Rıfat Okçabol

Durum nefret söyleminin, toplumsal bütünlüğümüzü parçalamak için planlı bir biçimde pompalandığını düşündürecek düzeye çıkmış bulunuyor.

Nefret

Rıfat Okçabol

Belirli bir kişinin ya da grubun cinsiyetini/cinsel eğilimini, etnik kökenini, eylemlerini, düşüncelerini ya da inancını hedef alan düşmanca ve aşağılayıcı duygulara nefret deniyor. Bu tür duyguların dile getirilmesi de, örneğin “Laik yobazlar gavurdan beter”, “Ekrem kreşleri sapkınlara emanet etti”, “Ey aydın müsveddeleri siz karanlıksınız, karanlık”,  kalp krizinden ölen bir sanatçı için “Karadeniz’i de kirletir, Hindistan Ganj Nehri’ne atsınlar” gibi ifadeler ve LGBTİ karşıtı yazılar nefret içerikli söylemler/yazılar oluyor.

Nefret duygusuna fiilen yaşanılan olaylar ya da gerçek olmayan olaylarda üretilmiş algılar kaynaklık edebiliyor. Dolandırılan, haksızlığa uğrayan, istismar edilen, hakarete uğrayan, … kişiler, kendilerine bu tür mağduriyeti yaşatanlara karşı nefret duyabiliyor. Örneğin kan davasında babasını ya da abisini kaybetmiş kişi, öldüren kişiye ve onun ailesine nefret duyabiliyor. Benzer şekilde hilafet ya da padişah hayranlığı duyanların bir bölümü, hilafeti/saltanatı kaldıranlara nefret duyabiliyor. Nefret söylemiyle yetinmeyip nefretini denetleyemeyenler, olayı karşı taraftakileri, kan davasında ve IŞİD eylemlerinde görüldüğü gibi, öldürmeye kadar götürebiliyor.

Ne yazık ki, geçmişte dünyanın her yerinde nefrete dayalı pek çok katliamın yaşandığı biliniyor. ABD’de 1800’lerin ikinci yarısında ortaya çıkan Ku Klux Klan, siyah ve göçmen düşmanlığıyla tanınıyor. Hitlerin 1939-1945 yıllarında Yahudilere ve Hutuların 1994’te Ruanda’da Tutsileri karşı soykırım uygulamaları birer nefret suçu oluyor. 1970’li yıllarda Çorum’da, Maraş’ta, Malatya’da ve 1993’te Sivas’ta yaşanılan nefret kaynaklı vahşetler de hâlâ akıllarda canlılığını koruyor. Günümüzde de benzeri nefret içerikli saldırılar, Filistinlilere karşı uygulanıyor.

Ülkemizde dile getirilen nefret söylemlerinin önemli bir bölümünün gerçek dışı olay ve anlatılanlarla ilişkili olduğu görülüyor. Örneğin kimilerinin gerçek dışı olsa da “CHP camileri yaktı” söylemi (aynı zamanda Atatürk/ Cumhuriyet rejimi camileri yaktı anlamına geliyor), bazı dindarlarda nefret uyandırıyor. Bu nefret Atatürk, CHP ve Cumhuriyet rejimine karşı nefret söylemlerine ve de hatta eylemlerine yol açabiliyor. Bu nedenle birileri “Keşke yurdumuzu Yunanlılar işgal etseydi” diyebiliyor. Atatürk heykellerine bu nedenle saldırılıyor. Bu nedenle 1993 Temmuzunda Sivas’ta yaşanan Madımak Katliamını gerçekleştirenler, “Cumhuriyet burada kuruldu burada yıkılacak” naraları atabiliyor. 

Nefret kaynaklı söylem ve eylemler, insanları farklı şekillerde etkiliyor: Kişileri ötekileştiriyor, insanlar arasında ayrışmaya yol açabiliyor, bu tür söylem kullananı gerçeklere ve kendisine yabancılaştırabiliyor, yeni nefret kanalları açıp bunların yaygınlaşmasına yol açıyor. Ne yazık ki son yıllarda nefret söyleminin artarak yaygınlaştığı, ağırlıklı olarak iktidar mensuplarıyla yandaşlarınca dile getirildiği ve suç niteliğinde olan söylemleri dile getirenlere bile dokunulmadığı görülüyor. Nefret içermese de muhalefet kaynaklı eleştiriler bile suç ya da hakaret olarak değerlendirilip yargıya taşındığından, muhalefetten kaynaklanan nefret söylemi pek olmuyor. Durum nefret söyleminin, toplumsal bütünlüğümüzü parçalamak için planlı bir biçimde pompalandığını düşündürecek düzeye çıkmış bulunuyor. Sanki her olay, yeni nefret söylemi üretmenin kaynağı olarak kullanılıyor.

Örneğin İBB başkanının tutuklanmasını protesto eden yasal ve demokratik gösteriler, iktidar mensuplarıyla yandaşlarının çoğu suç niteliğinde olan nefret dolu söylemelerle değerlendiriliyor. İktidar mensuplarıyla yandaşların her olaydan nefret söylemi üretme ustalığı (!), muhalefetin başlattığı boykot olayında da ortaya çıkıyor.

Bilindiği gibi Başbakan, 2008’de Almanya’daki “Deniz Feneri” yolsuzluk davası hakkında haber yapan Doğan Grubu’nun gazetelerinin evlere sokulmaması çağrısını yapmış ve bu boykotun en doğal hakları olduğunu belirtmişti. Cumhurbaşkanı, 14 Ağustos 2018’de ABD ürünlerine ve 26 Ekim 2020’de Fransız ürünlerine karşı, Aralık 2024’te ve Ocak 2025’te de fahiş fiyat uygulayanlara karşı boykot çağrısı yapmıştı. Diyanetin başındaki kişi bile İsrail’in boykot edilmesini isterken, “Bir Müslüman zalimleri destekleyenleri destekliyorsa, boykota uymuyorsa, boykot ürünlerini hala evine sokuyorsa, hala boykot ürünlerini boykot etmiyorsa imanını sorgulasın” diyebilmişti. Ve de hiçbir kimseden ya da kesimden bir tepki gelmemişti. Kimse boykot çağrısı yapanlara nefret kusmamış ve suçlamamıştı.

Ancak muhalefetin boykot çağrısı sonrasında nefret söyleminin tavan yaptığı, söylemle yetinilmeyip boykot çağrısı yapanlar hakkında soruşturmaların açıldığı ve boykotu savunanların işlerinden atıldığı görülüyor. Üstelik bu tür gelişmeler kendilerini dindar olarak gösterenler tarafından, hem de bir bakıma küskünlerin barışması ve nefretlerin unutulması ve hoşgörünün tavan yapması beklenen bayram günlerinde de devam ediyor. 

Bu arada yasal haklarını kullanıp gösteri yapan öğrencilerin sınavlara girmesine izin verilmemesi de, tutuklandıktan sonra yüksek tansiyonu olan ve damarlarına sten takılan İBB Genel Sekreter yardımcısının serbest bırakılmaması da, toplumda nefret içerikli bir uygulama olarak algılanıyor

Oysa toplumsal birlik ve beraberlik için geçmişte nefret söyleminin nelere yol açtığını unutmayıp nefret söyleminden kaçınmak gerekiyor.

[email protected]