İyi insan kimdir Badem?

Mustafa Koç’un ölümü ardından fok Badem’le yüzmesine ait görüntüler de medyada yeniden dolanmaya başladı. Birkaç nedenle bu konuya değinmek gerekiyor. 

Elbette ilki yaban hayatı rehabilitasyonu konusu. Doğaya geri salınma amacıyla rehabilitasyon sürecinden geçen yaban hayvanlarının insanla mümkün olduğunca az etkileşim içinde olması amaçlanır genel olarak. Bakımlarını üstlenenler onların “vahşi” kalmalarını, kendilerini insana yakın hissetmemelerini, insandan korkmalarını istedikleri için bu canlılar için varlıklarını görsel, fiziksel, işitsel olarak minimum düzeye indirmeye çalışırlar (1). Kuşlardan, memelilere; müdahele edilmesi gereken yaraları olan hayvandan, ebeyvnlerinden ayrı kalmış hayvanlara; türe ve koşula göre rehabilitasyon sürecinde farklılıklar olabilir. Doğaya geri salınamayacak hayvanlar eğitim amaçlı kullanılabiliyorlar.

Bir biyolog olarak ben de bu konunun uzmanı değilim. Nesli tükenme tehlikesi altındaki bir Akdeniz fokunun rehabilitasyonu gibi önemli ve zor bir sürece hiç dahil olmadım. Ancak rehabilitasyon yapan pek çok kurumun internet sayfasına bakıldığında az, çok benzer bilgilerle karşılaşabilirsiniz. Ancak Mustafa Koç ve Badem örneğinde zaten böyle bir araştırma yapmanıza da gerek yok. Bizzat Badem’in rehabilitasyonunu üstlenen Sualtı Araştırmaları Derneği-Akdeniz Foku Araştırma Grubu’nun (SAD-AFAG) yıllar içinde basına yansımış açıklamalarını dikkatle takip etmiş her insan için apaçık bir tuhaflık var ortada. Dernek hem basına yansıyan açıklarımında, hem de sitelerinde halkı Badem’e yaklaşmamak konusunda defalarca uyarmış. “Basının çarpıtması” gibi bir durum yaşamayalım, doğrudan sitelerinden bir alıntı yapalım (2) (Rehabilitasyon sonrası doğaya salınan genç fok Badem’in güncel durumu hakkında açıklama-
Ağustos 2007, Ankara);

“…Doğal ortamındaki bir Akdeniz fokuna uzak durmak bu canlının iyiliğinedir. Bu, aslında hatırlatılmaması gereken basit bir konu, ancak basında çıkan fotoğraflardan, SAD-AFAG tarafından basına verilen birçok haber ve mülakata rağmen inatla yöre halkı, turist veya dalgıçların Badem’i “sevme” davranışlarının devam ettiği üzülerek gözlenmiştir!”

“Aslında hatırlatılmaması gereken basit bir konu” (!) var ortada ama nasıl oluyorsa bu ve benzeri sayısız uyarı açıklamalarından sonra Badem’in Mustafa Koç ile kucak kucağa yüzmesine izin veriliyor! Bu ortamı Mustafa Koç’un zorla oluşturmadığı fotoğrafları, videoyu izleyen herkes için ortada. 

Bugün karşıma çıkan Fok Koruma Derneği’nin (Seal Conservation Society) Akdeniz Foklarıyla ilgili bir sayfasında Badem konusunda halkın söz konusu dernek tarafından uyarılmasına karşın onunla etkileşime girmeye devam ettiği söyleniyordu özetle. Kimi vakalardan örnekler verilirken nesli tükenmekte olan bu fokun sponsoruyla yüzmesinden söz edilmemesi ise dikkatimi çekti (3).

Ve işte bu görüntüler nedeniyle “pek cahil” olan halkımızı “pek bilgili” insanlardan oluşan kimi doğasever dernekler sonsuza kadar uyarmak zorunda kalabilirler cünkü bu görüntüleri bu açıdan eleştiren nerdeyse kimse yok. Hayvanseverliğiyle tanınan Bekir Coşkun bile görünüşe bakılırsa bir gün olsun yaban hayvanlarının rehabilitasyonu ile ilgili bir kaynağa, belgesele denk gelmemiş  ki hayvanseverlerin mesaj yağmuru üzerine Badem’in bir evcil hayvan muamelesi gördüğü yazılara bir örnek karalamış. (http://www.sozcu.com.tr/2016/yazarlar/bekir-coskun/badem-ile-babasi-1055...)  

Ortalıkta öyle çok yazı, sosyal medya paylaşımı dolanıyor ki bilgi kirliliğini önlemek, bu tür uyarıların yeterince okunmasını sağlamak çok zor oluyor. Aslında en başta SAD-AFAG bu konuda hatasını kabul eden, tutarsız açıklamaları nedeniyle özür dileyen bir metin yazmalıydı. 

Değineceğim ikinci konu buradan sonra başlıyor çünkü SAD-AFAG ekibinin yabancısı değilim. Mustafa Koç’un Badem’le yüzdüğünü öğrendiğimde ben de derneğin Deniz Memelileri Araştırma Grubu’nun (SAD-DEMAG) koordinatörüydüm. Hayatımın en büyük hatalarından birisi yunuslarla ilgili gönüllü olarak yaptığım çalışmalarımı bu derneğin adıyla yürütmek oldu. Badem haberini alınca şimdi bana çok saf gelen, derneğin yanında duran bir ileti karalamışım. Saflığımın cezasını (en suçlu olarak Mustafa Koç’u görüşüm dahil) yunus çalışmalarında ödediğimi söyleyebilirim. 

AKP karanlığında bizim cephedeki emek hırsızlıkları, halka yalan söylemeler çok geri planda kaldı. Ki zaten pek fark edilmiyorlar. Mutfağında olmadığınız sürece görmeyeceğimiz emek hırsızlıkları, yalanlar konusunda nasıl koruyacağız öyleyse kendimizi?

Doğayla ilgili çalışmalarda en büyük “kötü”lükler rakiplere yapılır, halka hep hitap edilir, “şu alanda şu öncü çalışmayı yapıyoruz” denir.  Dergilere yazı yazılır, belgesellerde görülünür. Hayvanları koruma, araştırma yolunda birilerini rakip görmek zaten başlı başına bir tuhaflıktır zaten ama burada da yaygın ne yazık ki. Halkın geri kalmışlığını ve/veya doğaya ilgisini sömüren çok insan var dünyada. “Geri” kalmış ülkemizde bu gibi insanlar hep “iyi” şeyler yapan, “ileri” adımlar atanlar olarak görülüyorlar.

Sermayenin bir temsilcisi olarak Mustafa Koç’un “yaptıkları” (Soma işçileri konusu vb) aslında ortada değil mi? Söyleşilerde pek çok şeyi de açık açık söylemiş. Bağlantıları kuramayarak kendisinden “iyilik meleği” gibi ve Atatürkçü olarak söz edenlerin akıl yürütme biçimleri böyle bakıldığında daha çok kaygılandırıcı değil mi? Bu yüzden Soma işçileri haberini okusa da Koç Holdingle ilgili görüşünü değiştirmeyen zihniyetteki insanların (üstelik çoğu iyi eğitimli olan), doğa çalışmalarında kimi tanık olduklarını - hele “köşe tutmuş büyük insan” a karşı yaşandıysa- görmemekte nasıl ısrarcı olabildiklerini herkes tahmin edebilir. Sermaye diyemesek de evet, her alanda köşe tutmuş, “güçlü” insanlar var. Ve içinde bulundukları her ortamı kirletiyorlar, pek çok örnekte halkı da en azından yanlış bilgilendiriyorlar. AKP Türkiye’sinde zemini fazla siyah olduğu için her alanda griler, beyaz gibi algılanıyor belki de. Belki de birazı herkesin iyiliğe (bu Atatürkçülük olabilir, doğaseverlik olabilir) fazlaca aç olmasından.

Hem AKP gericiliğinin, hem kapitalizmin elinde nicedir can çekişen Türkiye doğasıyla ilgili çalışmalara daha ayrıntılı bakmamız, bu konuların basına nasıl yansıdığı konusuna da önem vermemiz hem doğanın sömürüsüne hem de yozlaşmaya karşı savaş anlamına geliyor. 

Örgütümüzün (Azizm Sanat Örgütü) Ağustos 2013 tarihli e-dergisinin (4) dosya konusu “Yunus, balina, fok sevgisinin sanat, bilimle imtihanı” idi. Dergideki pek çok yazının yanısıra Onur Keşaplı’nın yazdığı  “Çerçeveleme kuramı ekseninde fok Badem olayı, Hürriyet Gazetesi ve sermaye” yazısının (syf 22) ilginizi çekeceğini düşünüyorum.


1) www.marinemammalcenter.org/what-we-do/rehabilitation-release/rehabilitat...

2) http://sadafag.org/akdeniz-foku/fok-kurtarma-ve-rehabilitasyon-calismala...

3) http://www.pinnipeds.org/seal-information/species-information-pages/the-...

4) http://issuu.com/azizm/docs/edergiagustos2013