Mesut Odman

Sadece küçük öğrenciler için değil, devrimci, sosyalist siyaset yapacaklar için de zihin açıklığı şarttır. Ancak bunun için ninelerin iyi niyetli duaları yetmiyor. Önce sosyalizme, sonra kendine güven gerekiyor…

Zihin açıklığı

Mesut Odman

Başka  bir konuyu ele almak üzere çok eskilerden bir yazıyı arıyordum. Bulamadım. Ama bugünlerde sık sık konuştuğumuz, konuşmanın ötesinde somut adımlar atmaya çalıştığımız çok farklı bir alanda, haftalık soL dergisinin 3 Kasım 2000 tarihli 110. sayısında yayımlanmış bir yazımla karşılaştım. Şimdi de güncelliğini yitirmemiş bu sorunla ilgili olarak çeyrek yüzyıl önce yazdıklarımız, belki bir iki açıklayıcı ek dışında noktasına virgülüne kadar, geçerliliğini koruyordu. Yukarıdaki başlığı taşıyan o yazıyı buraya aktarıyorum.

***

Aydın Giritli’nin tam bir zihin açıklığının ve ikirciksiz biçimde sosyalizme yönelişin ürünü olan geçen haftaki yazısının bir yerinde, Yalçın Küçük tarafından bir zamanlar yapılmış bir değerlendirme hatırlatılarak, sosyalistler açısından Kemalizmin “gerisine düşülemeyecek bir sınır” olduğuna değiniliyordu. 

Tam da böyledir. Artık “rüştünü ispat etmiş” olması gereken devrimci, sosyalist ya da komünist hareket için, zaten yapıcıları tarafından tamamlanacak herhangi bir eksiğinden söz edilemeyecek “burjuva demokratik devrim” çoktan geride kalmıştır. Onun ürünü olan bir cumhuriyet ortaya çıkmıştır. Giritli’nin dediği gibi, onu numaralandırmaya kalkışmanın  asıl karşı çıkılacak yanı, böyle yapılarak sosyalist cumhuriyet ile araya başka aşamalar sokulmasına çanak tutuluyor ya da düpedüz sokuluyor olmasıdır. Eğer “rüşt ispatı” bir iddianın ötesinde belli bir gerçeklik kazanmışsa, sosyalistler için Kemalizmden bağımsızlaşmak çoktan çözülmüş ve gündem dışına çıkarılmış eski bir sorun durumuna gelmiş demektir. Öyleyse, bundan böyle yapılması gereken, anlamsız itişmeler ve “düşmanımın düşmanı dostumdur, ya da en azından düşmanım değildir” mantığının bir adım bile ötesine gitmeyen sığlıklar içinde tıkılıp kalmak değil, her konuda açık tutumunu ortaya koymak ve buna uygun davranmaktır.

Bugün ülkenin politik geleceğinde ağırlık sahibi olma anlamında “ciddi” ve devrimci bir sosyalist hareketin, “anti emperyalizm, kamuculuk ve aydınlanmacılık” diye kısaca anlatılan sacayağına dayanması ve her türden ırkçı baskı ve yaklaşımlara karşıtlık içinde bulunması, sulandırılmasına tahammül gösterilemeyecek temel noktalardır. Bunlardan yola çıkmayan bir hareket, sosyalist ya da komünist nitelemesinin çok uzağına düşer. Bunlardan vazgeçilerek ya da özünü zedeleyici ödünler verilerek girişilecek ittifak, koalisyon, işbirliği, güçbirliği türünden çabalar, nasıl adlandırılırsa adlandırılsın, çıkmaz sokaklardır.

“Saldırgan olmayan bir emperyalizm” tasarımı, sosyalizmin çözülüşüne yol açanların kesin tükeniş öncesindeki son aymazlıkları olmuştur. Bu şimdi çok açıktır. “Küreselleşme” denilen, emperyalizmin hiç de yeni olmayan bir görünümüdür. Emperyalizm ise günümüzün kapitalizmdir ve bugün kapitalizmden başka bir emperyalizm yoktur. Bütün bu açıklıklar görülerek konuşulduğunda, dünyanın her yanında, emekçilerin kurtuluşu yönündeki mücadelenin tartışmasız bir emperyalizm karşıtlığına dayanacağı ortadadır.

Özelleştirmeninse emekçi halkın hem bugünkü hem yakın ve uzak gelecekteki yaşamsal çıkarlarına yönelik bir saldırı olduğu ve bu saldırının sermaye sınıfı tarafından planlanıp yürütüldüğü, artık ortalama zekâ düzeyindeki bir insanın bile herhangi bir ek açıklamaya gerek duymadan anlayabildiği bir gerçekliktir. Özelleştirmeye karşı olunmadan solcu olunamaz. Sosyalizm ise bunun daha ötesindedir ve emekçilere piyasanın kör güçlerinden özgürleşerek maddi ve manevi hayatlarının üretimini ellerine almalarını sağlayacak bir kamuculuğun yollarını göstermektedir.

Öte yandan, dinci gericiliğin ya da siyasallaşmış dinin, emekçilerin kurtuluş mücadelesine karşı nasıl militan bir düşmanlık içinde olduğunu uzun uzun anlatmaya kalkmak, hele bu topraklar söz konusu olduğunda, hiç de gerekli değildir. Bizim geçmişimiz, gerici sürülerinin katlettiği insanlarla, emekçilerin aydınlarını zindan karanlığında tutarken en basit emekçi haklarını tırpanlamaya doymayan dinibütün yönetenlerle doludur. Herkes bilir. Belki birkaç hatırlatma gerekir, o kadar.

Bir de sosyalizme bağlılığını koruyan Kürt kardeşlerimizin de söylediği gibi, “emperyalizm, dünyayı halkların birbirini yediği bir hapishaneye dönüştürmek peşindedir.” Çürütücü gücü ne olursa olsun insanlık tarihinde hiç de öyle önemli bir yaşam süresine ulaşmamış bu düzen, insanları yalnız ekonomik anlamda değil, her alanda sömürü ve baskı altında tutar. Ancak kendi tornasından çıkmış ve bu süreçte kendi birikimini artırmış olmak koşuluyla bir manevi ya da kültürel çeşitliliğe izin verilebilir. 

Bu ülkede pek çoğumuzun böyle büyükleri vardır; benim ninem her sabah beni okula uğurlarken “Allah zihin açıklığı versin, oğlum!” derdi. Sadece küçük öğrenciler için değil, devrimci, sosyalist siyaset yapacaklar için de zihin açıklığı şarttır. Ancak bunun için ninelerin iyi niyetli duaları yetmiyor. Önce sosyalizme, sonra kendine güven gerekiyor…

***

Geçen haftaki yazının içinde, gayet de kolay diyerek, bir bilmeceye yer vermiştik. Bu hafta da yapalım. Ara sıra yinelemekte ne sakınca olabilir?

Yalnız, bu hafta bir katılma koşulu olacak. Yaşları 30’un üstünde olan okurlar katılamazlar. Ayrıca, 30 yaşının üstündekilerden herhangi bir yardım almak da yasak. 

“Ödül nedir?” diye sormasın kimse, çünkü ödülü her katılımcı kendi kendine koymuş sayılacak ve bilirse kendisini alkışlayacak, bilemezse ayıplayacak.

Bilin bakalım, yaklaşık çeyrek yüzyıl öncede kalmış bu yazının ilk satırında adı geçen Aydın Giritli kimdir?