Yılın yeniliğine kafayı takınca…

Onca zamandır yazan biri olarak, pek de fazla yeni yıl yazısı yazdığım söylenemez sayıları, nereden baksanız, üçü beşi geçmez. Onların ikisini de son üç yılda yazmışım. Bununla üçüncü oluyor. Üç yazının da yukarıdaki başlıkta dile getirilen takıntıyla ilgili olduğu anlaşılıyor. Az sayıda yazı yazmakla birlikte, pek çok sayıdaki insanın yaptığına benzer biçimde, her defasında bol bol “yeni yıl kutlaması” yapmış olmamın da bunda etkisi vardır mutlaka. Öyle ya, gelmekte olan yeni bir “şey”i kutlaya kutlaya, o gelmekte olanda gerçekten bir yenilik bulunup bulunmadığını irdeleme ihtiyacı mı demeli, muzipliği mi yoksa, kendini göstermiş olabilir.

İlkin, 2009 yılının ilk günlerinde, “Nasıl Olursa Yeni Olur?” sorusuyla başlayarak devam etmişim.

Yeni diyebilmek için neler olmalıdır bütün bu yıl boyunca? Herkes kendi akıl yürütmesini yapabilir. Biz kendi açımızdan bakalım. Yaşadığımız ülkenin ve dünyanın ezici çoğunluğunu oluşturan ve emekçi diye adlandırdığımız sömürülen, ezilen, bastırılan insanlar açısından… Onların bu ülkede yaşayanlarının bugünü ve yakın geleceği açısından…

Henüz başlayan yılın, daha doğrusu, değişik amaçlarla ve onlara bağlı ölçütlerle tanımlanmış herhangi bir zaman diliminin yeni sayılabilmesi için nelerin olup olmadığına bakmak gerekir, onun üzerinde durmaya çalışalım.

Bana kalırsa, bunlardan birini şöyle anlatmak mümkündür: Tek tek insanlar, insan kümeleri, onların daha büyük ve daha tanımlı olanları denebilecek toplum bölmeleri, yaşadıkları hayatın içindeki asıl, belirleyici, hükmedici gücü az çok gerçeğe uygun biçimde saptadıktan sonra, kendileri dışındaki o güçle ve/veya oradaki şu ya da bu kesimle suyuna gitme, işbirliği, geçici birliktelik, ittifak, vb. adlandırmalarla anılabilecek ilişkiler içine girmeye bakarlar. Buna belli bir doğallık atfetmek, bu tür beklenti ya da niyetleri çok da yadırgamamak yerindedir. Bununla birlikte, sol açısından, hükmedici güç olarak gerçekliğe uygun biçimde saptadığı burjuvazi ile, burjuvazinin herhangi bir kesimi ile o tür ilişkilere ya da ilişki arayışlarına girmek, ölümcül bir yanılgıdır. Buradan hareketle, asıl konuya dönülürse, başlayan yılda bu tür bir yanılgıdan kesinlikle kurtulmuş olanların sol içindeki ağırlığında hissedilir bir artış olup olmadığına bakılmalıdır.

Eh, o kadar genelgeçer bir doğruluk taşıyor ki şu son birkaç paragrafta ve 2009 yılının başlangıcında yazılanlar, bu yıl olduğu gibi, çok büyük bir olasılıkla bundan yıllar sonra da yazılıp söylenebilecektir.
Ancak, bu kadarla kalmayıp devam etmişim.

Olup olmadığına, ne ölçüde gerçekleştiğine bakılacak bir başka gelişme de, kısaca, şöyle anlatılabilir: Benim yazılarımı okuyanları bıktırmış olabileceğine aldırmadan devam edersem, siyasetin her şeyi belirleyen bir iktidar yönelişi olmaksızın bir oyuna, eğlenceye, her medeni insana ve öylelerinin yaşadığı her eve lazım bir boş zaman uğraşına dönüşeceğini bir kez daha vurgulamak uygundur. Dolayısıyla, önümüzdeki bir yıl olarak tanımlanmış zaman diliminin herhangi bir yenilik özelliği taşıyıp taşımadığını irdelerken gözetilecek bir gösterge olarak, bu vurguyu kavramış, özümsemiş, içselleştirmiş solcuların ve onların oluşturdukları örgütlenmelerin başat konuma yükselme derecelerini ileri sürmüş oluyoruz.

Yılın bizim açımızdan yeni olup olmayacağını irdelerken dikkate alınabilecek göstergelerden ikisini böyle anlattıktan sonra sürdürmüşüz.

İlk ikisi birbiriyle yakın ilişkili, biri öbürünü doğrudan etkileyen göstergelerdi. Şimdi yazacağım, yine onlarla etkileşim içinde olmakla birlikte, kendi başına da ele alınabilecek bir gösterge. Bunu solun tek tek emekçilerle ve onların oluşturdukları büyük topluluklarla iletişim kurma, bunu siyasal iletişime ve örgütlenmeye dönüştürme becerisi diye anlatmak mümkündür. İletişim kurma derken, belki gereksiz de görünse, hepsinden önce emekçilere seslenme becerisi diye eklemekte de yarar olabilir. “Örgütlenmeye dönüştürme” derken de birlikte davranma, örgüt oluşturma, örgütü silah olarak kullanma türü gelişme aşamalarından oluşan bir süreci akılda bulundurduğumuz belirtilebilir. Solun bütün bu anlamları içeren emekçilerle iletişim kurma becerisinin somut sonuçlar verecek biçimde/oranda/düzeyde gelişmesi, önümüzdeki zaman diliminin ne kadar yeni olduğuna karar vermeyi sağlayacak başlıca göstergelerden biri olacaktır. Buradaki “somut sonuçlar”ın neler olabileceğine ilişkin ipuçları ise bellidir: Sola sempati duyanların, sempatiyi eylemli bir desteğe ya da katılıma dönüştürenlerin, sol nitelemesine uygun düşen siyasal örgütlenmelerin üyelerinin ve onların militanlıklarının artışı.
Şu son söylediklerimizle şöyle bir noktaya da gelmiş oluyoruz: İlk bakışta pek soyut, ölçüye ve hesaba gelmez gibi görünen bu göstergeler için tam anlamıyla sayısal denemese bile sayılara dayanan ya da sayılardan yararlanan ölçüler geliştirmek mümkündür. Hem o göstergelerde ciddi gelişmelerin ortaya çıkarılmasını yaşama biçimi olarak seçenler hem de dışarıda kalıp belli bir yansızlıkla onları değerlendirmeyi misyon edinecekler açısından…

Bunların yanı sıra, üç yıl önce, 2009 yerel seçimlerine, geçen yıl da 2011 genel seçimlerine ilişkin birtakım değinmelerde bulunmuşuz. Sosyalist solun birbirine ve yürütülmesi gereken mücadeleye yaklaşımı, emekçiler üzerindeki etkileme gücünün göstergelerinden biri olarak toplam oylarının anlamlı ölçülerde artışı türünden vurgulamalarla birlikte…

Neyse ki, bu yıl adına seçim denilen böyle bir sahne kurulmayacak! Kurulacak olsaydı, belki de, işbirliği, güçbirliği, seçim meçim türü konulara girmez, sütten ağzı yanmış olarak yoğurdu üflemek bir yana ağzımıza bile götürmezdik.

Sonunda ise, geçen yıl, şöyle bir kapanış bölümünü tercih etmişiz:

İnsanoğlunun değişik uzunluklarda dilimlediği zaman bölümlerinden biri olan yılın ya da bir başka dilimin, art arda ve pek çok kez, yukarıda ileri sürdüğümüze benzer ölçütler açısından herhangi bir farklılık göstermeden yinelenmiş olması, izleyen zaman dilimlerinin de öyle olacağının karinesini oluşturmaz, öyle bir kötü işaret sayılmaz hiç değilse, her zaman ya da genellikle öyle değildir. Tam tersine, böyle görünen, hatırı sayılır bir çoğunluğun bu tür bir yorumla ele aldığı birçok zaman diliminin hemen ardından, şaşırtıcılığı şaşıranların çoğunluğu oluşturmasından kaynaklanan, yepyeni durumların ortaya çıktığı dönemler gelebilir.

Bu soyut görünen anlatımı bir yana bırakarak somutlaştıralım: Geride kalan yıl, hem dünyanın birçok yöresinde hem bizim ülkemizde, sömürülen ve ezilen insanlığın başını dik tutma çabasında epeydir rastlanmayan sıklıktaki örneklere tanıklık etmiştir. Biraz belleğini zorlayan, hatta zorlamaya hiç gerek kalmadan, şöyle bir yoklamayla, küçümsenemeyecek izler bulacaktır. Onları umut veren işaretler olarak anlamanın yanıltıcı ölçüde temelsiz bir iyimserlik olduğunu kimse söyleyemez.
Üstelik, başkaları bir yana, bizim yaşamakta olduğumuz ülkede bu yılın esaslı bir kapışmaya sahne olacağına ilişkin veriler ve onlara dayanılarak ileri sürülen öngörüler, yabana atılır türden değildir.

Demek, yakın geçmiştekilere oranla daha farklı, hiç değilse yönetenler açısından daha az süt liman bir yıl geçireceğimizi düşünmekte sakınca yok. Karşı tarafı telaşlandıracağı apaçık, dahası telaş belirtileri şimdiden ortaya çıkmış görünen bu yılın, bizim açımızdan eski tas eski hamam olacağını düşünmenin ne gerekçesi bulunabilir? O kadar da aymazlık içinde değiliz ya…

Hoş, eğer öyle olursak da ne denir, kendi düşen ağlamaz!

İçinde “esaslı bir kapışma”, “yönetenler açısından daha az süt liman bir yıl” türünden iyimserlik dozu biraz fazla kaçmış görünen anlatımlar bulunsa da, genel olarak ılımlı notu verilebilecek bir kapanış olarak kabul edilebilir. Zaten, en son satırda, hiç de iyimser sayılamayacak bir öngörü yahut önseziye de yer verilmiş.

Buna karşılık, üç yıl önceki yılın yeniliğini irdeleme yazısını daha farklı sonlandırmışım:
Bütün bunlar ve benzerleri ile bunların kaynağını ya da uzantısını oluşturan gelişmelerin hiçbiri ortaya çıkmazsa, neden “yeni” olsun şu ilk birkaç gününü geride bıraktığımız yıl? Emekçi insanlar ve onların oluşturdukları çok büyük kitleler açısından yenilik falan yok demektir o zaman ne yeni ne şu ne bu, sadece yıllardır yaşananların belki de görünümlerinde bile en küçük bir değişiklik olmadan sürüp gidişi…
Ancak, olup bitecekler yeni olmasa da ne gam! Nihat Behram’ın bu sayfalarda şairce bir bilgelikle yazmasının üstünden daha üç dört gün geçti: “Karınca ruhlu ve karınca kaderli” devrimciler her zaman var olmuştur.
Hele bizim buralarda, kıyamet kadar…

Üç yıl önceki bu satırlarda ise daha az iyimserlik, hatta enikonu bir kötümserlik var. Buna karşılık, belki biraz tevekkülle karışık, kararlılık ve inat egemen görünüyor.
Şu anda yazarken, aslında birbirinden çok uzak olmayan bu iki noktanın arasında bir yerde olduğumu hissediyorum.

Şöyle de anlatılabilir: İçimizden dışımızdan, dost düşman, kim ne kadar saldırırsa saldırsın, küçümserse küçümsesin, yaşadıklarımız, bildiklerimiz ve bildiklerimizi çoğaltma gücümüz var hepsi de yeterince sınanmıştır. Onlardan yararlanarak çözümlemeye ve anlamaya çalışacağız bunu başardıkça, çocuksu iyimserliklerden ve yıkıcı kötümserliklerden kurtulmamız, yenilerinden uzak durmamız mümkün olacak.
Hepsiyle birlikte, buradan Nihat Behram yoldaşımıza bir selam göndermiş olalım, karınca ruhumuzla bıkıp usanmadan, durup duraksamadan çalışmaya devam edeceğiz.
Böyle olmasına böyledir de, şunu eklemezsek hiç olmaz: Bıkıp usanmaya başladığımızda, bunun sonucu durup duraksamak değil, daha başka nasıl çalışmalı sorusunun ardına düşmek olursa, kaygılanmaya gerek yok demektir.