Amerikalı akıl hastalarının dramı

Ziyaret ettiğimizde bizi kendine hayran bırakan ülkelerin insan hakları, doğaya zarar vermek gibi pek çok konuda aslında ne büyük ayıpları olduğunu en çarpıcı şekilde orada yaşayınca görüyoruz.

Amerika’yı ilk ziyaret ettiğimde otobüslerin merdivenlerinin bir düğmeyle rampa haline gelmesi, asansörlerin körlerin kullanımına uygun oluşu, festival alanlarında bile tekerlekli insanlar için özel seyyar tuvalet olması gibi engelli insanların yaşamını kolaylaştıracak uygulamalardan çok etkilenmiştim. ABD’nin insan hakları konusunda çelişkili bir ülke olduğunu bilsem de, elinde olmayan nedenlerle sakat ve/veya hasta olan vatandaşları için sorumluluklarını yerine getirdiğini düşünmüştüm. Ne kadar da yanılmışım.

Sizin ya da bir yakınınızın akıl hastalığına bağlı nedenlerle yardıma ihtiyacı olduğunda sağlık personeli yerine polisi devreye sokmayı akıl etmiş (!) bir ülkeymiş meğer burası. Eşiniz, kızınız korkup, panikleyip direndiğinde bir çırpıda ellerini kelepçeleyen, daha da direnirse yüzünü yere yapıştıran, sonra ayaklarını da bağlayıp polis otosu ile hastaneye götürerek sizin ve yakınlarınızın travmasını arttıran polisleri…Ve bu polisler öylesine iyi (!) eğitim almış olabilirlermiş ki, hastaneye götürmenize yardım için çağırdığınız yakınınıza silah çekebilir, hatta siz ne olduğunu anlamadan öldürebilirlermiş.

ABD’de her yıl polis tarafından öldürülen insanların yaklaşık yarısının akıl hastaları olduğu (1), hapishanelerde hastaneden daha çok akıl hastası olduğu (2), akıl hastası olanların polis tarafından öldürülme riskinin diğer insanlara göre 4 kat daha fazla oluşu (3)bu ülkenin utanç verici istatistiklerinden.

Küçük bir araştırmayla sayısız habere, hatta polis kamerasından çekilmiş cinayet görüntülerine ulaşabilir ve şok olabilirsiniz. Araştırdığım sayısız habere göre tehlikeli (!) kişi eğer elinde bıçak tutuyor ve onu savuruyorsa ve karşısına öldürmeye programlanmış polislerden biri çıkmışsa yaşamı şansı hiç yok gibi bir şey. 17 yaşında bir genç kız olması, hamile olması gibi şeylerin de bir önemi yok bu polisler için. Akıl hastası ve yakınlarının içinde bulundukları durumdaki gerilimi arttırmayıp azaltabilecek yönde bir eğitimi olmayan polislerin tehlikeli olduğunu düşündükleri bir insanı öldürmeden etkisiz hale getirme konusunda eğitim almış olmalarını gerekmez mi? Annenin telefonu üzerine eve gelen 2 polisin elinde tuttuğu tornavidayı bırakmadığı için oğlunu vurarak öldürmesi ne yazık ki bazı polislerin öldürmeyi tercih ettiğini gösteriyor;

Adı üzerinde “hasta” olan insanlara ve çaresiz yakınlarına yardım etmek için sağlık görevlileri yerine polisin devreye sokulması,  polisin “tehlikeli” olduğuna karar verdiği insanları etkisiz hale getirme olasılığını düşünmeden öldürmesi, bu cinayetlerin hem yetkililer hem de toplum genelinde meşru görülmesi, akıl hastalıkları ile şiddet ilişkisinin ABD’de ciddi bir sorun olduğuna işaret ediyor elbette.

Araştırmalara göre ABD halkının büyük kısmı akıl hastalarının kendilerine ve çevrelerine şiddet eylemlerinde bulunacağını düşünüyor (4). 1950 ile 1996 yıllarının karşılaştırıldığı bir araştırmaya göre ABD halkının akıl hastalığı ile tehlikeli davranışları ve şiddeti ilişkilendirmesi artış göstermiş (yaklaşık 2 katına çıkmış) (5). Yarım yüzyıl kadar önce Allah’ın bir tür cezalandırması olarak görülen ve şiddetle şimdiki kadar ilişkilendirilmeyen akıl hastalıkları, son dönemlerde artan bir yoğunlukla tehlikeli davranış ile ilişkilendiriliyormuş.

Bu konulara değinen pek çok yazıda belirtildiği gibi bilimde ilerlemeye, bu konulardaki bilgimizin artmasına rağmen yaşanmış bu artış. Devletin, çeşitli kurumların (örneğin NAMI) damgalama karşıtı çalışmalarına, ünlülerin desteğine rağmen.

ABD’nin kütüphaneleri, kitapçıları ve sahafları da çok etkilemişti beni. Örneğin 32 bin nüfuslu Juneau’da 5 şehir kütüphanesi var. Bunun yanında eyalet kütüphanesi, çeşitli kurumların kütüphaneleri, okulların kütüphaneleri var. Kitapların fiyatının 25 centten başladığı muhteşem sahaflarımız var. Ayrıca burada özellikle kışın, nerdeyse her gün çeşitli konularda eğitici sunuşlar yapılıyor. Özellikle yaban hayat konularında şaşırtıcı bilgi seviyesine sahip olan Juneau halkının, Aristo’dan beri dehayla, yaratıcılıkla ilişkilendirilen, “delilik” konusunda da donanımlı olacağını düşünmüştüm ama yine yanılmışım.

Ancak yalnızca sıradan vatandaşlar değil, sağlık görevlileri ve hatta bu konularda çalışma yapan kurumların kimi çalışanlarının bile en hafif deyişle cahil, hatta damgalanmayı arttıracak kadar sorumsuz olduğunu kaygılanarak gördüm. NAMI gibi kurumların Juneau şubesi var. Çeşitli toplantılar yapılıyor. Katıldığım en az 2 toplantıda akıl hastalıklarının yalnızca karanlık, korkutucu yönlerine değinildi. Belki de çocuğuna yeni tanı koyulmuş birileri vardı izleyiciler arasında ve doktorların, kitap yazarlarının tek vurguladığı olası tehlikeli davranışlar, tedavi ve ilaçlardı.

Nerdeyse her kurumda Van Gogh resimleri varken, kütüphane broşürlerinde Hemingway yer alırken, Martin Luther King herkesin en beğendiği liderlerdenken çoğunun yüzünden acı okunan insanlara bunlar gibi sayısız sanatçı, bilimci ve liderin de akıl hastası olduğunun belirtilmemesi, dikenden söz edilip gülün unutulması; bu cehalet, bu ikiyüzlülük hem kaygılandırdı, hem de midemi bulandırdı. Gittiğim her sunuşta dayanamayıp söz istedim ve  sanata, bilime hayran görünen bu insanlara bu “büyük” isimleri hatırlattım ve bilimsel dergilerde okuduklarımdan söz ettim. Her seferinde sunuş sonrası birileri yanıma gelip teşekkür etmesi, insanların yüzlerinde toplum baskısının derin izlerini görmek sarsıcıydı.

Çok sevilen ABD başkanlarından Abraham Lincoln’ün de akıl hastası olduğu biliniyor. Klinik depresyon diyenler, hatta bipolar olabileceğinden söz edenler var. NAMI’nin de çalışmalarında sık sık kullandığı bu önemli figür üzerine yakın geçmişte Spielberg bir film çekti bildiğiniz gibi. Filmde intihar eğilimli olduğu için çakı bile taşımadığı mektuplarında dahi geçen Lincoln’un bir sahnede yakın planda çakısıyla görüntülenmişti. Spielberg ya da danışmanları da Abraham Lincoln gibi bir büyük devlet adamına akıl hastalığını yakıştıramamış olsa gerek.  Yaban hayat konusunda sunuşlar organize eden bir gruptan bir öğretmen tanıdığıma bundan söz ettiğimde onun da sayısız araştırma yanında Lincoln’ün kendi sözlerine de inanmadığını kaygılanarak gördüm. Cehaletle birleşen korku belki de tüm duyularımızı donduruyor, mantığımızı işlemez kılıyor.

Burada her fırsatta dile getirdiğim gibi ülkemizin akıl hastalıkları konusunda ABD’den çok daha ileri olduğu kesin.  İnsanlarımız daha bilgili, merhametli ve insancıl. Ancak 60 yılı aşkın süredir “Küçük Amerika” olma hayalleriyle yönetildiğimiz için yeni kabul edilen iç güvenlik paketiyle bu konuda da ABD’ye benzemeye başlayabiliriz. Bu tehlikeye karşı medyadan, sağlık kurumlarına hepimize ne çok görev düşüyor.


NOT:

Michael Jackson’un bipolar olduğunu açıklayan yeğeni Yashi Brown akıl hastalıkları konusunda çalışmalar yapıyor. Yazımdaki görselleri onun facebook sayfasından aldım.

https://www.nami.org/


Kaynaklar

1)http://psychcentral.com/blog/archives/2012/12/11/half-of-police-shooting...

2) http://tacreports.org/jail-study

3)http://guardianlv.com/2013/10/mentally-ill-four-times-more-likely-to-be-...

4) Pescosolido, B.A., Monahan, J. Link, B.G. Stueve, A., & Kikuzawa, S. (1999). The public’s view of the competence, dangerousness, and need for legal coercion of persons with mental health problems.American Journal of Public Health, 89, 1339-1345.

5) Phelan JC, Link BG, Stueve A, Pescosolido BA. Public concep- tions of mental illness in 1950 and 1996: what is mental illness and is it to be feared? J Health Soc Behav. 2000;41:188–207.