Rıfat Okçabol

Yeterli önlem alınmaması ya da yapılan yanlışlar nedeniyle gerçekleşen yangınlarda, maden ve tren kazalarında, depremlerde meydana gelen yıkımlarda binlerce yurttaşımızı kaybediyoruz. Yetmiyor, özellikle de siyasi nedenlerle pek çok yurttaşımızı da bir şekilde mağdur ediyoruz.

Böyle mi devam edecek (II)!

Rıfat Okçabol

Yeterli önlem alınmaması ya da yapılan yanlışlar nedeniyle gerçekleşen yangınlarda, maden ve tren kazalarında, depremlerde meydana gelen yıkımlarda binlerce yurttaşımızı kaybediyoruz. Yetmiyor, özellikle de siyasi nedenlerle pek çok yurttaşımızı da bir şekilde mağdur ediyoruz.

Mağdur yaratmaya daha zorunlu eğitim sürecinde başlıyoruz. Çocuklarımızın okula aç gitmesine, dolayısıyla onların gelişimlerinin engellenecek olmasına aldırmıyoruz. Öğrencilerin edinimlerinin ve gelişimlerinin sınırlı kalacağını bile bile, kendilerini yeterince tanımalarına fırsat vermeden onların açık liseye, imam hatiplere, meslek liselerine ya da mesleki eğitim merkezine gitmesini içimize sindirebiliyoruz. Bu okullar yerine genel liselerde okuyabilecek olan çocuğun önünde ne ufukların açılacağını düşünmek bile istemiyoruz.

Nitelikli lise sayısını sınırlı sayıda tutarak daha çok çocuğumuzun bu tür liselerde eğitim almasını bile bile engelliyoruz.

Özel okullarla vakıf üniversitelerine çeşitli destekler vererek, özel okula giden öğrencilere belli miktarda ödeme yaparak varlıklı kesimin çocuklarını ayrıcalıklı hale getirmekten vazgeçmiyoruz.

Çocuk yaştaki kişileri evlendirerek, çocukları istismar ederek, onları küçük yaşta uyuşturucuya alıştırarak hem suç işliyoruz hem de onların tüm yaşamını karartıyoruz.fe

Boğaziçi Üniversitesi (BÜ) ile ODTÜ’ye genelde yüksek puanlı öğrenciler giriyor. Bunlar arasında, öğrencilere/topluma karşı bir haksızlık ya da yanlışlık yapıldığında, tepkilerini demokratik yollarla gösterenler oluyor. “Sen misin hak arayan!” dercesine, polis kuvvetiyle hemen acımasızca saldırıya geçip gösteri yapanları gözaltına almaya çalışıyoruz. Gözaltına alınanları, bir suçları olmasa da, en azından birkaç gece gözaltında tutuyoruz, bir kısmını da adliyeye sevk edip yargılanmak üzere tutukluyoruz. Tutuklananlar, aylar sonra beraat edip özgürlüklerine kavuşmuş olsalar da iş işten geçmiş oluyor: Yaşadıkları acıları yaşamları boyunca unutmuyorlar ve derslerini kaçırmalarının yanında dönem kaybına bile uğrayabiliyorlar. 

Öğretmen atama sürecinde, yandaş olmayan öğretmen adaylarını elemek için mülakat yapıyoruz.

Kimse “Subay andını okumayacaksınız” diye emir vermemiş olsa da, mezuniyet töreninde “Atatürk’ün askerleriyiz” diyen teğmenlerden beşini ve üç komutanı, yaptıklarının ne anlama geldiğine aldırmadan, orantısız cezaya çarptırıp askerlikten ihraç edip geleceklerini belirsizleştiriyoruz.

9 yıl önce "Fetöcü" ya da barış bildirisini imzaladı diye yargılamadan üniversitelerinden attığımız beş bin kadar akademisyenin çoğunu üniversiteye geri almamak için hâlâ direniyoruz. "Fetöcü" diye yargı kararı olmadan memuriyetten atılan on binlerce memur ne durumdadır diye de düşünmüyoruz.

Bu arada bir bilim kurumu olan ve hukuksallığın olmazsa olmaz sayıldığı üniversitelerden de zaman zaman mağduriyet haberleri geliyor. Örneğin BÜ’de, kayyım rektör atandığı 2021 Ocak ayından bu yana, hemen her gün bir mağduriyet yaratılıyor: Bir gün seçilmiş dekan/enstitü müdürü, herhangi bir gerekçe gösterilmeden görevden alınıyor. Ertesi gün anabilim dalının, ilgili bölümün ve de fakültenin (yıllardır kullanılan ölçütleri karşılayamadığı için) istemediği bir akademisyenin tepeden inme ataması yapılıyor. Bir gün akademisyenlerin büyük çoğunluğunun karşı çıktığı gerici bir kuruluşla protokol imzalanıyor; ertesi gün bir akademisyenin işine son veriliyor. BÜ kayyım yönetimi 10 gün kadar önce de, laik ve bilimsel eğitimden yana olan pırıl pırıl üç genç elemanın sözleşmelerini, ilgili anabilim dalı, bölüm ve fakülte onayladığı halde, hem de herhangi bir gerekçe açıklamadan sonlandırmış bulunuyor. Aynı günlerde de, cihatçı selefilik üzerine doktora yapan, hilafet yanlısı ve laiklik karşıtı görüşleri ve İslami silahlı örgütlere yaptığı önerileriyle bilinen, laikliği “şiddet ve kötülük içeren bir din” diye tanımlamayan Kanada-Türkiye yurttaşı bir kişi, tepeden inme BÜ Siyaset ve Uluslararası İlişkiler Bölümü’ne atanıyor (gazeteler, 24 Ocak 2025).

Düşündüğünü yazılı ya da sözlü olarak paylaşanlarla mesleği gereği toplumu haberdar eden gazeteciler, iktidarın hoşuna gitmeyen bir söz söylediklerinde ya da haber yaptıklarında, ifade vermek için davet edilmeden derdest edilip götürülüyor. En azından birkaç gün tutuklu kalıyor ya da orantısız cezalara çarptırılıyor. Oysa genelde düşünen, yanlışlıkların ayrımında olan ve toplum için daha iyiyi ve güzeli arayanlar eleştiri yapıyor, topluma gerçekleri aktarmaya çalışıyor. Bunlar mağdur edilirken ülkeye en çok yararı olabilecek kişileri saf dışı etmiş ve insan kaynağımızı harcamış oluyoruz, toplumda huzursuzluğa da, hukuksuzluğa da yol açıyoruz.

"Fetöcü" kumpaslar olan Ergenekon ve Balyoz gibi davalarda yaşananların bir benzeri günümüzde de tekrarlanıyor. Anayasa Mahkemesi’nin, meclise girmesine karar verdiği milletvekili hâlâ hapiste tutuluyor. AİHM’nin serbest bırakın dediği siyasetçiler ve meslek sahipleri serbest bırakılmıyor.

Hızımızı alamıyoruz, yasal olan söylem ve eylemlerden de, geçmiş yılların olaylarından da sanık çıkarmaya çalışıyoruz. Söylem ve eylem üzerinden mağduriyet yaratmakla yetinmiyoruz. Ücret politikamızla da, milyonlarca emekçiye ve emekliye açlık sınırının altında aylık vererek, milyonlarca mağdur yaratıyoruz.

Bu tür işler daha ne kadar böyle gidecek?

[email protected]