Kış bitti yemeği

Özgür Keşaplı Didrickson'ın “Kış bitti yemeği” başlıklı yazısı 27 Nisan 2013 Cumartesi tarihli soL Gazetesi'nde yayımlanmıştır.

Kırmızı et ve tavuk yemeyeli 20 yıl oldu. Vejetaryen olmayı düşündüğümüzde, yaşımız nedeniyle evdekiler itiraz etmişti. Dirimbilime tutkun, insanı yabanın bir parçası olarak gören bizim de içimize sinmeyen bir şeyler vardı aslında. Sonunda, avlanana kadar özgür yaşayan balıkları yemeye devam etme kararı aldık. Hamur işlerine hayır demek çok zor olduğu için yumurtayı da kesemedik.

Yeryüzüne saygılı bir yaşam biçimi sürme yolunda çabalarımız yalnızca beslenmeyle ilgili değildi, düşüncelerimizin fokurtusu da hiç dinmedi. 1998’deki ilk Alaska yolculuğunda, Greenpeace gemisiyle İzmir’e geldiğinde tanıştığım dostum Irene’in evinde kalmıştım. İlk yemeğimin önceki yaz avlanmış bir balık olmasına çok şaşırmıştım. Nehrin akışına ters yüzen yüzlerce somon, peşlerinden suya atlayan ayılar ve avlanan bir sürü Alaskalı… Hepsi iç içeydi. Alaskalılar kendilerine tüm kış yetecek kadar avlanma hakkına sahipti ve bu haklarının devam edebilmesi için de ciddi bir denetim vardı. Bahçede yetişenler salatamız oluyordu, pek çok şey evde pişiriliyordu. Markete hiç gitmemiştim nerdeyse. Yıllar önce balık yemeyi kesmediğime çok sevinmiş, hâttâ ormanın içinde bile yaşayabileceğimi düşünmüştüm. Minik uçaklarla ara sıra posta ve erzak götürülen, geyikleri de yiyen aileler gibi!

İnsanların çevresinde ne varsa, ne yetişiyorsa onu yemelerinin en doğal, dolayısıyla en saygılı yaşam biçimi olduğu yönünde hislerimi pekiştiren bu geziye çok şey borçluyum. Ancak şehir kültürünün yaydığı düşüncelerden, yabanda karşılığını bulmanın imkansız gibi göründüğü masumiyet arayışından, hele cehaletten kurtulmak kolay mı? Buraya yerleşene kadar eşimle Alaska’da sadece birkaç ay yaşamıştım. İlk yıllarda eşimin üzerinde ne saçma baskılar kurduğumu ancak buraya geldikten sonra anladım. “İyi bari ben et yemiyorum, ortalamamız pek kötü sayılmaz” derdim etsiz duramamaları karşısında homurdanarak. Alaskalı biri, Türkiye’de Kuzey Ege mutfağıyla doyabilir mi? Ya ot yemeğe alışkın bir Kuzey Egeli Alaska’da? Yoksa evliliğimiz ekolojik değil miydi?

Güneydoğu Alaska’da karayoluyla hiç bir yere bağlantımız yok. Ilıman yağmur ormanı ile kaplı bölgede bahçeniz ve zamanınız varsa, bazı sebzeleri yetiştirebilirsiniz. Böğürtlenlerimizi ayılar ve kuşlarla paylaşıyoruz. Ne yazık ki meyve ve sebzeler kıtanın güneyinden geliyor ve çok pahalı. Kaliforniya’dan portakallar, Şili’den üzümler vs. Ne iyi ki eşim de bana “Ne çok sebze, meyve alıyorsun. İyi ki ben pek yemiyorum da karbon kullanım ortalamamızı düşürüyorum” demedi! Alaska’yı ziyaret etmekle yaşamak arasında fark olduğunu, suçlu suçlu enginar yerken öğrenmiş oldum.

Burada yaşarken hem ekolojik hem de ekonomik nedenlerle mümkün olduğunca balık yemem gerektiğini anlamam uzun sürmemişti. Denizlerde balık stoklarının ciddi şekilde azaldığı dönemde bunu söylüyor olmak çok sık göz ardı edilen yerelliğin önemini vurguluyor aslında. End of The Line (Deniz Bitti) belgeselinde de Alaska, sürdürülebilir balıkçılığın olduğu yerlerden biri olarak gösterilmişti.

Tlingitler yüzyıllar boyu yazın avladıkları balıkların bir kısmını kurutmuş, bir kısmını tütsülemiş. Böğürtlenden geyiğe, her tür besini kış için saklamış. Burada en sevdiğim besinlerin başında ringa balığı yumurtası geliyor. Yerliler bu balığın yumurtlayacağı koylara, okyanusa ladin dallarını daldırıp bırakıyorlar. Balıkların yumurtaları dallara yapışıyor. Ağaç dalına yapışmış minik inci tanesine benzeyen yumurtaları yerken, ringa balığına minnet duymamak mümkün değil. Burada ilk yediğimizde eşim “işte, senenin ilk taze yemeği!” demişti keyifle. O günden beri ringa balığının bu armağanına “kış bitti” yemeği diyorum.