Acı ölümden büyüktür

32 yaşındaki Akın Ulaş, inşaattaki işinden çıkarılınca kendini yakmış, ölmüş.

Meğer Ocak’ın son haftasında da 41 yaşındaki Bülent Yaylacı kendini yakmış. Çalıştığı fabrika tarafından zorunlu izne çıkarıldığı; bu nedenle yiyecek, yakacak alamadığı ve borcunu ödeyemediği için. Yaylacı ölmüş mü bilmiyorum. Ölmemişse, üzerine yanıkların acısının da bindiği acılarını yaşamaya devam ediyordur herhalde.

Bugün portalda yayımlanan habere göre 8 Şubat’ta 9 işçi yaşamını yitirmiş. Aynı haberde 2015'te en az 1730 işçinin iş cinayetleri yüzünden yaşamını yitirdiği, yılın ilk ayında 110 işçinin iş cinayetlerinin kurbanı olduğu belirtilmiş.

2015’ten bu yana 1830 işçi eder. Bu ölenlerin sayısı. Ya bu ölümler nedeniyle acı çekenlerin sayısı kaç acaba? Ölen işçilerin anneleri, babaları, kardeşleri, eşleri ve çocukları...Çocuğunu, eşini, babasını kaybeden birisi ne kadar acı çeker acaba? Kaç yıl, hangi dozda bir acı?

Mesela Ulaş ve Yaylacı’nın çocukları öğrenecekler mi babalarının kendisini yaktığını, nedenini? Öfkelenebilirler, kader diyebilirler, artık büyükler ne söylerse biraz da ondan etkilenirler. Kabus görürler belki bir süre. Belki bu acı nedeniyle daha güçlü olacaklardır. Nasılsa“daha güçlü” olmak yerine babalarını geri istemeleri bir şeyi değiştirmeyecek. Belki derslerine çalışarak “iyi” bir üniversiteyi kazanmak ve sonrasında babaları gibi acı çekmemek için hırslanabilirler. Belki bir gün, ama şimdi onları kim besleyecek acaba, besleyebilecek mi? Hem sevdiğini cinayet veya intihar yoluyla kaybetmek, hem de zorluklara bu kez onsuz devam etmek acaba ne kadar zordur?

Bir yazımda; “İşçiler en son hızlı tren inşaatında göçük altında kalmış. Öyle çok ölüyorlar ki, kahve yudumladığımız alışveriş merkezinde, yolculuk ettiğimiz trende, yediğimiz karpuzda her yerde kanları var. İşyerleri güvenli olsa, içimiz rahat olur mu? Biz çocuklarımızı koleje gönderir, her istediklerini alabilirken, onlar ucu ucuna geçinseler yeter mi? Ölmemeleri yeter mi?” demiştim.

Çözümün sosyalizm olduğunun, sınıfsız toplumun en çok altını çizecek olan işçi cinayetleri, aslında bu kadar yoğun yaşandığı, hatta gencecik insanlar kendini yaktığı halde gündeme içinden ölüm geçen diğer bazı insanlık dramları kadar hararetle düşemiyor. Suriyeliler boğulmasın, Kürtler ölmesin. İşçiler de ölmesin, kağıt toplamaya devam edebilsinler. Onların kağıt toplama hakkı için imza toplayalım ama düzeni hala sorgulamayalım!

Acı, ölümden, ölüm “yüzlerce ölüm”den eksik kalıyor. Ee tamam, Soma vardı ya?

Evet, ne kadar (ne güzel diyecektim nerdeyse) etkilenmiştik. Tekmeler vardı hem, dünyaya rezil olma utancı…Tam unutmamalık.

Soma gibi büyüklüğü nedeniyle de herkesi etkilemiş bir örneği, yüzlerce insanın hala çektiği acıyı unutmamış olduğumuzu, hatta AKP Türkiyesi ile birlikte bu örneğin sınıf ayrımlarına karşı gözeneklerimizi açık tutmuş olduğunu, katliamdan sonra protesto için bir gün iş bırakan Türk Traktör Fabrikası'ndaki işçilerden, "çalışmadıkları günün telafisini" isteyen sermaye temsilcisinin ölümün ardından gösterdik neyse ki.

O yazımda ayrıca

“Direniş, özgürlüklerle ya da doğanın korunmasıyla sınırlı olmasa gerek. Eşitsizliğin, sömürünün sürdüğü bir dünyada özgürlüklerin keyfini ancak benciller, duyarsızlar çıkarabilir doğanın sömürü düzeninden yara almaması ise mümkün değildir” demişim.

Bandırma’dan, Akyatan’a çalışma yaptığım pek çok alanda tanıştığım tarım işçileri, çobanlar gönüllü halkacı desteği verdiğimiz, teknik açıdan pek çok bilgi paylaştığımız, yazılarda selam ettiğim ne çok meslekdaştan daha yakın. Acı ama gerçek bu. Acı olan ülkemizin “eğitimli” insanının bu karanlıkta cahillerden daha çok payı olduğuna her geçen gün daha çok inanmam. Bilmem, belki yanan 2 işçi var diye, şu aralar aynı anda hem Suriyeli göçmenler hem balinalar kıyıya vuruyor diye sola yaklaşmaya başlayan bilimci dostlarım olur. Umut…

Bu yazıda küçücük insanları bile intihara sürüklediği halde hala fiziksel acı, kan kadar önemsenmeyen ruhsal acılardan pek söz edemedim. Oysa örneğin klinik depresyon gibi geçim sıkıntısı yaşamayanları da vurabilen kimi ruhsal acıların birbirimizin acılarını anlamamıza yardımcı olabileceğini düşünüyorum.

Jim Morrison’ın bu yazıyı karalarken aklıma gelen sözünü biraz da bu yüzden aktarmak isterim. Henüz kendini yakmamış, hatta hiç yakma niyeti olmayan işçilerin acılarını da, ölen işçilerin geride kalan yakınlarının acılarını da hissedebilmemiz ve düzene karşı koymamız için belki uyarıcı olur;

"İnsanlar ölümden acıdan daha fazla korkuyorlar. Ölümden korkmaları garip. Yaşam ölümden daha çok acıtıyor. Öldüğümüzde acı sona eriyor. Evet, sanırım o bir arkadaş"

Yanarak ölen işçi Akın Ulaş’ın adı beni öylesine etkiledi ki,

“Güneşe akın etmeyi, aydınlığa ulaşmayı başaracağız!” desem sonra yüzüm kızarır, hatta yanar mı?  

[email protected]

www.facebook.com/okesapli

Yazıda yer alan 3 haber sırasıyla: