Utanmak

Daha önce de yazıp söylemişimdir. Uzak kalmaya çalıştığım ve sevdiğim, önemsediğim bütün insanların da uzak kalmalarını dilediğim durumlardan biri, şu sözü gerine gerine söylemektir: "Yaptığım hiçbir şeyden pişmanlık duymuyorum." Düzeltiyorum, "gerine gerine" tasvirini çıkarıyorum utana sıkıla da olsa, alçak sesle de olsa söylemektir. Böyle konuşabilenlere, mümkün olsa da şunu diyebilsem, diye düşünmüşümdür: Ne kadar yazık! Demek, siz hiç yaşamamışsınız.

Lafa buradan giriyorum ama, asıl gelmek istediğim yer burası değil. Hiç pişman olmamak iddiasının, yakıştırılması mümkün başka nitelikler bir yana, gayri insani oluşundan hareketle meramımı anlatmak bir kolaylık sağlayabilir düşüncesiyle böyle başladım. Hiç pişman olmamak kadar insanlık dışı sayılabilecek bir başka iddia da hiç utanmamak olsa gerek. Hiçbir zaman utanç duymamış insan olur mu?

Sözün gelişi, ben, geçen hafta sonu basbayağı utanç duydum. Neredeyse 60 yıldır yaşamakta olduğum, bir o kadar daha süre verseler yine yaşamayı seçeceğim bu ülkede yaşıyor olmaktan, daha doğrusu, yaşayıp da tanık olduğum çirkinliğe herhangi bir müdahalede bulunamamaktan utandım.

Pek kolay olmasa da anlatmaya çalışalım.

İlk kez olmuyor kuşkusuz, kim bilir kaçıncı kez utanmama yol açan, haydi o gırgırı devam ettirerek yazalım, "Hillary Hanım"ın bir gün bile sürmemiş ziyaretinde olup bitenlerdi. Söz konusu ziyaret sırasında olup bitenlerden çoğunu bilmiyoruz da bilebildiklerimiz bile utanç duymak için yeterliydi.

En beteri de bu Amerikan hanımın biri kendisinden yaşlı öbürleri daha genç dört Türk hanımın, ülkemizde pek tanınmış bir televizyon programına katılmasıydı bu sırada yaşananlardı.

Aslında ben bu programı "hanımlar hamamı" diye adlandırıyorum hanım hanım dedikçe dilime takıldı, ama böyle bir deyiş yok bizim dilimizde zaten ben de "kadınlar hamamı" diyorum ve yine de eşimin sinirlenmesine yol açıyorum. Gerçi, kendisine hak vermemek imkânsız çünkü, kullandığım deyişi burada aynen yazmış değilim, onun düpedüz "banal" olanını tercih ediyorum konuşurken. O zaman da, haliyle, bir hanımın haklı tepkisiyle karşılaşıyorum: Tamam, "hanımlar hamamı" olmaz, hem uydurma, hem de komik ama yüzlerce yıllık "kadınlar hamamı" deyişi varken, o çirkin sözcük de ne oluyor? Doğru söze ne denir! Bununla birlikte, itirazın, hamama değil, o hamamın tahsis edildiği cinsin adlandırılmasına yönelik bir itiraz olduğuna da dikkat çekmeden edemiyorum. Demek, koyduğumuz tanı yerli yerinde, ama zevzeklikten kaybediyoruz.

Her neyse, işte o hamam programına, sekiz yıl öncenin "first lady"si, şimdinin dışişleri bakanı, çok değerli zamanının küçümsenmeyecek kadar önemli bir bölümünü ayırdı. Onlarda "dışişleri bakanı" diye bir unvan yok, "secretary of state", devlet sekreteri diyorlar, öteki bakanlara da ne işle uğraşıyorsa onun sekreteri derler buna devlet sekreteri demelerinden, sadece deyişin kendisinden bile bu makamın başkandan sonra geldiğini çıkarabiliriz. Son dördünden üçü kadınlardan seçilen Amerika'nın ikinci adamı, muhtemelen arayıp da bulamadığı böyle bir programa katılmayı nazlanmadan kabul etmiştir.

İlk duyduğumda, "İşte şimdi, Çiğdem'i kimse tutamaz." demiştim ancak, işin içyüzüne ilişkin hiçbir bilgim yoktu ve bu "proje"nin onun pek yaratıcı kafasından çıktığını düşünerek böyle bir yaratıcılığın ileriye dönük esaslı getirileri olabileceğini anlatmak istiyordum.

Ayrıca, böyle senli benli yazmam, bir yansımasını az önceki hamam bahsinde itiraf ettiğim kabalığıma verilmemelidir Çiğdem hanım bizim cenahtan gelir. Geçen yaz Hürriyet gazetesine verdiği bir mülakatta, "Meselemiz siyasetti, Marx'tan, Engels'ten alıntılarla konuşurduk" diyordu. Bunlar 20 yaşlarının öncesindeki dönemdeymiş o kadar ki, cinsellik bile yokmuş konuları arasında olduğunda da hep Freud, Reich falan oralardan geçerek olurmuş. Bunun dışında, birinci Türkiye İşçi Partisi'ne çok yakın durmuş bir babanın kızı 1980 öncesinde TİP'li gençler tarafından kurulan Genç Öncü derneğinden ve benim aynı işyerinde bir süre birlikte çalışıp çok sevdiğim bir çocuğun da eski eşidir. Dolayısıyla, bir yakınlık var ve hiç karşılaşmadığım bu hanımdan böyle ilk adıyla söz etmek bence kabalık sayılmaz. "Asıl kabalığı şimdi yapıyor ve bir hanımın yaşını açık ediyorsun!" diyeceklere de şu kadarını söyleyelim ki, o zamanlar kendisi çocuk yaşlardaydı demek, şimdi de gizlenecek yaşlara gelmiş sayılmaz.

Şu son cümleler, kabalık suçlamasından sıyırtmama yaramış olabilir üstelik, utancımın nedenlerinden birine ilişkin bir ipucu da vermiş olması ihtimal dahilindedir. Amerika'nın yeni ikinci adamının şirinlik gezisinin, kendisi ve temsilcisi olduğu vahşet düzeni için bir sevimlileştirme çabasının amaçları arasında yer aldığı kuşkusuz olan bir gezinin bu amacına karınca kararınca katkıda bulunan bu programın, bir zamanlar şöyle ya da böyle bizim tarafta olmuş birinin imzasını taşıması, ne kadar inkâr etmeye kalksak da, insanı utandırmamış olmaz.

Programın öteki sürekli hanımları da, en büyük kapitalistin başkentimizdeki özel olarak tasarlanmış mekânlarından birinde, her zamanki alışkanlıklarının dışında yaşlarıyla mütenasip olmak üzere, en genci yeterince açık saçık ötekiler hanım hanımcık kıyafetlere büründürülerek müsamereye çıkarıldılar ve "cıs" olacak sözlerle sorular kendilerine iyice belletilmiş olarak işlerini hakkıyla yerine getirdiler. Onların yanı sıra, bileşimleri ve soruları pek komik de görünse yine özel olarak bir araya getirilmiş konuk izleyicilerin performansları da çok kötü sayılmazdı. Böylece, hem gerçekte bir kukladan daha fazla inisiyatif sahibi olmayan bir kadının, üstelik Dünya Emekçi Kadınlar Gününden bir gün önce, cinsinin en seçkin bir temsilcisi olarak lanse edilmesi, hem de üst düzey siyasi sorumlularından biri olduğu Amerikan emperyalizminin güleryüzü niyetine gösterilmesi, küçümsenmeyecek bir inandırıcılıkla gerçekleştirilmiş oldu. Onun yerinde daha önce aynı konumda bulunmuş iki hemcinsinden biri olsaydı, inandırıcılık düzeyi herhalde daha düşük olurdu

Bu tür hizmetlerin yurttaşlarımız tarafından bu kadar kısa sürede böylesine gönüllü ve tutkulu performanslarla sunulmasını utanç verici bulmak, çok mu püritence sayılır acaba?

Bir başka üstün performans örneği olarak, seyretmeye, dinlemeye ve hatta okumaya doyamadığımız büyük medya ustası M. Ali Birand'ın benzeri görülmemiş televizyon röportajını da unutmayalım. Ancak, bir ara, ayakta dururlarken, M. Ali Beyin kolunu Hillary Hanımın arkasından dolayıp elini sırtını okşayacak kadar yaklaştırdığı halde ürkek davranarak orada kalmasını, o yüksek başarım düzeyine yakıştırmak mümkün değildi doğrusu.

Neden ürktü dersiniz, Bill'in ta oralardan uçarak kafa atmasından mı?