Sosyalizm gelecek, dertler bitecek

Harcıalem tribün ya da meydan sloganlarına mı benzedi biraz? Yoksa, ince düşünüp kılı kırk yaranların gözünde pek kaba, pek basitleştirici mi oldu?

Olsun varsın. Önemli olan, doğruluğu. Hele doğru bir düşüncenin, özlemin, umudun kolayca söylenip akılda kalmasını sağlarsa, bir de kalabalıklara doğru yayılabilirse, varsın beylik sloganları hatırlatsın!

O yazıyı okuyanlar tahmin etmişlerdir, geçen haftadan devam etmek niyetindeyim.

Geçen hafta, sömürünün, zorbalığın, savaşların, adaletsizliğin ortadan kaldırılmasından söz etmiş, bütün bu  temizliğin köklü biçimde yapılmasının ancak sosyalizmde mümkün olabileceğini vurgulamış; başka bir söyleyişle, esasen sosyalizm de tepeden tırnağa kadar kire batmış dünyayı böyle bir temizlikten geçirmek için zorunludur, demeye getirmiştik.

Sosyalizm, kuşkusuz, her türlü sömürünün yok edilmesini amaçlayacak ve üretim araçlarını özel mülkiyet konusu olmaktan çıkararak işe kapitalist sömürüden başlayacaktır. Kapitalist sömürünün ortadan kaldırılması, olağanüstü boyutlarda yeni kaynakların toplumun kullanımına açılmasını sağlayarak, gelişmiş insan aklının yönetim ve denetimindeki planlı sosyalist ekonominin işleyişiyle yoksulluk ve eşitsizliği sona erdirecektir. Ancak, ücretli emek tarafından yaratılan artı değere sermayedarların el koymalarının önlenmesi, her türlü sömürünün ortadan kaldırılışı için gerekli olmakla birlikte, tek başına yeterli değildir. Sözgelimi, cinsiyete dayalı sömürüye son verilmesi yolunda sosyalist kuruluş örneklerinde çok önemli adımlar atılmış ve kadınlar kapitalist ülkelerle karşılaştırılamayacak boyutlarda kazanımlara ulaşmış olmakla birlikte, bu sorunun birtakım ek ideolojik, kültürel ve yasal atılımları da gerektirdiği ortaya çıkmıştır. Ayrıca, yer yer hâlâ varlığını sürdüren kapitalizm öncesi sömürü biçimleri, sosyalizmin kuruluş sürecinde, geçerken çözülecek sorunlar arasındadır.

Öte yandan, doğanın sömürülüşünün dizginlenmesi ve/veya rasyonelleştirilmesi de birçok eşgüdümlü çabayı gerektirir. Örneğin, geçmişte kalan sosyalizm deneylerinde, epeyce eskilerdeki Aral Gölü yıkımını da daha yakın tarihlerdeki Çernobil Faciasını da unutmak mümkün görünmüyor.

Bu arada, sömürü denildiğinde, kapitalist ülkelerin insanları olarak herkesin aklına  çocuk emeğinin ya da çocukların sömürülmesinin gelmesi doğaldır. Ancak, sosyalizm açısından, bu sorun en kolay çözüme kavuşturulacaklar arasında sayılabilir. Çok kısaca söylendiğinde, kapitalizmin tarihinde ya hiç gündeme gelmemiş ya da gündeme geldiğinde genellikle ciddi biçimde uygulanmamış çocukları çalıştırma yasağının katı kurallarla uygulamaya geçirilişinin yanı sıra bilimsel temellere oturtulmuş “eşit ve parasız eğitim”in 18 yaşına kadar bütün çocuklar için zorunlu kılınması, yeterli olacaktır. Geriye, çocuklarla birlikte sözü edilebilecek tek sömürü ilişkisi olarak, anne ve babaların çocukları tarafından sömürülmesi kalacaktır ki, bunu da pek doğal ve kabul edilebilir tek sömürü ilişkisi saymakta önemli bir sakınca olmasa gerektir!

Özgürleşme sömürücü zorbalığının ortadan kaldırılışı ile birlikte gerçekleşecektir. Buna, pek de gerekli görünmeyen bir fiyakacılık izlenimi yaratmasına aldırmadan, özgürlüklerin gelişip zenginleşmesi ve halklaşması diyebiliriz. Şöyle açılabilir:

Birincisi, yinelenerek belirtilmeli, bunun temeli sömürü ve sömürücü zorbalığının ortadan kaldırılmasıdır.

İkincisi, “klasik” olarak nitelendirilebilecek özgürlüklerin soluk alma, beslenme, uyuma, vb. doğal ve zorunlu davranışlara dönüşerek bu alanın dışına taşınmasıdır. Nedir bunlar? Düşünme, düşündüklerini açıklama ve yayma, örgütlenme özgürlükleri.

Üçüncüsü, toplumun ve ülkenin hem doğal hem üretilmiş imkânlarından daha kolay, daha eksiksiz yararlanma hakkını talep etme, bunun için örgütlenme ve bu hakkın insanlara eşit biçimde sağlanması yönündeki çalışmalara katılma özgürlüğü gündeme gelecek ve kullanılacaktır. Bu bir hak mıdır özgürlük müdür sorusuna ise haklar ile özgürlüklerin bütünleştirilmesi gereğini hatırlatarak kaçamak bir yanıt verilebilir. Bununla birlikte, toplumun örgütlenmesinin daha ileri aşamalarında, toplumsal ve bireysel hakların kısıtlanmasına karşı koyma özgürlüğünün bu bağlamda gündeme geleceğini eklemekte bir sakınca yoktur.

Geçen haftaki yazıda emekçilerin özlemleri arasında bir başlık olarak değinilip geçilen konulardan biri barış olmuştu. Sosyalizmde sömürüye son verilmesi, iç barışın nesnel temeli olacaktır. Ama eski sömürücü sınıfların kalıntıları ile bunların emperyalist dünyadaki dış destekçileri varlıklarını uzun süre devam ettireceklerine göre, iç barış üzerindeki tehdit ortadan kalkmayacak demektir. Örgütlenip gelişmekte olan sosyalist toplumun bu tehdide karşı gereken önlemleri alması ise kendi doğallığı içinde ete kemiğe bürünecektir.

Öte yandan, emperyalizmden kaynaklanan çatışma ve savaşlara karşı, sosyalizmin gücünün uluslararası düzeyde artışı en etkili silah olmakla birlikte, barışseverliğin ve onun bütünleyici parçası olacak enternasyonalist dayanışmanın el üstünde tutulması, iyimser bir beklenti olmanın çok ötesinde bir kaçınılmazlık kazanacaktır. Bir bakıma, bu kaçınılmazlığın bugün için de geçerli olduğunu söylemek mümkündür.

Kapitalizmde her zaman gündemde olmakla birlikte son günlerde haklı olarak çok fazla öne çıkmış bir başlık durumundaki adalet isteği, sömürünün ortadan kaldırılışı ile en sağlam dayanağına kavuşmuş olacaktır. Tersinden bakılarak söylenirse, her türlü adaletsizliğin tek değilse bile en güçlü dayanağı olan insanın insan tarafından sömürülüşünün yok edilmesi, adaletin her alanda ve bütün anlamları ile gerçekleştirilmesi için en sağlam temeli oluşturacaktır.

Bu gerçeğin sömürücü sınıfların kalıntıları ve onların dış destekleri ile çok çeşitli biçimlere bürünebilecek bir mücadeleyi zorunlu kılması ise doğaldır.  Bu çerçevede, yeni bir adalet mekanizmasının kurulması ve sağlıklı işleyişinin güvenceye alınması vazgeçilmez bir noktadır. Burada “adaletin, örgütlü halk ile birlikte ve onun adına, çalışma kural ve esasları yasalarca belirlenmiş mahkemelerde yerine getirilmesi; mahkemelerde gerek mahalle ve köy meclislerince belirlenen yurttaşların gerekse yargıçların görev almaları” söz konusudur.

Şu son satırlarda tırnak içinde belirttiğim önlem ve öngörüler, toplumun ve bireylerin hayatını ilgilendiren birçok konuda benzer çarpıcılıktaki pek çok başkaları ile birlikte, TKP tarafından yayımlanan “Toplumcu Anayasa için Taslak” başlıklı metinde yer alıyor. Aslında, son kez Mayıs 2017’de ülkemiz yurttaşlarının dikkatine sunulan bu metin, daha önce, yine aynı parti tarafından 2007 yılında ilk biçimiyle açıklanarak gündeme getirilmişti. Bu metinlerin, Sosyalist İktidar Partisi’nin 2001 yılından sonraya taşınan “Sosyalizm Programı” başlıklı programatik belgesi esas alınarak hazırlandığı da eklenirse, ülkemizde sosyalizmi ilk ve ivedi hedef olarak ileri sürenlerin emekçi halka sundukları kurtuluşa ilişkin belli bir ayrıntı düzeyindeki öngörülerin oldukça eski bir tarihten beri ulaşılabilir durumda olduğu anlaşılır.

Şimdi yapılması gereken, onları hızla artan büyüklükteki kitlelerin erişimine sokmak, onlar tarafından gereğince algılanması doğrultusunda daha becerili ve daha enerjik davranabilmektir.

Bitirirken yeniden başlığa dönersek, sosyalizmin, bugün bir bölümü herhangi bir akıl süzgecinden geçirildiğinde neden ve nasıl can yakmaya devam ettikleri kolay kolay anlaşılamayan dertleri tümüyle tarih öncesinde bırakacağı kesindir. Onun ilk adımlarında ve çok sonraları da, bazıları şimdiden üç aşağı beş yukarı kestirilebilen bazıları ise pek kestirilemeyen, hatta belki de şu anda akla hayale gelmez türden sorunlarımız olacaktır. Ama o zaman, sorunlarımızla, birbirlerini alt etmek için çabalayan sınıflar içinde ve onlar adına boğuşmayı geride bırakmış, “ancak ölülerin sorunları biter” rahatlığı ve doğallığıyla düşünüp davranabilme imkânına kavuşmuş insanlar olarak uğraşıyor duruma geleceğiz.