Rıfat Okçabol

Eğitim sistemlerinde gericilik, piyasacılık ya da ırkçılık var oldukça, ülkelerin ve dünyanın barış içinde yaşaması kolay değildir. 

İnsan hakları (II)

Rıfat Okçabol

Avrupa devletleri İnsan Hakları Bildirgesi ile yetinmeyip 4 Kasım 1950 tarihinde "Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi"ni1 imzalamışlardır. Bu sözleşmede de, “…Herkes düşünce, vicdan ve din özgürlüğüne sahiptir (m. 9). … Bu Sözleşmede tanınan hak ve özgürlüklerden yararlanma, cinsiyet, ırk, renk, dil, din, siyasal veya diğer kanaatler, ulusal veya toplumsal köken, ulusal bir azınlığa aidiyet, servet, doğum başta olmak üzere herhangi başka bir duruma dayalı hiçbir ayrımcılık gözetilmeksizin sağlanmalıdır (m. 14)” gibi insan haklarına vurgu yapan ifadeler vardır. Bu sözleşmeye bağlı kalınması için, 21 Ocak 1959’da da kararları imzacı devletleri bağlayıcı olacak Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kurulmuştur.

Birleşmiş Milletler Genel Kurulu 20 Kasım 1989 tarihinde de Çocuk Hakları Sözleşmesi’ni2 kabul etmiştir. Bu sözleşmede yer alan hakların bir bölümü şöyledir: “Bu Sözleşme uyarınca çocuğa uygulanabilecek olan kanuna göre daha erken yaşta reşit olma durumu hariç, onsekiz yaşına kadar her insan çocuk sayılır (m. 1). … Taraf devletler, çocuğun düşünce, vicdan ve din özgürlükleri hakkına saygı gösterirler (m. 14). (...) Taraf Devletler, çocuğun eğitim hakkını kabul ederler ve bu hakkın fırsat eşitliği temeli üzerinde tedricen gerçekleştirilmesi görüşüyle özellikle: İlköğretimi herkes için zorunlu ve parasız hale getirirler (m 28).” Bu bildirileri pek çok devlet imzalamış olsa da, imzalarına ihanet eden devletler de çoktur. Bu konuda en çarpıcı durum, İsrail ile insan hakları konusunda öncülük eden piyasacı/kapitalist devletlerin tutumudur. 

Yahudiler, tarihte bulundukları topraklardan birkaç kez sürülmüş bir toplumdur. İlkçağda Mısır’dan Filistin’e, Filistin’den Babil’e, Babil’den Filistin’e sürülmüşlerdir. Roma İmparatorluğu, Yahudi ayaklanması sonrasında 69 yılında Yahudileri Kudüs dışına sürgüne gönderip onların tüm dünyaya yayılmasına yol açmıştır. O zamandan beri Yahudilerin bir kısmı, Tevrat’a göre kutsal toprakları olan Filistin’e dönmeyi düşünmüşlerdir. İspanyollar 1400’lerin sonlarında Emevi Müslümanlarını İspanya dışına çıkardıklarında, ülkelerindeki Yahudileri de sürgüne göndermişlerdir. Hitler, II. Dünya Savaşında Almanya’da ve işgal ettiği ülkelerdeki Yahudilere karşı soykırım uygulamıştır. 

II. Dünya Savaşı sonrasında Birleşmiş Milletler Genel Kurulu, 29 Kasım 1947’de Filistin’deki bir bölgeyi Yahudilere tahsis etmiştir. Filistin’de yaşamaya devam eden Yahudilerle dünyanın hemen her yerinden gelen Yahudiler, 14 Mayıs 1948’de kendilerine tahsis edilen bölgede İsrail devletini kurmuşlardır. İsrail devlet olduktan sonra, Yahudi olmayan Filistinlilerle barış içinde yaşamayı değil, onlara dünyayı dar etme politikasını sürdürmüştür. 1967’de gerçekleşen Arap-İsrail savaşından sonra işgal ettiği topraklardan çekilmemiş ve zaman zaman Müslümanların Kudüs’teki kutsal mekanı ‘Mescid-i Aksa’ya bile askeri harekat düzenlemiştir. İsrail’in, bir yıldır Filistin’in bir parçası olan Gazze’deki Müslüman halkı çoluk-çocuk demeden katletmesi bir soykırım niteliğinde olduğu gibi, istediği anda istemediği kişileri yaşadıkları bölge nerede olursa olsun öldürmesi, Suriye’ye, İran’a, Lübnan’a saldırması, en azından insan haklarına karşı işlenen suç niteliğindedir. Nedense başta insanların eşit olduğunu deklare eden ABD olmak üzere pek çok devlet de İsrail’i desteklemektedir. 

ABD’nin insan haklarını açıkça ihlal eden İsrail’i desteklemesi şaşırtıcı değildir. Çünkü ABD, insan hakları ihlali konusunda mimlidir. 1776’da insanlar eşit demiş olsa da, köleliği ancak 1865’te yasaklamış ve 1960’lara kadar bazı otobüslere ve lokantalara “Zenciler giremez” diyebilmiş, onları ikinci sınıf vatandaş saymıştır. Martin Luther King Jr.’ın 1955-1968 yılları arasında öncülük ettiği barışçıl eylemler sonunda ancak bu tür yasaklar kalkmıştır. Dünya Savaşı sırasında ABD’ye göç etmiş olan Japonları kamplarda toplayıp yaşamdan tecrit etmiştir. 

ABD, Amerika dışındaki eylemleriyle de insan haklarına aldırmadığını gösteren, istediği yere istediği anda müdahale eden ve vahşet yaratan bir devlettir.

ABD, İngiliz, İspanyol ve Portekiz’in işgal ettikleri topraklarda yaşayan yerli halkları neredeyse yok etmesi gibi, Kuzey Amerika’da yaşayan yerlileri de yok etmeye çalışmıştır. Bu arada başka ülkeleri istila etmek yerine önce o ülkelerdeki azınlıkları kışkırtırken kendine yandaş insanlar yetiştirmek amacıyla okullar açmaya başlamıştır. Örneğin 1824’ten itibaren Osmanlıda, Halep, Şam, Bağdat, Beyrut, Harput, Kayseri, İzmir ve İstanbul’da Amerikan kolejleri açmıştır. ABD, 1845’te Meksika topraklarını işgal ettiğinde de, 1800 sonlarında savaştığı Filipinlerde de katliamlar yapmıştır. II. Dünya Savaşı’nda 6 Ağustos 1945’te Hiroşima’ya ve 9 Ağustos 1945’te de Nagazaki’ye atom bombası atarak iki günde 220 bin kadar insanın ölmesine ve on binlerce çocuğun sakat doğmasına neden olmuştur. Benzer bir vahşeti 1960 sonlarında napalm bombalarıyla Vietnam halkına yaşatmıştır. Benzer bir zulmü, Irak’a silah yardımı yapıp 1980-1988 yılları arasında İran ile savaştırarak, Ağustos 1990’da önce Irak’ın Kuveyt’i işgal etmesine izin verip hemen arkasından Körfez savaşında Irak’a saldırarak, 10 yıl kadar süreyle Ambargo koyduğu Irak’ta masum çocukların ilaç yokluğundan ölmelerine aldırmayarak sürdürmüştür. Bütün bunlarla yetinmeyip 2003’te “Nükleer silah üretiliyor” yalanını üretip “demokrasi getirmek için!” Irak’ı işgal etmiştir. Ülkenin üçe bölünmesine, on binlerce insanın yerinden yurdundan ayrılıp göç etmesine, yaralanmasına ve ölmesine neden olmuştu.

ABD, aslında geri kalmış ülkelerin demokratikleşip bağımsızlık kazanmasından da, bağımsızlıklarını korumaya çalışmasından da nefret eden bir ülkedir. Örneğin ABD, 1949’da Suriye’de ve 1953’te de İran’da seçile gelmiş hükümetlerin devrilmesini desteklemiştir. Amerikan birlikleri, 'istikrarı' korumak amacıyla 1958’de Lübnan’a askeri müdahalede bulunmuştur. ABD, 1954’te Guatemala’da, 1961’de Zaire’de, 1965’te Endonezya’da3, 1974’te Şili’de, 1979’da Pakistan’da, 1980’de Türkiye’de, 2000’de Peru’da, 2002’de Venezüella’da demokratik yollarla iktidara gelmiş hükümetleri devirmiştir. Afganistan’daki Sovyet yanlısı rejimi devirmek için 1980’lerde Pakistan da, Taliban olarak bilinen gericiler eğitmiştir. Usame bin Laden ile bir Taliban olan Gulbeddin Hikmetyar’ı, 11 Eylül 2001 ikiz kuleler saldırısı öncesinde özgürlük savaşçıları olarak görmüştür4 (Yıldırım, 2004).

Gelişmekte olan ülkelerin sola kaymasını ve ya da bağımsızlığını engellemek için dinci ya da ayrılıkçı fanatik grupları destekleyen de ABD’dir. ABD, Mısır’da bağımsızlık yanlısı Abdülnasır’a karşı gerici Müslüman kardeşleri, Cezayir’de sosyalist rejime karşı gerici İslami Selamet Cephesi’ni (FIS), Filistin’de bağımsızlık mücadelesi veren laik El-Fetih hareketine karşı, gerici Hareket-ül Mukavemet-ül İslamiye’yi (HAMAS’ı) desteklemiştir. Türkiye-İran-Irak ve Suriye’de de ayrılıkçı PKK’yi desteklemektedir. ABD, 2011’de NATO (ve Türkiye’nin) işbirliğiyle Libya’ya saldırıp Saddam gibi Kaddafi’nin linç edilmesini sağlamıştır. Arap baharında, önce Mısır’da başkan Mübarek’in devrilip gerici Mursi’nin cumhurbaşkanı olmasını ve sonra da Mursi’nin devrilmesini sağlamıştır. 2012’den beri Suriye’de de laik Esat’a karşı ayrılıkçı ve şeriatçı güçleri desteklemiş, sonunda İsrail gibi ABD’nin taşeronluğunu üstlenen devletlerin katkısıyla geçen hafta şeriatçı güçlerin Şam’ı ele geçirmesiyle laik Esat rejiminin sonunu getirmiştir. ABD ve taşeronları, şeriatçıların hakim olduğu ülkeye demokrasi geldiğini söyleyebilmektedirler.

ABD, eğitimde fırsat eşitsizliği bakımından da, insan haklarının geçerli olmadığı bir devlettir. Örneğin gelir düzeyi açısından en üst gelir grubundan gelen öğrencinin 24 yaşına kadar okuldan mezun olma olasılığı en alt gelir grubundan gelen öğrenciye göre 1979’da 4 kat fazla iken bu olasılık 1995’te 10 kata çıkmıştır.5

İnsan hakları konusuna öncelik eden ya da bu hakları kabul ettiğini açıklayan devletlerin insan hakları karşıtlığı, bu devletlerin gerici, piyasacı/kapitalist, ırkçı ya da piyasacı devletlerin taşeronluğunu benimsemiş devletler olmasından kaynaklanmaktadır. 

Piyasacı devletlerin eğitim sistemleri, genelde laik ve bilimsel nitelikte olsa da, piyasacı ya da ırkçı ögeler içerdiğinden, insan haklarına saygılı olmak yerine kendi bireysel çıkarına öncelik veren insanlar yetiştirmektedir. 

Eğitim sistemlerinde gericilik, piyasacılık ya da ırkçılık var oldukça, ülkelerin ve dünyanın barış içinde yaşaması kolay değildir. 

okcabol@gmail. com

  • 1https://www.echr.coe.int/documents/convention_tur.pdf (Erişim 05.06.2023).
  • 2“Çocuk Hakları Sözleşme Maddeleri”, Defne Kaymakamlığı, http://www.defne.gov.tr/cocuk-haklari-sozlesme-maddeleri (Erişim tarihi: 22.03.2022).
  • 3ABD’li gazeteci Vincent Bevin, 2020’de ABD’nin Endonezya’daki vahşetini anlatan “The Jakarta Method: Washington’s Anticommunist Crusade AND The Mass Murder Program That Shaped Our World” başlıklı bir kitap yazmıştır. Bu kitaba göre, 1945’te ülkenin bağımsızlığını sağlayan Başkan Sukarno, sol eğilimli bir anti-emperyalisttir. Sukarno’nun Sovyetlerle Çin’e yaklaşması üzerine ABD, önce muhafazakar olan Müslüman partiye para pompalamaya başlamış, 1958’de de CIA pilotları Endonezya’yı bombalayıp, sivilleri öldürerek ülkeyi bölme girişiminde bulunmuştur. Silahsız olan Endonezya Komünist Partisi 1960’larda oylarını sürekli artırınca, bir ayaklanmayı bahane eden ABD destekli aşırı sağcı General Suharto, 1967’de ülkenin tüm kontrolünü ele geçirmiştir. Korkunç bir antikomünist propaganda kampanyası başlatarak, yaklaşık 1 milyon solcuyu ya da solcu olmakla suçlanan insanı toplayıp öldürmüş ve bir milyon kişiyi de toplama kamplarına göndermiştir.
  • 4M. Yıldırım, Sivil Örümceğin Ağında. İstanbul: Toplumsal Dönüşüm Yayınları, 2004.
  • 5T. Mortenson, The Educational Attainment by Family Income 1970-1994, Postsecondary Opportunity, Nov., 14, 1, 1995.