Aklın ve bilimin iflası (II)

Yaklaşık dört aydır, koronavirüs ile yatıp koronavirüs ile kalkıyoruz. Bu dört aylık zamanı, 11 Mart öncesi ve sonrası ile 18 Mart üzerinden özetlemek anlamlı oluyor.

11 Mart Öncesi. Resmi ağızların açıkladıklarına göre, yetkililerin, virüs olayının Çin’de Aralık 2019’da meydana geldiğini bildikleri anlaşılıyor. Virüs tedbiri olarak, ancak 10 Ocakta bir "Bilim Kurulu" oluşturuluyor ve 3 Şubat’ta Çin’e uçak seferleri durduruluyor. Bu arada Suudiler Kabe’nin ziyaretini ve hac ziyaretini yasaklarken, 21 bin kişinin Umre ziyaretine izin veriliyor. On binlerce sığınmacı Yunanistan sınırına yığılıp kendi haline bırakılıyor. Virüse karşı aşı, dezenfektan, oksijen ve test cihazları ile sağlık çalışanlarının giymesi gereken özel giysilerin üretimine başlamıyoruz, ama İran’a on binlerce maske satıyoruz. İlk kitlesel önlemler ancak 11 Martta açıklanabiliyor. Önlemleri açıklayan bakan, “Koronavirüs, alınan tedbirlerden daha güçlü değildir” diyor.

11 Mart Sonrası. Okullar kapanırken, Diyanet 13 Mart Cuma namazı öncesinde camileri kapatamıyor. Neredeyse tüm dünya spor karşılaşmalarını erteliyor. Bizde yukardan icazet alınmadıkça erteleme kararı verilemiyor.   

Son günlerde yurt dışından gelenlerin bir kısmı, apar topar boşaltılan yurtlarda topluca karantinaya alınıyor. Boşaltılan yurtlarda sadece seccade ve Yasin olduğu ortaya çıkıyor. Bu tür yurtlardan gelen fotoğraflar, karantina konusuna “saldım çayıra mevlam hayıra” anlayışıyla yaklaşıldığını gösteriyor. Bu arada Umreden dönen 16 bin kişi, herhangi bir önlem alınmadan elini kolunu sallaya sallaya evine gidiyor.  Karantinaya alınmayıp eve gidenlerin içinde AKP milletvekillerinin olduğu belirtiliyor. Ancak Umreden son gelen 5 bin kişiyi karantinaya almak akla geliyor. 

Muhalefetin koronavirüs ile ilgili Meclis araştırması önergeleri ile "esnafın fatura ve kredileri ertelensin" önergesi, AKP ve MHP’lilerin oylarıyla reddediliyor. 

İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanının davetiyle düzenlenen koronavirüs tedbirleri konulu acil toplantıya, AKP'li belediye başkanları katılmıyor.

18 Mart Günü. Sağlık Bakanı “Sorun küresel mücadele ulusal” dese de, 18 Mart toplantısına yandaş kuruluşlar çağrılırken, Türk Tabipleri Birliği ve Türk Eczacıları Birliği gibi konuyla birebir ilişkili örgütler de, diğer demokratik kitle örgütleri de çağrılmıyor.

Semavi dinlere inanmayan ve Budizm’in yaygın olduğu Çin, Kore ve Singapur gibi ülkeler, Allaha ya da Budaya dua etmeden aldığı bilimsel önlemlerle virüs salgınını denetim altına almış bulunuyor. Bizde ülkenin tek güçlü insanı ise, “Sabırla ve duayla bu süreci atlatacağımıza inanıyorum” diyor. 

Piyasada kolonya/maske bulunmuyor, iktidar 65 yaş üstündekilere kolonya dağıtacağından söz ediyor. Bizimle aynı nüfusa sahip ülkeler virüsle mücadele için yüzlerce milyon avro ayırırken, bizde ancak 14,2 milyon avro ayrılıyor. Açıklanan önlemlerde işverenler unutulmazken, emekçilerin, küçük esnafın, yoksul ve dar gelirlinin unutulduğu görülüyor. 

Batıda özel hastaneler geçici olarak kamulaştırılırken, bu konu, son yıllarda özel hastanelere akıl-almaz kaynak aktarmış iktidarın aklına bile gelmiyor. Kapatılan işyerlerinde çalışanlar da unutulurken, insanların evden çıkmaması önerilip uçak fiyatlarında indirime gidiliyor.

Virüsün yayılma hızı toplumdan saklanırken, son önlemleri açıklayan yetkili de, “Koronavirüs, alınan tedbirlerden daha güçlü değildir” diyor.

Bu arada bir partinin genel kurul üyesi, koronavirüsten korunmanın yolunun "faiz, içki, kumar, israf, zina, eşcinsellik ve materyalist eğitimi", "günahları" yasaklamaktan geçtiğini söylüyor. "Tedbir; İslam’ı yaşamaktır" diyor! Bir ilahiyatçı, 17/25 Aralık 2013’te ortaya çıkan yolsuzluk söylemleriyle ilgili “tapeleri dinlemek, inanmak ve yaymak haramdır" diyen bir ilahiyatçı, koronavirüs konusunda da, “Rabbimizin koyduğu yasaklara riayet ederseniz pek çok hastalığın önlemini henüz daha oluşmadan almış olursunuz” diyebiliyor. “Allah’ın verdiği canı Allah alır, virüsten korkmuyoruz. Beş vakit abdest alıyoruz, virüs bize bulaşmaz” ve “Maske alacağınıza Allah’a dua edin” diyenler çıkıyor. 

Bir ilahiyatçı profesör gazetedeki köşesinde evvelsi gün, “Yöneticilerimizin başında namaz kılan bir Cumhurbaşkanı, namaz kılan bir Sağlık Bakanı ve bunların yanında dinden taviz vermeyen bir Diyanet var. Yine bilim kurullarının tavsiyesi üzerine cemaatle namaz ve cuma namazı bir süre ertelensin diye karar verilirse buna uyulacak” diyor. Baştakiler namaz kılanlar olmasaydı, onların vereceği kararlara uyulmayacağını ima ediyor.

TRT Spor’da bir futbol yorumcusu, anası-babası hekim olsa da, koronavirüsle ilgili olarak, “Gelirse gelir, mukadderat. Bir alın yazım var, gelirse gelir. Panik yapmaya gerek yok. Sosyal medyada ‘Evinde kal’ falan yazıyor, kalsan ne olacak” diyebiliyor. 

Diyanet, "cenaze namazlarının vakit namazlarından önce ve kalabalık ortamlar oluşturulmadan kılınmasını" öneriyor. Camilerde toplu namaz kılmak isteyenler ise “Biz inşallah cemaatle, camiye devam edeceğiz. Allah’ın takdiri, sebeplerle veya tedbirlerle bozulmaz” diyor. Bir tarikat mensubunun cenazesinde, adım atacak yer kalmıyor; bazı AKP milletvekilleri ve İstanbul’un ilçe belediye başkanlarıyla birlikte Diyanetin yukarıdaki önerisini duyuran kişi de bu cenazeye katılıyor. 

Yukarıda özetlenen olaylar ve söylemler, aklımıza virüs girdiğini göstermiyorsa neyi gösteriyor?

Akıl almaz söylemleri genç/yaşlı insanların dile getirmesi, onların bu tür öğretilerden geçtiğini gösteriyor. Öğrenciye kaza ve kader yanında güncel sorunları da din kitabına ve hadislere göre çözmeye öğretirseniz, bu tür görüşler kaçınılmaz oluyor: Çocuklarına aşı yaptırmayanlar, örneğin kanserden korunmayı, hamile kalmayı dualarda arayanlar, bir aklı evvelin ortaya atacağı virüs duasını bekleyenler ister istemez artıyor.

Oysa akla ve bilime uygun tutum ve davranışlar, ancak fikri hür, vicdanı hür ve irfanı hür insan yetiştirmekle mümkün oluyor. Bunun sağlamak için piyasacı ve gerici partileri iktidara getirmemek gerekiyor. 

[email protected]