Geçmişte “Bizim kız/oğlan üniversiteyi bitirdi” söylemiyle yapılan açık/kapalı böbürlenmenin yerini, “Bizim kız/oğlan yurt dışında yaşıyor” söylemi almış bulunuyor. Nerden nereye?
Beyin göçü
Rıfat Okçabol
Gazetelerde yer alan haberlere göre Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK), 2021-2023 dönemine ilişkin yükseköğretim mezunlarının beyin göçü oranının 2015'te yüzde 1,6 iken, 2023'te (kadınlarda yüzde 1,6 ve erkeklerde de yüzde 2,4 olarak) yüzde 2 olduğunu açıklamış. Beyin göçü, yetişmiş insanımızın yurt dışında yaşamayı tercih etmesi ve edinimlerini gittiği ülke için kullanması anlamına geliyor. Bu haberi okuyunca insan ister istemez “Nerden nereye!” diyor.
Bilindiği gibi öğrenim görmesi için yurt dışına öğrenci gönderilmesi, Osmanlı zamanında 1800’lerin ikinci çeyreğinde başlıyor. Gönderilenler de geri geliyor. Ancak Osmanlı yönetimiyle sorun yaşanınca yurt dışına giden oluyor. Örneğin darülfünun Darülfünun-u Osman-i adıyla 1870’de yeniden açıldığında, yurt dışına öğrenim görmek üzere gönderilmiş kişilerden Hoca Tahsin müdür olarak atanıyor. Hoca Tahsin fanus içine bir güvercin koyup oksijeni olmayan canlının öleceğini gösteren deney yapınca ve darülfünun hocası Cemaleddin Afgani de, peygamberliğin bir yönetim sanatı, tekniği olduğunu söyleyince, gericilerin tepkisiyle görevlerinden alınıp okul kapatılıyor. Yurt dışına kaçamak zorunda kalan Hoca Tahsin, durumu “Suçumuz olgunluk kazanmakmış, oysa bize cehalet gerek, anladım; Tanrım bilim öğrenme suçundan tövbeler olsun”1 sözleriyle özetliyor.
Cumhuriyetin kuruluş yıllarında da yurt dışına öğrenci gönderilmesi devam ediyor. Ekrem Akurgal, İdil Biret, Jale İnan, Oktay Aslanapa, Sabahattin Ali, Sadi Irmak, Suna Kan ve Vildan Aşir Savaşır gibi pek çok kişi yurt dışına öğrenime gönderilip geri dönüyor ve ülkelerinin ünlüleri arasında yer alıyorlar. Öğrenime gönderilenlerden gittiği ülkenin büyüsüne (!) kapılanlar orada kalıyor. Yurt dışında kalanlarla geri döndükten sonra yurt dışında yaşamayı tercih edenler, CHP’nin ABD ile iyi (!) ilişkiler kurması sonrasında yavaş yavaş artıyor. Bunun bir nedeni 1940 sonlarında oluşturulan Fulbright Komisyonu oluyor. Fulbright programı, ABD ile diğer ülkeler arasında öğrenci değişimi anlamına geliyor. Ancak uygulamada ABD’den diğer ülkelere öğrenim görmek için gidenler çok sınırlı sayılarda kalırken, geri kalmış ülkelerden ABD’ye gidenler çok fazla oluyor. Bu programa seçilmiş kişilerin önemli bir bölümü ABD’nin büyüsüne kapılıp geri dönmüyor. Bu durum yüksek rakamlara ulaşınca, bu programa katılan öğrencilerin programlarını bitirdikten sonra en az iki yıl ülkelerinde çalışma koşulu getiriliyor. Tabii sonuçta bu önlem de pek işe yaramıyor. Fulbright programı ‘beyin göçü ofisi’ gibi çalışıyor.
Fulbrigh programı dışında 1929 yılında çıkarılan 1416 sayılı yasa ile yurt dışına öğretim üyesi yetiştirmek üzere lisans mezunları gönderiliyor. Diğer bakanlıklar ile bazı devlet daireleri de öğrenim görmek için yurt dışına eleman gönderdikleri oluyor. Görevdeyken yurt dışına gönderilenlerde beyin göçü pek yaşanmıyor. Yurt dışına gönderilen öğrencilerden bazılarının geri döndükten bir müddet sonra yurt dışında yaşamayı tercih etmesi, ülkede beklediğini bulamamaktan kaynaklanıyor. Örneğin 1416 sayılı yasa lisans mezunu yurt dışına belirli bir üniversitede istihdam edilmek üzere gönderiliyor. Öğrenci geri döndüğünde, o üniversite isteğinden vazgeçmiş olabiliyor. Öğrenci 15 gün içinde bir göreve atanmazsa, öğrenim için aldığı burs karşılığı devlete olan yükümlülüğü ortadan kalkıyor. Bu nedenle bu kişiler apar topar bir devlet dairesine atanıyor.2 Bu sıkıcı süreçte kimi kendine uygun yer bulup kalırken kimi dayanamayıp ya da çalıştığı yerden memnun olmayınca yeniden yurt dışına gidiyor. Özel olarak yurt dışına öğrenime gidenlerde geri dönmeme oranı daha fazla oluyor.
Günümüzde ise yükseköğretim görenlerin önemli bir bölümü daha öğrenciyken geri dönmemek üzere yurt dışına gitmeyi hedefliyor. Hatta öğrenimlerini yurt içinde tamamlamış iyi iş sahipleri arasında da yurt dışında yaşamayı yeğleyenler giderek artıyor. Piyasacı anlayışlar yaygınlaştıkça, toplumsal anlayıştan ve de yurt sevgisinden uzaklaşıldıkça beyin göçünün hızlandığı görülüyor.
TUİK’in açıkladığı yüzdeler, yurt dışına okumaya gidip kalanları ya da Türkiye’de lisans tamamlayıp yurt dışına öğrenim görmeye gidenleri ya da çalışmaya gidenleri gösterse de, beyin göçü ülke açısından vahameti yansıtıyor.
En yüksek beyin göçü oranına sahip lisans programlarının sırasıyla moleküler biyoloji ve genetik (yüzde 17,9), biyomühendislik (yüzde 10,2), işletme mühendisliği (yüzde 9,8), elektronik mühendisliği (yüzde 9,1), matematik mühendisliği (yüzde 8,9) ve bilgisayar mühendisliği (yüzde 8,4) olduğu açıklanıyor. Bu durum, yani böylesi alanlarda yetişmiş kişilerin yurt dışına gitmesi durumu daha da vahimleştiriyor.
Beyin göçü gerçeği, öncelikle ülkenin geri kalmışlığını, çalışma olanaklarının ve koşullarının yetersizliğini gösteriyor. Bu durumun yıllardır artarak devam etmesi de, ülkeyi yönetenlerin yetersizliğinin kanıtı oluyor.
TÜİK’e göre, bir lisans programını tamamlayanlar gençlerimizin sırasıyla ABD’yi (yüzde 21,4), Almanya’yı (yüzde 17,5), Birleşik Krallık’ı (yüzde 11,2), Hollanda’yı (yüzde 6,9) ve Kanada’yı (yüzde 4,9) yeğlemiş olmaları ise vahametin bir başka boyutunu gözler önüne seriyor. Bu ülkeler başta ABD olmak üzere tüm dünya emekçilerini sömüren ülkeler. Bu ülkeler üç kuruş kâr için adam öldürmekten kaçınmayan ülkeler. Bu ülkeler Filistinlilere soykırım uygulayan İsrail’e sonuna kadar sahip çıkan ülkeler. Bizim yetişmiş beyinlerimizin bu ülkelere gidip, bir şekilde onların zalimliğinde pay sahibi olmayı kabullenmeleri, herhalde vahametin en vahimi oluyor.
Geçmişte “Bizim kız/oğlan üniversiteyi bitirdi” söylemiyle yapılan açık/kapalı böbürlenmenin yerini, “Bizim kız/oğlan yurt dışında yaşıyor” söylemi almış bulunuyor. Nerden nereye?