Sorulardan Bir Soru

Bazı saptamaları alt alta yazmaya çalışalım.

AkP yedi yıl aralıksız sürmüş bir hükümet etme döneminin sonunda oldukça yıpranmış durumdadır. Bu “yıpranmış” nitelemesinin yanına sarsılmış, örselenmiş, yorulmuş ve benzeri nitelemeleri de eklemek mümkündür cümlede “oldukça” sözcüğü bulunduğu için çoğunluğun onayını alabilecek bir yargıyı yazıya dökmüş oluruz. Bugün her alanın dil bilmez yıldızlarının yaza söyleye bir “galat-ı meşhur” durumuna getirdiklerinin tersine, “oldukça” sözcüğü çok ya da çok’tan da daha fazla olanı değil, daha az olanı, yetecek kadar olanı anlattığı için.

Bu yıpranmışlığın, en baştaki dört kurucu isimden birinin başkanlığında ayrı bir partinin ortaya çıkışı ile uç noktada simgelenen ya da daha yumuşak gerçekleşen bölünmeler, yıllarca özel kalem müdürlüğü yapmış sır ortaklarının düşman kesilip/ilan edilip yurt dışına kaçmaları/kaçırtılmaları ile açığa çıkan birbirine düşmeler, ülkemizde Türk-İslam sentezi denildiğinde ilk akla gelen isimlerden ağabeylerin küsüp kenara çekilmeleri ve benzerleri türünden değişik görünümleri sıralanabilir.

Öte yandan, yıpranmanın da kararlı bir çizgi izlemediği örneğin, Menderes’inkini hatırlatan oy ve parlamento çoğunluklarını sağlayan seçimlerin ve Çankaya Köşkü’ne de çıkılışın hemen ardından gelen ciddi seçim yenilgileriyle kendini gösteren bir dalgalanma gösterdiği de tablonun bir özelliği olarak belirtilebilir.

Ayrıca, bu yıpranmanın, koalisyon ortağı AsP’yi insan içine çıkamayacak kadar itip kakabilen güç gösterileriyle birlikte gerçekleşmesine dikkat çekilerek söz konusu dalgalı seyrin ne kadar çarpıcı olduğu, dalga yüksekliğinin nerelere kadar ulaştığı da örneklenebilir.

Bu kadarla yetinilmeyerek, AkP’nin bir süredir önüne konulmuş bulunan dış ve iç politika açılımları karşısındaki yalpalamaları, bocalamaları, gelgitleri, yaşadığı ve çok yakın gelecekte yaşamaya aday olduğu sıkıntıların kanıtları olarak ileri sürülebilir.

Hâlâ nerelere evrileceği tümüyle kestirilemeyen ekonomik kriz ise sanayiin çekirdeği konumundaki imalat sanayii kesimlerini ciddi biçimde etkileyişi ile, dolayısıyla klasik anlamda sanayi proletaryasını ağır bir işsizlik derdine düşürmesi ile bu sıkıntılı sözcüğünün betimlemeye yetmediği tablonun dışsallık yanı ihmal edilemeyecek boyutları arasında düşünülebilir ve iktidar sahiplerinin geçmişteki büyüklerinden öğrendikleri deyişle “şeamet tellallığı” diye niteleyebilecekleri bu kapkara değerlendirmeye dahil edilebilir.

Bunların hepsi ve benzerleri yazılıp çizilebilir üstelik yukarıda bir ara değindiğimiz koalisyon hikâyesi dışında hiçbirine de ciddi bir itiraz gelmez.

Gerçi, sekiz yıllık ya da biraz daha uzun bir hükümet etme süresinin sonunda yeniden hükümet partisi ya da hükümetin birinci partisi olma olasılığı, böylece Erdoğan’ın öncülleri Menderes, Demirel ve Özal’ın hükümet etme sürelerini sollama olasılığı da yok değildir. Ama, bunun hiç değilse şu anda pek yüksek bir olasılık olarak görünmediği kabul edilerek, bütün o saptamaların sonunda, bir toparlama ya da düpedüz sonuç olarak, AkP iktidarının “mukadder” sonuna doğru yaklaştığı yargısına ulaşılabilir.

Burada da o tırnak içinde yazılmış mukadder sözcüğü dışında çok büyük bir itiraz gelmeyeceğini varsayabiliriz. Hatta, bunun Tanrı ya da tanrılar tarafından belirlenmiş bir kader değil, toplumsal gelişme yasaları tarafından az çok öngörülebilen bir son olduğu yolunda bir açıklama eklenirse, o kadarcık itiraz bile olmayabilir.

Ama, eğer öyleyse, bu saptamalar üç aşağı beş yukarı kabul görebiliyorsa, şu sorunun hemen akla gelmesi ya da akıllara getirilmesi gerekir:

İyi de, sonrası ne olacak?

Sonrasının ne olacağı, öncesinin ne ya da nasıl olacağına bağlıdır. Yukarıda tanrısal anlamda değil, toplumsal gelişmenin yasallıkları açısından mukadder diye nitelediğimiz sonun nasıl ve kimlerin eliyle gerçekleştirileceğine…

Ona göre, oldukça farklı olasılıkların ortaya çıkabileceğine ilişkin, dayanaksız olmayan spekülasyonlar yapılabilir. CHP ile MHP’nin değişik biçimler alabilecek bir hükümeti mi Türk faşizminin hiç de şaşırtıcı sayılmayacak bir şahlanışının sonunda gelebilecek ve şimdiye kadar hiç gelmemiş bir MHP hükümeti mi bu açılımları en iyi kendisinin yapabileceğine herkesi, herkesi olmasa bile inanması asıl önem taşıyanları inandırmış bir CHP’nin hükümeti mi bu yorulmuş AkP’nin ikinci ya da her şeye rağmen birinci parti olacağı bir koalisyon mu? Bu sonuncusunun ya da öncekilerin katkılarıyla gerçekleşecek bir kesin yıkılış mı?

Bunların dışında, geçen yarım yüzyılda birkaç kez görülmüş olanlara az çok benzer, ömrünü demokrasiyi tamir ve tımar etmek için gerekli gördüğü süre ile sınırlamış bir geçici hükümet mi?

Yoksa, bütün bu “son çözümlemede” birbirine benzeyen seçeneklere hiç benzemeyen bambaşka bir tarz-ı hükümet mi?

Bunların hiçbiri için olasılık sıfır değildir kuşkusuz. Ama, bugünden bakıldığında, sonuncusu için sıfıra yakın olduğunu söylemek durumundayız.

Ama, bu berbat duruma takılıp kalmanın anlamı da yoktur, yararı da. Takılıp kalmanın yerine, en çok iki yıllık bir süre içinde ve genel seçimin gündeme girişiyle birlikte gündeme gelip oturacak şu soruya, doğru ve inandırıcı yanıt bulmak için şimdiden düşünmeye başlamak en iyisidir:

AkP’yi hedefe oturtan bir mücadele verilmeye çalışılıyor, doğrudur daha güçlendirilerek verilmeye devam edilmesi de doğrudur. Buna dışarıdan, CHP’den, MHP’den, şuradan buradan ve bizim istemediğimiz katkılar da gelecek ve kendisi dışındaki bütün siyasal aktörlerin muhalefet ettiği bir AkP’nin, emekçi halkı epeyce canından bezdirerek sekiz dokuz yıl sürmüş bir dönemin sorumlusu olarak gösterildiği bir genel seçim yaşanacaktır. Peki, o zaman, “İlk yapılması gereken bu hükümetten kurtulmaktır.” diye başlayan ve “Oyları bölmeyelim!” çağrısıyla devam eden, artık sol camianın gülse mi ağlasa mı bilmez duruma geldiği terane karşısında, eskiden söylenenlerden daha etkili ve sonuç alıcı olarak neler, nasıl söylenebilecektir? Daha önce söylenenlerin yetersiz kaldığı belli olduğuna göre, bugüne kadar söylenmiş olanlardan öz ve/veya biçim açısından farklı, hangi tutum değiştirici kampanyalar yapılabilecektir?

Çok mu naif bir soru oldu?

Olsun varsın! Hele bir akıllara düşsün, yeter!