Saymaca*bir bahar üzerine çeşitlemeler

Geçen hafta, en azından görünüşte hiç gereği yokken, neden bu kadar risk alıp tek başına ortaya atıldığına ilişkin bazı olasılıklardan söz etmiştim. Epeydir Türkiye siyaset sahnesinin bir numaralı aktörüydü kast ettiğim, malum. Seçimi izleyen günlerde Batı basınının birçok organında da böyle bir soruya yanıt bulunamadığına ilişkin yazılar okuduk.

Geçen hafta yazdıklarım arasında değinmeyi unuttuğum bir olasılık ile başlayabiliriz.

İktidar açısından, kesin bir yenilgi denemese de yengi sayılması mümkün olmayan bir durum olarak tanımlanmasına hemen hiç kimsenin itiraz edemeyeceği bir sonuç var ortada. Yukarıda sözünü ettiğimiz bir numaralı aktörün böyle bir sonucu tahmin ettiği, hiç değilse bu tür bir olasılığın varlığını dikkate aldığı varsayılabilir. Bu varsayım geçerliyse, o zaman, uluorta olmasa bile kendi içlerinde hesaplaşırken şunu demesi akla yakındır, beklenebilirdir: Benim herkesi şaşırtan bir risk alarak onca çaba göstermeme rağmen, gerilemeyi ancak bu kadar sınırlamam mümkün olabildi.

Bunun kamuoyuna yönelik açıklamalarda da değişik bir üslupla yinelenmesi mümkündür; çünkü, böylece yenilgide liderin payı iyice azaltılmış, hatta kendisine öngörü sahibi ve önceden uyarıcı benzeri üstün nitelikler yakıştırılmış olur. Ama, aynı zamanda, iç hesaplaşmadaki sertlik dozunun artması ve kapsamın genişlemesi de kolaylaşır.

Buna yakın bir tablonun gerçek olması durumunda, yeni olmamakla birlikte özellikle son zamanlarda çok belirginleşen, sertleşmenin ve ortalığı alışılmışın ötesinde germenin bir ölçüde düşürülmesi, uzak bir olasılık sayılmaz.  Üç nedenle böyle olduğunu düşünebiliriz.

Birincisi, ilk akla geleni, bütün iletişim araçlarının öyle bir yumuşatmayı düşünebilecek olanın elinde oluşudur. Bu açıdan, hemen hemen hiçbir dönemde ve hiçbir yerde böyle bir tek elde toplanmanın gerçekleşmediğini ileri sürmekte herhangi bir abartı yok.

İkincisi, hem büyük sermaye, İstanbul burjuvazisi türü adlandırmalarla anma alışkanlığında olduğumuz sınıf kesimi cevaz vermekte ya da talep etmektedir, hem de hâlâ iktidarın ve  reisinin doğrudan adamlarından oluşan yeni yetme büyük sermaye sadece talep etmemekte, aynı zamanda, bu uğurda özel görevler almaya hazır görünmektedir.

Üçüncü neden olarak da düzen içi muhalefet partilerinin böyle bir gerginlikten uzaklaşma ve yumuşamaya dünden razı olduklarını gösterebiliriz. Ahaliye erken bahar bayramı yaşatma iddiasındaki taze seçilmişler ya da seçilip seçilmedikleri hâlâ belirsizliğini koruyanlar, bütün kampanyaları boyunca bunu söylemişlerdi; “baharın ilk günü sabahı” olarak vaat ve temenni ettikleri 1 Nisan günü de tekrarladılar.

***

Bu arada, müjdeler getiren ilk günün hangisi olduğuna bakılırsa, olup bitenin “1 Nisan şakası”na dönüşme olasılığının bulunmadığı da söylenemez. Diploma aldığımız ilm-i iktisata yakıştırılmış “şom ağızlı” sıfatını sahiplenerek belirtmekten kaçınmayalım: Şimdiden “topal ördek” ilan edilen bahar müjdecilerinin neler yapıp neler yapamayacakları görülecektir; ama çok daha önce, hemen yakın gelecekte, şu itiraz ve yeniden sayımlarla başlayıp nasıl devam edeceği belli olmayan sürecin sonunda da şaka başka türlü gerçekleşebilir pekâlâ.

***

Bahar müjdesinin bir şaka olduğuna ilişkin pek çok gösterge vardı; seçimin hemen ardından hızla çoğalmakta gecikmedi. Birkaç tanesine değinebiliriz.

İmamoğlu, gazetelerle televizyonların aktardıklarına göre, 2 Nisan günü gerçekleştirdiği Anıtkabir ziyaretinde, kendisini karşılayan ve “Mustafa Kemal’in askerleriyiz” sloganı atan, muhtemelen partisinin gençlerinden oluşan coşkulu kalabalığı şu sözlerle yatıştırmış: “Ata’nın manevi huzurundayız. Dua edelim.”

Aynı İmamoğlu, dün de Başbuğ Türkeş’i ölüm yıldönümünde anmak üzere bir açıklama yapmayı ihmal etmemiş: “Türk siyasi tarihinin önemli kişiliklerinden Alparslan Türkeş'i vefat yıl dönümünde rahmetle anıyorum".

Öte yandan, Soner Yalçın dünkü gazete yazısında “iki laz uşağu”nun birlikte gayet iyi çalışabileceklerine değinerek “Düşündüğüm şu: İmamoğlu ile Erdoğan çalışkan bir ikili olabilir…”diyor. Buradaki olumlamayı bir an için görmezden gelirsek, bu önerinin git gide yaygınlaşan bir beklentiyi dile getirdiği söylenebilir. Sermaye sınıfının büyük çoğunluğuyla böyle bir iş ve güç birliğinden yana olduğu besbellidir. Ancak, Yalçın’ın öne sürdüğü “çalışkan ikili”den yaşı, boyu ve rütbesi çok daha büyük olanın henüz renk vermediği de görülmektedir.

Örnekleri çoğaltıp sözü uzatmadan, bir de, birkaç gündür Ankara’nın billboard denilen reklam duvarlarını süsleyen Mansur Yavaş’lı çağrıları ekleyelim. Oralarda kocaman bir fotoğrafıyla arz-ı endam etmiş bahar müjdecilerinden yeni başkan “Haydi Bismillah!” diyor. Ankaralılar da günün her saatinde onlara bakarak dualarını eksik etmiyorlardır herhalde…

***

Yukarıda, “tek adam”ın partisi içinde yapması beklenebilecek  hesaplaşmadan söz etmiştik. Buna yine olası denebilecek bir başka iç hesaplaşma da eklenebilir. Bu “ittifak içi” hesaplaşmadır.

İttifakın küçük ortağı MHP bir merkez yetkilisinin ağzından seçimi izleyen ilk günlerde sonuçlara ilişkin bir yorum yapmıştı. Orada sonuçlardan memnuniyetlerini şöyle açıklıyordu o yetkili: “2014’te 173, şu an 226 belediye aldık; 3 büyükşehir 1 ilimiz vardı, şu an 1 büyükşehir 10 ilimiz var.”

Bu açıklamada dile getirilen memnuniyetin ve buna yol açan sayıların, iktidar partisinin ve ittifakın reisi için aynı derecede memnuniyet verici olması beklenemez, hele sözü edilen kazançların çoğunun, çoğu değilse önemli bir bölümünün, kendi partisinden transfer edildiği hatırlanırsa…

***

Türkiye’nin egemen sınıfları ile onların politik temsilcilerinin 70 yıldan beri, “küçük Amerika” yaratma vaatleri ile birlikte hayalini gördükleri, Amerikaların büyüğündekine az çok benzer bir iki partili siyasal düzenin oluşturulmasında iki parti bakımından da kadroları bakımından da şu kör topal ilerleyen ittifaklarla bir yol alınmış durumda. Sözgelimi, ilkinin başı için, elbette, reisten başkası ufukta görünmüyor. İkicisinin başına ise bir kadın yakışır örneğin. Böylece ele güne karşı modern ve laik Türkiye’nin hoş bir simgesi de bulunmuş olur. Yalnız, yasal Kürt partisinin ne olacağı bir sorun olarak kalabilir. Bununla birlikte, çok da uzun sayılmayacak bir süre sonra, ülkemize özgü iki sosyal demokrat partinin bir biçimde tekleşmesi ile böyle bir sorun giderilmez değildir. Bu tür bir tablo, düzen içi bütün irili ufaklı toplumsal ve siyasal öğeler açısından hayırlı kabul edilmeye uygundur. Bu yazdıklarımızın ne kadarının gerçeğe yaklaştığını, ne kadarının fanteziden öteye geçmediğini görmek için yeterli uzunlukta bir süreye ihtiyaç olacak kuşkusuz.

Çok daha öncesi de var olmakla birlikte yirmi yıla yaklaşmış inadı ile düzen dışı tek seçenek olma yolunda mesafeler alan TKP ise iki partili düzen umut ya da hayalinin kararlı bozguncusu durumundadır. Türkiye için mümkün ve muhtemel geleceğin böyle göründüğü ileri sürülebilir. İş düzen dışı gerçek seçeneğin güçlenmesine değil, o bir zorunluluktur çünkü, güçlenme hızına kalıyor.

***

Şimdilik, güzel sesler de kulağa gelse bile,  müziğin bütünü çekilir gibi değil. Öyleyse, son tuşa ya da kapatma düğmesine basalım ve bitirelim.

_____________________

* Bu sözcüğün anlamını hemen çıkaramayacaklar için Türkçe Sözlük’ten aktarmakta yarar var: “Gerçekte öyle olmadığı halde öyle sayılan, itibari.”