Sevabın ve Günahın En Büyüğü

Çoktandır dinsel söyleyişlere ağzımız alıştığından olmalı, böyle başlıklar yazabiliyoruz. Gerçi, kimileyin, muradımızı anlatmak bakımından, özellikle aşırılıklar dile getirilecekse, dinsel çağrışımlı sözcüklerin belli bir üstünlük sağladığı saklanamaz burada da böyle abartılı bir anlatıma ihtiyaç var. Bunun yerine, sözgelimi, iyilik ve kötülük denseydi, yetersiz bir anlatım olurdu.

Yirminci yüzyıldaki sosyalizmin işlediği en büyük sevap ile günahtan söz etmek istiyorum. Kimliğimiz bilindiği için gereksiz görünse bile, yukarıdakine benzer dinsel çıkışlı sözcükleri kullanmakta devam ettiğimize göre, buradaki sevap ve günahın tanrılara ve onların buyruklarına değil emekçi insanlığa karşı işlenmiş olduğunu belirtmeliyiz

Tarihe “sosyalizm yüzyılı” olarak geçtiğine ilişkin yaygın sayılabilecek bir görüş birliğinin bulunduğu son yüzyılın emekçi insanlığa bir büyük armağanı, bir de çok ağır cezası olmuştur. Böyle de söylenebilir.

Biraz daha somutlaştırmak için, sevap ve günah işleyenin yahut armağan ve ceza verenin kim olduğunu, başka bir anlatımla, geçen yüzyılın sosyalizm adına yazılmasında en büyük rolü olan özneyi de belirtmek gerekir. Bu özne, Sovyet sosyalizmidir başka bir anlatımla, onun yaratıcısı olan Sovyet proletaryasıdır.

Başlangıçta henüz “sovyet” nitelemesi bir coğrafyayı dile getirmek için kullanılmıyordu, Rusya diye anılıyordu en büyük sevabın işlenmesi o döneme rastlamıştır. Günah saydığımız ise yeni adlandırmanın kullanıldığı dönemin ürünüdür. O halde, ikisini birleştirerek, Sovyet Rusya proletaryası demek doğru olur.

Sevabın ve günahın en büyüğünü işleyen, biraz daha hak gözeten bir yaklaşımla söylenirse, işlenmesinde öncü ve/veya ağırlıklı rol oynayan, Sovyet Rusya proletaryasıdır.

Emekçi insanlığın kaderini değiştirecek bir öğretinin ve onu hayata geçirme aracının hem keşfi hem de bu keşfin işe yararlığının gösterilmesi, sözünü ettiğimiz en büyük sevabı oluşturmaktadır. Bu öğreti, sosyalist devrim öğretisidir bir yandan onun mütemmim cüzü, tamamlayıcı parçası, bir yandan da hayata geçirilme aracı ise işçi sınıfının ideolojik ve siyasal anlamda en ileri, en gelişkin öğelerinin oluşturduğu siyasal parti.

Bunların her ikisinin de daha önceki sosyalizmde hiç bulunmadığını söylemek mümkün değildir. Ancak, oradaki ile yirminci yüzyılın başlarında, tartışılmaz bir üstünlük taşıdığı yılları hesaba katarak ilk çeyreğinde de diyebiliriz, işçi sınıfı mücadelesine benzersiz bir katkı olarak ortaya çıkan, aynı değildir. İlkinde bir nüve, bir esinti olarak var olan, sonrakinde her şeye, atılan her adıma damgasını vuran bir belirleyici olarak ortaya çıkmış ve sosyalizmin kitaplarda, üstelik hepsinde de değil kitapların ancak bazılarında yazılı bir güzel hayalden ibaret kalmasını önlemiş, kanlı canlı bir gerçeklik olarak insanlığın hayatında yer etmesini sağlamıştır.

Kısacası, emekçi insanlar tarafından yapılacak bir iş olarak sosyalist devrim ve o işin yapılmasında öncülük edecek örgüt olarak parti düşüncesinin geliştirilmesi, bu düşüncenin doğruluğunun geniş kitleleri inandıracak biçimde hayata geçirilerek sınanması: Geçen yüzyılda emekçi insanlık uğruna işlenmiş en büyük sevap budur.

Ancak, ne yazık, bir de en büyük günah vardır ki, onun işlenmesiyle bu sevabın sağladığı kolaylık etkisini yitirmiş, ardına kadar açtığı kurtuluş yolu ya engellerle doldurulmuş ya da büsbütün tıkanmıştır.

Bu en büyük günahı tek bir sözcükle anlatmak gerekirse “demokrasi” demek yerindedir. Yerinde olmakla birlikte, bazı açıklamalar atlandığında, eksik anlatıma ve yanlış anlaşılmaya yol açabilmektedir.

Anlatmak istediğim şudur: Sosyalist devrimin ve onu gerçekleştireceklerin öncü örgütü olarak partinin emekçi insanlığın aklına ve eylemine yazıldığı çağ diye tarihe geçmiş olan yirminci yüzyıl, aynı zamanda, “demokrasi”nin devrimci hayalleri ve mücadele hedefini bulanıklaştıran bir yanılsama işlevi üstlenmesine de tanıklık etmiştir.

Nerdeyse aklı erdiğinden beri buna benzer sözleri tekrarlamış bir insan olarak, örneğin, bundan 10 yıl kadar önce Gelenek dergisinin 64. sayısında yazdığım şu satırları buraya almamda herhangi bir sakınca olmasa gerektir:

“(…) demokrasi sözcüğünün ise artık iyice kirlenmiş olduğu kanısındayım. (…) Hem emekçi kitleler hem de sosyalizm mücadelesi açısından böyledir. Emekçi kitleler, çok uzun bir süredir, sadece geri kapitalist ülkelerde değil ‘ileri’ olanlarında da, demokrasi adına sömürülmeyi ve baskı altında tutulmayı yaşayıp durmuşlardır. Buradaki ‘adına’ sözcüğü yanlış bir çağrışıma yol açabiliyor sanki gerçek demokrasi bu değilmiş de, gerçeğine ulaşıldığında böyle olmayacakmış… Benim bunu demek istemediğim çok açıktır sanırım. Ancak, bir ölçüde de buradan hareketle, önüne ‘milli’ ya da ‘ileri’ türünden sıfatlar getirilerek, emekçilerin on ve yüz yıllardır yaşayıp durduklarından çok farklı bir demokrasinin olabileceği ve bu uğurda mücadele etmek gerektiği anlatılmak istenmiştir. Oysa, demokrasi budur işte, gerçeği sahtesi, ilerisi gerisi pek fark etmez: İşçi sınıfı ve emekçi kitleler sömürü ve baskı altında yaşarlarken bunun bir özgürlükler dünyası olduğuna inandırılırlar. Değişen ya da değişebilecek olan, sadece, sömürü, baskı ve inandırılmanın biçimleri ile şiddetidir. Epey eskiden beri biliyor olmamız gerekir demokrasi, bir devlet biçimidir ve her devlet biçimi serbestlik ile kısıtlamayı, hoşgörü ile zoru, kapsama ile dışlamayı birlikte içerir. Bunların şiddet ve biçimleri de farklı, dolayısıyla önemli olmakla birlikte, asıl belirleyici olan kimlere ve hangi amaçla uygulandığıdır.

Öte yandan, ‘demokrasi’, sosyalizm mücadelesi açısından da kirlenmiş bir sözcüktür. Çok uzun bir süre, dünyanın hemen her yöresinde, demokrasi yahut demokrasiyi geliştirip ilerletme amacıyla sosyalizm mücadelesi ikinci plana, hatta gündemin dışına itilmiş, görülmesi imkânsız bir uzak hedef olarak unutulup gitmiştir. Sosyalizm için mücadele edenlerin bunu unutmaları, öyle sıradan, bağışlanabilir, ‘insanlık hali’ sayılabilir bir zayıflık değil, ölümcül bir unutkanlıktır.”

Unutkanlık sözcüğü anlatılmaya çalışılan zaafı dile getirmek bakımından pek mi hafiftir, yoksa, hemen önüne getirilen “ölümcül” pekiştirmesi ile bu hafiflik ortadan kalkmakta mıdır, bilemiyorum, ama şurası besbellidir: Geçen yüzyılın ilk çeyreğinde, yüzyıla damgasını vurmuş Sovyet proletaryasının ve onun önderlerinin yerli yerinde ve, deyiş uygunsa, kıvamında tuttukları bu söylem ve eşlik ettiği eylemler, ikinci çeyrekten başlayarak ve geri kalan yaklaşık yarım yüzyıl boyunca, yine aynı öznelerin yönlendiriciliğinde, sosyalizm mücadelesini gölgelemiş, güdükleştirmiş ve amacından uzaklaştırıp çürütücü bir etkiye yol açmıştır.

Buradaki sevap/günah iddiası, doğruluğu yanlışlığı bir yana, geçmişle ilgili bir değerlendirmeden ibaret değildir geleceğe, yeni bir mücadele dönemine ilişkin uzantılarıyla birlikte düşünülmelidir. Emekçi insanlığın tek kurtuluşu olan sosyalizm uğrunda mücadele, en ağır yenilgiyi yaşayıp dibe vurmuş olmakla birlikte, artık dipten yüze çıkmış durumdadır. Bundan sonra mücadelenin o tek kurtuluşa yönelmesi gündemdedir. Bu yönelişte, başta en büyüğü olmak üzere sevapların peşine düşmek, büyüğüyle küçüğüyle işlenmiş günahlarınsa uzağında kalmak esas olacaktır.

Biraz önce, aklım erdiğinden beri bunları tekrarladığımı yazdığımda, tek yanlı bir polemiğe girerek hiçbir zaman aklımın ermediğini mırıldananlar olduğundan, hatta böylelerinin hiç de az sayılamayacağından kuşkum yok. Kolayca ve doğrudan hasım kategorisine yerleştiremeyeceklerimizle de önemli tartışmalara, onların sonunda ulaşılacak açıklıklara ihtiyacımızın olması doğaldır.

Ama, bu kadarını söylemem gerekiyordu. Daha sonra, inandırıcı kanıtlarını yeterince ayrıntılı ve serinkanlı olarak dile getirme imkânı bulup bulamayacağımı bilmesem de, bu kadarıyla olsun, yazmak zorundaydım.

Latince bir cümleyi tekrarlayarak bitireceğim. Bizim ülkemizde milletvekillerinin kendileri için meclis albümünün “bildiği yabancı diller” bölümüne yazdırdıkları, “az bilmemnece bilir” ölçüsünde bir yatkınlığımızdan söz edilebilir belki bu ölü dile. Yine Marx’tan hatırlıyoruz, onun kısaca “Gotha Programı’nın Eleştirisi” diye anılagelmiş eleştirel notlarının en sonuna yazdığı satırdan: “Dixi et salvavi animem meam.”

Söyledim ve ruhumu kurtardım.

Eğer kurtarmak bu kadar kolaysa!