Şu 'güvenlik soruşturması' dedikleri…

En başta söylemeli: Biraz gırgır bir yazı olacak bu. Anlatacaklarımda yetmişlerin tiraj rekortmeni mizah dergisinin adı oluşundan sonra dilimizde yaygınlaştığını sandığım sözcüğün anlamına uygun öğeler bulunuyor. Oysa, konu edeceğimiz uygulama, bu düzenin yüz karası. Ne fark eder, yüz karası bir tane değil ki, denilecek olursa, çok doğrudur; tepeden tırnağa kapkara bir düzende yaşamaktayız.  

Yine de, doğrudan ve dolaylı olarak etkilediği insanlarda yol açtığı sıkıntılar ile acılar düşünüldüğünde, bunun pek de eğlenceli yanlarından söz edilebilecek bir konu sayılmayacağı, dolayısıyla böyle bir yaklaşımın pek de hoş olmadığı ileri sürülebilir.

Böyle bir itirazı ve eleştiriyi bir kenara yazarak devam ediyoruz.

Bu yazıyı tetikleyen birkaç hafta kadar önce okuduğum bir haber oldu. Habere göre, sayılarının sekiz yüz dolayında olduğunu hatırladığım genç hekimin güvenlik soruşturmaları olumsuz geldiği için atamaları yapılmamıştı. İnanılır gibi değil, deriz ya, tam da öyle. Gerçi, bu sözün pek bir anlamı kalmadı. Bu ülkede inanılamayacak herhangi bir olumsuzluk, kötülük, rezillik kaldığını düşünmek artık kolay görünmüyor.

Ama benim anlatacaklarımın hepsinde gırgır öğeler bulunuyor; hele birinin büsbütün “fıkra gibi” olduğu biraz sonra okunduğunda anlaşılacaktır. Onu en sona bırakıyorum.

***

Güvenlik soruşturmaları ile ilgili olarak kendi yaşantılarımdan aktaracaklarımın en eskisi, 12 Mart döneminin gevşemekle birlikte henüz sonlanmadığı günlere rastlıyor, demek bugünden aşağı yukarı yarım yüzyıl önce. Olayın nesnesi benim; etkilenen durumunda olduğuma göre, nesnesi demek doğru olur.

Okulu bitirmişiz, iş arıyoruz. Çok değil, üç beş yıl önce birlikte olduğumuz arkadaşlarımızdan kimileri darağaçlarında, kimileri dağda bayırda kentte sokakta kurşunlarla can vermişler, kimileri mahpus damlarında yatmaktalar. Haliyle, iş bulmak, bulduğunda çalışmak kolay olmuyor. Nasıl aklımızı yatırmışsak, ilanlar verip sınav açan eski ve büyük bir kamu kuruluşunun sınavlarına girmişiz.  Böyle dediysek, bugünün dehşet saçan deyişiyle vatanın ve milletin bekasıyla ilgili değil, parayla pulla uğraşan bir kuruluş.

Bu son dediğim, “özrü kabahatinden büyük” deyişinin yeni bir örneği oldu galiba. Parayla pulla ilgiliyse, beka sorunundan asıl anladıkları bu değil midir, diyecekler çıkarsa, haksız olduklarını söyleyemem doğrusu.

Her neyse, sınava girdik; birkaç gün sonra sonuçlar açıklandı. Haydi İstanbul efendiliğimiz tutmuş olsun da o üslupla sürdürelim, “bendeniz” kazananlar listesinin başındayım, üstelik ikinci sıradaki gariban ile aramda yüz üzerinden yirmi puan kadar bir fark var. “Eh, bu iş tamam” denmez de ne denir! Biz de öyle diyerek, sözlü sınava girdik. Çok iyi, o da sınava falan benzemiyor zaten: Ana adın, baba adın, nerelisin, nerelerde okudun, neden bu sınava girdin, falan filan…

Açıklanmış yöntem, iki sınavın ortalaması alınacak, o halde girdik bu işe.

Ama giremedik. İşe alınanlar listesi açıklandı sadece. Orada yokuz. Yahu, diyorum kendi kendime, Gaziantep doğumlu olsak da “Gazi”sini unutarak söylesek, o sıralar daha Maraş’a kahramanlık Urfa’ya şanlılık bahşedilmiş değil, zaten oralardan da değiliz, dolayısıyla öyle bir yanlışımız olamaz. Yahut “bluejean” pantolonlu falan laubali bir giysiyle gitmiş olsak, oldum olası giymem o nesneleri, yok, oralardan tutturamazlar. Öbürü aklıma gelmiyor; çünkü, hem alışkın değiliz düzenin bu tür kurallarına, yeni yeni iş aramaya başlamışız, hem de sağdan soldan işitsek bile sınava kabul edildiğimize göre, herhalde o engeli aşmış olduğumuzu varsayıyoruz.

Meğer, ne aşması, “güvenlik soruşturması” kötü gelmiş. Bunu da birkaç ay sonra, tam bir rastlantı sonucu, o sınavın  düzenleyicileri arasında olmakla birlikte etki gücü çok sınırlı bir kişiyle karşılaştığımızda öğreniyoruz.

***

Bundan sonraki iki olaydan biri, ilk anlattığımdan on beş yıl kadar sonra gerçekleşiyor. Tarihler üzerinde bu kadar durmamın nedeni birazdan ortaya çıkacak. Şimdi devam edelim.

On beş yıl sonra dediğimize göre, seksenlerin sonlarındayız; az önce tam da gevşememişti dediğimiz 12 Mart’ın sonuna yaklaşması, düzenin patlamaya yüz tutmuş gazı alma işlevini hep üstlenmiş Ecevit mavi dalgasının ilk kez bu kadar yükselişi, ardından kanlı 12 Eylül hazırlığı ve kendisi, derken, onun da azgınlığının sönümlenişi ve mavi dalganın bir kez daha ama bu kez biraz daha farklı özneler ve biçimlerle yinelenişi gelmiş.

Gelmiş gelmesine, ama insanları, üstelik de kendi yöntemleriyle seçip aldıkları insanları işe başlatmıyorlar. Ayrıca, ne bir gerekçe ne bir açıklama, sadece “soruşturmanız olumsuz geldi”, çoğu kez o kadarı bile yok.

Ama şimdi anlatacağımda daha ileri bir açıklama var. Sağ olsun personelciler! Personel şefi iyi arkadaşımdı, futbol oynarız, ara sıra iki tek atarız, çoluk çocuk pikniklere gideriz… Zaten düzenin dalaverelerini her zaman sonuna kadar yürütememesinin, yürütebildiğinde de büsbütün gizli tutamamasının başlıca nedenlerinden biri, çalıştırmak zorunda olduğu emekçiler arasındaki bu tür sınıf içi insani ilişkilerdir.

Benim birimime alınacak, bütün sınavları başarıyla atlatmış, kimya mühendisi bir çocuk vardı. Almadılar. Gerekçesini o şeften öğrenmiştim. Güvenlik soruşturmasında belirtildiğine göre, fi tarihinde bir gece afişleme yaparken ekiplerce yakalanıp gözaltına alınmış, ertesi gün de mahkemeye çıkarılıp serbest bırakılmış, başka sabıka kaydı yok, “sol görüşlü”. Hepsi bu kadar.

***

Geçen haftaların birinde, çekirdekten CHP’li ve “bir köylü sosyalistiydi” diyerek burada anlattığım, artık yaşamayan bir arkadaşım vardı. Üçüncü öykü onun soruşturması ile ilgili.

Bu kez 12 Eylül İstibdadının başlangıç dönemlerindeyiz. Ülkenin son iki başbakanı ile onlardan birinin iki yardımcısının içeri tıkıldığı, yığınsal tutuklamalarla hızlı ve bir oradan bir buradan idamların sürdüğü, bunlara karşılık “hür ve serbest” seçimlerin ne zaman yapılacağının açıklandığı günler.

Yukarıda andığım personelci dostumuz sayesinde normal ve en rahat atlatılır sayılan güvenlik soruşturmasının yapılışını öğrenmişiz. Başka türleri de var herhalde, ama onları bilen pek az kişi olduğu söyleniyor. O rahat olanında, bir, işe alınacak kişinin nüfus kütüğünün bulunduğu ilin, bir de, ikamet ettiği ilin valiliklerine yazı yazılarak güvenlik soruşturması ile ilgili bilgi isteniyormuş.

Andığım o arkadaş Ege’nin köylerinden. Bizimle çalışmaya başladıktan sonra köyüne bir uğradığında köylüleriyle görüşmesini anlatmıştı. “Beyim” demişler, “birkaç ay oluyor, bizim candarma kumandanı gelmişti; tam da Cuma namazı bitmiş, hocanın vaazını dinlemiş çıkıyorduk, cemaatin önünü kesti cami avlusunda, bir iskemle isteyip üstüne çıktı, senin adını söyledi, nasıl bilirsiniz dedi, biz de eyi biliriz dedik, bir yaramazlığını görüp işittiniz mi diye üsteledi, biz de ne diyebiliriz ki, yok canım heç bi yaramazlığı yoktur, senden eyi olmasın, doğru düzgün adamdır dedik. Hayrola beyim, bir derdin, sıkıntın mı vardır?”

“Yok, yok” diye rahatlatmış bizim arkadaş, “Derdim de yok sıkıntım da. İyi demişsiniz. Sağ olun.”

***

Birkaç genelleme yapabiliriz.

Bir kez, bu uygulamanın hukukla, yasayla, bu tür “şey”lerle bir ilgisini kurmak boşunadır. O tür dayanaklar aranmaz. Uygulamadan zarar görenler de o dayanakların yokluğunu ileri sürerek hak arayışına girmezler; çünkü, girenlerin sonuç aldığına pek rastlanmamıştır, hatta hiç rastlanmamıştır.

Antidemokratik türü söylemler ise büsbütün boş ve anlamsızdır; çünkü, en demokratik sanılan ortam ya da zamanlarda da uygulanır, apaçık  demokrasi dışı kabul edilenlerde de. Demokrasinin en ileri olduğu bellenmiş ülkelerde de geçerlidir, bizdeki gibi az gelişmiş sınıfına sokulanlarda da. Denebilirse, demokrasinin “mütemmim cüzü” olmuş uygulamalardan sadece biridir. Benzerleriyle birlikte yaygın haklılaştırma gerekçesi “demokrasinin kendini koruma hakkı”nın bulunduğudur. Yalnız bu konuda değil, hemen her türlü baskı ve zorbalık eylemi için de aynı gerekçe dolaşımdadır.

Kısaca şöyle anlatılabilir: Demokrasilerinin bir türlü güven duyamadıkları “bekası” için yapacaklarında sınır tanımazlar.