteler, 12 Aralık 2009). Yani kararlarının hukuksal duruma uymadığını bile bile bu kararı aldıklarını itiraf ediyor! Bir de hızını alamayıp bir soru üzerine, “Hocam gerekirse hukuku da dolanacağız” diyebiliyor!

Bu sözleri okuyunca, ister istemez başkanın ne dediğini bilip bilmediğini düşünürken, katsayı konusunun imam hatiplerle ilişkisine yönelik olarak, “Kimse çocuğunu bu okullara imam hatip olsun diye yollamıyor. Amaç dini bilgileri öğrenmesi, hayata hazır başlanması” dediğini de okuyoruz. Yani başkan, katsayıyı kaldırmanın imam hatiplerin önünü açacağını bilerek hukuku da dolanmayı göze alıyor. Başkanın, ne yaptığını çok iyi bildiği anlaşılıyor!

İnsan merak ediyor! YÖK başkanlığı böylesine sorumsuz ve dandik bir makam mı? Başkan bu cüreti nereden buluyor?

Anlaşılan, kişi bu denli cüretkar olunca, aklına geleni söylemesi de kolaylaşıyor inciler dökmesi de.

Başkan, “Bu ortaöğretimdeki din kültürü ve ahlak bilgisi dersi kaldırılabilir, ciddi bir din dersi, seçmeli din dersi getirilebilir, o seçmeli din dersinde veliler neyi arzu ediyorlar, çocuklarının Kuran öğrenmesini mi arzu ediyorlar, Kuran öğrenirler, namaz süreleri ve ayetleri öğrenebilirler, temel dini bilgiler kazanabilirler” diyor!
Düşünebiliyor musunuz, Kuran’ın, namaz sürelerinin ve ayetlerin öğretileceği bir dersi öneren kişi Diyanet İşleri Başkanı değil, varlık amacı ve temel işlevi “bilim” olan üniversitelerden sorumlu kişi!

Başkana sormak gerekiyor: Sizce, çocuklar aile içinde yeteri kadar dinlerini öğrenmiyorlar mı? Çocukların önemli bir bölümü, camiye gittiğinde dinlediği hutbelerden, televizyonlardaki dini sohbetlerden, gazetelerdeki din köşelerinden, her köşede satılan dini kitaplardan ve Kuran kurslarında yeterince dinlerini öğrenmiyorlar mı? Haydi, hutbeler, televizyonlar, gazeteler ve kitaplar yetmiyor diyelim Kuran kurslarında öğrenilenler de mi “hayata hazır başlanması” için yeterli değil? Bu kurslarda Kuran öğretilmeyip başka şeyler mi öğretiliyor? Bildiğiniz bir şeyler var da, toplumdan mı saklıyorsunuz?

Başkana sormak gerekiyor: Kuran’ı öğrenmeyen, namaz sürelerini ve ayetlerini bilmeyen çocuk, hayata hazır başlamıyor mu? Hıristiyan ve Musevi gibi göksel (semavi) dinlere inanan, Budist ve Hindu gibi göksel olmayan dinlere inanan ya da herhangi bir dine inanmayan ailelerin çocukları, hayata hazır başlamıyorlar mı?

Başkana sormak gerekiyor: Böylesine bir ders seçmeli olursa, çocukların aileden, hutbelerden, televizyonlardan, gazetelerle kitaplardan ve Kuran kurslarından öğrendiklerinden farklı olarak ne öğretilecek? Laik ve bilimsel eğitimin yapılması gereken okullarda, böylesine öğretilerin yeri var mı? Okullarda, temelde çocuğun “2 kere 2 eşittir dört” önermesine bile karşı çıkması öğretilirken, karşı çıkmayı aklından bile geçirmemesi istenen şeyler nasıl ve ne amaçla öğretilir?

Başkan için okul ile cami aynı şey mi acaba?

Başkana sormak gerekiyor: Allah aşkına siz kendinizi ne sanıyorsunuz ve ne yapmak istiyorsunuz? Siz kendinizi, bu tür lafları uluorta eden başbakan, başbakan yardımcısı, bakan, o partinin grup başkanı ya da genel başkan yardımcısı falan gibi bir siyasetçi mi sanıyorsunuz? AKP’leştiğinizi mi göstermek istiyorsunuz?

Arada bir, “YÖK’ün yetkileri çok fazla” deyip duruyorsunuz! Yetkiniz çok fazlaysa, neden bu yetkilerin bir kısmından feragat etmiyorsunuz? Neden üniversitelerden gelen 6 adaydan ilk üç sıralardakileri olduğu gibi cumhurbaşkanına sunmuyorsunuz? Neden en çok oy alan adayı değil de en az oy alan adayı dekan atıyorsunuz? En çok oy alan rektör adaylarını cumhurbaşkanına sunsanız ve en çok oy alan dekan adayını dekan atasanız, kim ne diyecek? Laikle, bilimsellikle ve demokratikle bağdaşmayan kararları gözünüzü kırpmadan alıyorsunuz, sonra dönüp, “YÖK’ün yetkileri çok fazla” diye hayıflanıyorsunuz!

“Rektör seçiminde Köşk ve YÖK’ü tümüyle devreden çıkartıp, mütevelli heyetleri yoluyla seçim modelini” öneriyorsunuz! Sözgelimi bin köylü ya da bin mahalleli kendi muhtarını seçer de 1000 öğretim üyesi bu işi başaramaz, yüzlerine gözlerine bulaştırır mı diyorsunuz?
Hepi topu iki yıllık YÖK başkanlığınızda, 25 yılda açılan vakıf üniversitelerinin neredeyse yüzde 50 kadarı sizin izninizle açılıyor! Sonra da rahatlıkla, “Her önüne gelenin vakıf açabilmesinin doğru olmadığını” söylüyorsunuz!

Siz toplumla dalga mı geçiyorsunuz?

11 Aralık 2009 günkü basın toplantısında, “TBMM’nin cumhurbaşkanının isteğini kırmayacağını düşündüğünüzü” de söylüyorsunuz. Size göre, meclis-cumhurbaşkanı ilişkisi “kırmama” kavramı üzerinden mi yürüyor? Siz cumhurbaşkanını ve başbakanı kırmamak için mi böyle davranıyorsunuz?

[email protected].