Üç Gerici MESUT ODMAN

Bu yazı, günümüzdeki gericilerden üç örneğin sözünü etmeyi amaçlıyor. Ortak yanları, büyük olasılıkla, bir rastlantı sonucu ortaya çıkmış görünüyor. Üçü de kapitalizmin, şiddeti hiçbir şeyden olmasa bile herkesin diline düşmüş olmasından belli olan krizinin "yeniden" akıllarına düşürdüğü Marx'tan hareketle üçbeş satır çiziktirmeden edemiyorlar. Ayrıca, ikisinin arasında bir "dostluk" ilişkisine dair bir kanıt diyemesek bile yazıya dökülmüş işaret var.

Daha önemlisi ise şu: Bizim ülkemizde gericiler ve gericilikle ilgili bir düşünce alışkanlığı vardır. Simgesel betimlemelere göndermede bulunarak söylenirse, gerici, çember sakallıdır. Keçi sakallı, pos bıyıklı ya da sakalsız bıyıksız sinekkaydı traşlı olan, gerici değildir. Ayrımcılık suçlamasından korunmak için sözü uzatmak pahasına ekleyelim, başıbağlı, sıkmabaş, türbanlı, çarşaflı olandır gerici açık saçık, takmış takıştırmış, sürmüş sürüştürmüş, medeni görünüşlü olandan gerici olmaz. Bizim demokratik devrimimizin, bütün öteki reformları gibi ürkek ve eksik bırakılmış kılık kıyafet reformunu küçümsemek için değil ama, 1923 hareketinden miras kalmış ve daha ileri bir devrimi özleyenleri bile kapsayabilmiş bir etkileme olarak söylüyorum bunu. Oysa, şu basit gerçek bütün açıklığıyla ortadadır ve bu yazının üç örneği bunun sayısız kanıtları arasında yer almaktadır: Gericiliğin kaynağı da, kanıtı da, alameti farikası da bambaşka bir yerdedir sömürü düzenini, sermayenin egemenliğini, kapitalizmi, onun sonu dediğimiz emperyalizmi anlama, algılama, karşılama, kabullenme, benimseme ile ilgilidir.

Üç örnekten biri, uzak geçmişinde sol olan, bu anlamda, solun içinden çıkmış bir kişilik. Eski terimlerle anlatırsak, tövbe etmiş bir "Maocu", o akımın bizdeki temsilcisinin içinden gelmiş, sonradan bütün kariyeri ve sebeplenme süreci içinde oraya küfretmeyi biriktirilmiş sermayesi olarak kullanmış bir "gazeteci-yazar". Uzun zamandır Hürriyet gazetesinde yazıyor ve Hadi Uluengin adını taşıyor. Kriz karşısında paniğe, korkuya, bunalıma kapılmış olan dostlarının, velinimetlerinin, elbette kendisinin de yüreğine su serpmeye çabalarken, küfür ile cehaletin az bulunur çirkinlikte bir uyumunu sergiliyor. Hiçbir zaman hiçbir erdemi ve pırıltısı olmamış bir taslak için daha fazla satır harcamadan, iflah olmaz kaynak kurtlarına adı geçen gazetenin 22 ile 25-27 Kasım 2008 tarihli sayılarına göz atmalarını öneririm. Öneri değil de, vakti çok bol olanlara kaynak göstermiş oluyorum.

İkinci örnek, bir faşist eskisi. Şimdilerde, liberal ve okur yazar olmaya meraklı. "Herhalde, bu adam, 12 Eylül öncesinin kazma tabir edilen faşistlerindendi de oralarda kendisine ekmek olmadığını aynı tarihle andığımız dönemin süreçlerinden geçerek anladı ve epeydir entelektüel bir liberal olmakta karar kıldı." dersek, umarım, insancıllığımıza halel getirecek ölçüde kırıcı davranmış olmayız. Bu zat, Aydın Doğan'ın parlak adamlarından Taha Akyol. O da kriz karşısında teskin edici davranmaya özen gösteriyor ve geç entelektüel birikimiyle, bir yandan, endişenin umutsuzluğa dönüşmemesini ve mutlaka bir çözüm bulunacağını vaaz ederken, bir yandan da, birkaç kalem darbesiyle yerle bir ettiği Marx'ın ne derin sosyolojik tahlillerin de sahibi olduğunu dile getirecek yüce gönüllülüğü o bahtsız sakallıdan esirgemiyor. O arada, daha Nisan ayında, krizin getirdiği güçlükleri şöyle veciz bir ifade ile ortaya seriveriyor: "Tedbir almak zordur, çünkü insanoğlu sırf 'akılcı' bir yaratık olmadığı için, çok defa yatağa düşmeden acı ilacı içmiyor."

Bu yılın 1 Şubat gününde yayımlanmış yazısında Akyol'un "iyi bir dostu" olduğunu söylediği üçüncü örneğimiz ise Celal Şengör. Jeoloji alanında tanınmış bir profesör olan bu kişi de ötekiler gibi kriz söylemlerinden çok etkilenmiş görünüyor ve uzun süredir yazmakta olduğu Cumhuriyet gazetesinin Bilim ve Teknoloji ekinde, 14 Kasım günü şunları yazıyor her paragrafı ayrı bir hikmet değerindeki bu yazıdan hiç değilse birkaç satır aktarmış olalım: "(...) temel mantık kurallarını özümsememiş bir insanın eseri" olan Marx'ın kuramı, "(...) bireyin davranışını da göz ardı eden, insanı yalnızca sosyal bir makinenin şuursuz bir parçası olarak gören bir kuramdır. Marx hiçbir insanın kendisinin tüm hür yaşam imkânlarını elinden alan bir sistem içinde son raddeye kadar yaşamayacağı, tersine yaşam güçleştiği an bunu düzeltmenin çarelerini aramaya başlayacağı gerçeğini göz ardı etmiş, işçinin artık neredeyse nefes alamayacağı hale gelince ayaklanacağını savunmuştur."

Marx'ın neyi savunduğunun bu gülünç, "koskoca profesör"e ayıp olmasın diye bu sıfatı yakıştırmakla yetindiğimiz, anlatımında asıl önemli yan şurada: İşçinin ayaklanması çok kötüdür çünkü, buradan devrim çıkabilir ve devrimler insanlık için her zaman felaket olmuştur. Aynı yerde ve 17 Nisan 1999'da "Akılla çözüm üretmek demek olan bilim (...) çözümsüzlüğün ifadesi olan devrime muhtaç değildir." diyen Şengör, bu lanetli değerlendirmesini yalnız işçilerin devrimi için değil burjuvazinin adına yazılı Fransız İhtilali için de sürdürmüş ve yine aynı yerde, bu kez aynı yılın 17 Temmuz'unda şöyle yazmıştı: "(...) daha da kötüsü, tarihi dikkatle okumayanlara, özgürlük ve eşitliğin yalnızca romantik düşler sonucu çıkarılacak kavgalarda kanla kazanılabileceği gibi akıl dışı bir mesaj da verdi, pek çok gereksiz ve sonunda başarısız ihtilali körükledi, milyonların ölmesine, bir sürü entelektüelin telef olmasına neden oldu."

Bu üç gericinin üçünde de bulabildiğimiz ortak yan, devrim düşmanlığıdır ve başkasını aramaya gerek yoktur.

Durup dururken, durup dururken değil, açığa çıkarılıp afişe edilmeyi hak ediyorlar da, şu sıra bunları niye yazdım?

Türkçenin büyük Kürt şairlerinden Ahmed Arif yıllar önce ve bebelere ninni olarak söylerken bu tür sorulara halkının acılarından süzülüp gelen bir yanıt vermişti. Diyelim ki, ben de onun ağzından çocuklarımıza seslenmiş oluyorum:

Bunlar,

Engerekler ve çıyanlardır,

Bunlar,

Aşımıza, ekmeğimize göz koyanlardır,

Tanı bunları,

Tanı da büyü...

Peki, şimdilerde NATO müteahhitleriyle omuz omuza şeref tribünlerinde amigoluk yapmakla meşgul eski bir numaralı kurmay subayın önünde esas duruşa geçerek kurmay adaylarına açılış dersi vermesiyle ek bir ün kazanmış, cumhuriyet ve aydınlanma yanlısı bilinen, YÖK'ün gericileriyle çatır çatır kapışan o bilim adamını da aynı dizelerdeki metaforun somutlaştırılmasına örnek göstermek insafsızlık mı oluyor? Hayır. İnsandan umut kesilmez ve kim olursa olsun herkesin yeniden değerlendirilmeye hakkı vardır. Ama, doğrusu, şu ana kadar "Hal ve Gidiş: Sıfır."