Büyük insanlık nerede ayrışır?

Ölen, yaralanan, gözaltına alınan yakınının acısıyla, ölüm korkusuyla uyuyamayan çocuklar ve tüm iyi insanların bu zor günlerden güçle çıkacağı inancıyla…

Şırnak’taki dostlarım silah seslerinden uyuyamıyormuş. Her an içlerinden birisine bir şey olacağından korkuyor, geceleri sokağa çıkamıyorlarmış.

Çok ciddi uyku sorunuyla yaşayan biriyim ben. En uygun ısıdaki evde, kendi yatağımda, ışık ve ses gürültüsünden uzakta olsam bile uyuyamadığım çok olur ama silah sesleri ve can güvenliği korkusuyla uyuyamadığım hiç olmadı. Ya sizin?

Anadolu, bu bilge topraklar, bizlerden ne çok utanıyordur kim bilir. Dillendirdiğimde artık midemde bulantılara yol açan “Türk”, “Kürt” kelimeleri;  kendimizi sefilce ait hissettiğimiz ırk, kimlik gibi özelliklerimizin toprak, su, hava için; ölü bedenimizle beslenen kurtçuklar için bir anlamı var mı? Nerede, ne zaman, hangi özelliklerle; hangi anne, babanın çocuğu olarak doğacağımıza karar veremiyor oluşumuz aslında özgür olmadığımızın da en büyük kanıtı sayılmaz mı? Türk ya da Kürt olmak, Sünni ya da Alevi olmak kaç kişinin seçerek karar verdiği bir şey?

Seçmediğimiz, doğanın döngüsünde anlamlı bile olmayan bu özellikler yüzünden aşağılanmamız, ayrımcılığa uğramamız da (ya da öyle hissetmemiz); aşağılamamız da (ya da öyle görülmemiz) ne büyük insanlık ayıbı. Ne büyük saçmalık! Ne çoğumuz bu ayıba, üstelik de gururla ortak oluyoruz.  Hele şu korkunç günlerde. “AKP düzenini yıkmak” gibi, güneşi zaptetmemizin garantisini vermeyecek o dar ufuklu ortak hamlemizden bile bin karanlık yılı geriye savrulduk. Bu ayıbın bedelini ödeyen çocukların, gençlerin üzerimize, dilimize bulaşmış kanlarında hep “düşman” silueti görüyoruz.

Herkes mi önemser etnik köken, din, dil, sınıf ayrımlarını? Herkes mi aşağılar diğerini? Denizin derini, dağın zirvesi, göğün mavisi önünde küçüklüğünü kucaklamış “büyük” insanlar yok mudur? Elbette vardır. Yetiştirilme tarzı, beyin yapısı, beynini kullanma biçimi gibi bir takım nedenlerle bazılarımız hiç bir zaman kimseyi aşağılamaz. Etnik köken, din ve elbette sınıf farkı gibi nedenlerle insanların birbirini yaraladığı, ezdiği düzene hepsi güçle kafa tutamıyordur belki ama böyle insanlar vardır. 

Hem aşağılayan, hem de aşağılananlar varlıklarını kolayca unuttuğuna göre, esas azınlık, onlar değil midir bir bakıma? Tüm bu saçmalıklar nedeniyle kavgalara tutuşan geridekilere birbirlerini anlatmaya çalıştığı, bu sırada yaralandığı, hatta canını kaybettiği için ilerleyemeyen; ne kendini, ne de diğerlerini ışığını gördüğü, rüzgârını hissettiği, yemişlerinden tattığı o güneşli yerlere taşıyamayanlar…

İlerlemek için, bizi ayıran ya da birleştirenin Kürt, Türk, Ermeni, Alevi, eşcinsel, dindar, ateist, şu, bu, olmadığını anlamamız ve anlatmamız gerek. Büyük insanlık değerleri açısından insanlar bencil olan ile olmayan; para için her şeyi yapan ya da yapmayan gibi evrensel ortak değerleri ile ayrılırlar.

Geçen gün vekil öğretmenlik yapmaya başladım yeniden.  Yazın büyük bölümünü Türkiye’de geçirdiğim için olsa gerek, ilk gün 32 bin nüfuslu bir yerde, tek bir okulda bile bu kadar çok özel eğitime ihtiyaç duyan çocuk görünce yine afalladım. Okul çağına çoktan geldiği halde altı bağlı olan, konuşamayan, göz teması bile kuramayan, bir sürü hastalık ve engelle boğuşan çocuklar… Bizimkiler nerede acaba? Kaçı evde hapis, kaçı daha insanca yaşayabilmelerini sağlayacak eğitimle donanıyor? Kaçı sokaklarda güvenle, aşağılanmadan, dışlanmadan, şiddete uğramadan oynuyor, gezebiliyor?

Bu tür hastalıklar, engeller ırk gibi yapay ayrımları tanır mı? Kör Kürt çocuklarımız, kolları olmayan Türk çocuklarımız nerede? Daha çocuk yaşta bir sürü sağlık sorunuyla savaşan, dahası barış zamanlarında da ilgisizliğimiz nedeniyle çetin bir savaş veren çocukların öykülerinden yararlanarak kurabiliriz belki de barışı. Ne dersiniz?