Sacayağı

Bugünlerde ve daha uzun bir süre boyunca ne kadar çok sayıda emekçi üç konudaki temel gerçeği anlarsa o kadar iyidir. Burada nicel ölçüte verilmiş görünen aşırı ağırlığı azaltmak için “anlama”nın daha gelişkini, daha derinlikli olanı anlamında “kavrama” sözcüğünü kullanmak yerinde olabilir.

Peki, nedir bu konu başlıkları?

***

Önemine göre bir öncelik sırasına koymaksızın, birincisi, bir zamanlar demokrasinin gereği ve tek, tek değilse bile ana göstergesi olarak ileri sürülen, çoktandır o kadarına da zahmet edilmeden ve sıklıkla başvurulan bir kandırma aracı, daha doğrusu, ortamı olarak yararlanılan  seçimdir. Buradaki “kandırma” sözcüğü yalnız kötücül anlamıyla kullanılmıyor; dolayısıyla, onun yerine “ikna” sözcüğünü de koyabiliriz.  Emekçilerin, durumlarının o kadar da kötü, hele hele çaresiz olmadığına, istemiyorlarsa, sandığa gidip oylarını vererek kötülerin yerine iyileri, kötülükleri yaratan kişiler yerine iyilikleri sağlayacak kişileri getirme güç ve imkânlarının bulunduğuna inandırılmalarının etkili yollarının  birinden söz ediyoruz.

Bu ortamın muhalif-muvafık, sağcı-solcu, ilerici-gerici demeden her türlü eğilimdeki emekçilerin önüne bir ikna aracı, bir beyin yıkama mekanizması olarak devreye sokuluşu ile karşı karşıyayız. Çeşitli yazılı kurallarda, yasalarda belirlenmiş, bu anlamda normal kabul edilenlerden, gizli/açık hesaplarla birdenbire ortaya çıkarılan ve erken, baskın, korsan nitelemeleri ile anılan seçimler, onların yanı sıra, referandum ya da halkoylamaları, hemen her defasında, ülke çapında yaratılan lanetli bir curcuna oluşturuyor. Sonuçları açısından lanetli, ama garip bir biçimde kandırılmaya teşne kalabalıkların katılımıyla  hem gülünç, ama hem de gülünçlüğü kadar etkileyici de olabilen bir curcuna…

Etkileyiciliğin dozu, daha doğrusu, o etkilerin algılanışı, eskiden beri emekçi kitlelerin ülkenin nasıl yönetildiğine başka dönemlere göre daha büyük bir ilgi duyarak siyasallaşmaları, seçimlere  olması gerektiğinden fazla önem vermeyen devrimciler için de haklı sayılan bir çekim gerekçesi olmuştur. Seçimlere girilmiş, bir yığın emek ve başka kaynak harcanmış, sonuç çoğu kez bir tür keçiboynuzu yalamanın ötesine geçmese de kitlelerdeki politizasyonun olağandışı artışı, aslında abartılı bir varsayım olan bu gerekçe, genellikle esaslı bir irdelemenin dışında bırakılmıştır.

Oysa, emperyalizmin son aşamasındaki demokrasinin seçim ya da, daha genel bir anlatımla, halkın oyuna başvurma dönemleri, kitlelerin gerçek anlamda siyasallaşmasından çok, egemen sınıflar ve onların politikacılarıyla kurumları tarafından manipüle edilen bir gürültü patırtıya dönüştürülür. Bu genelleme, bizimki gibi ülkeler için değil sadece, emperyalist hiyerarşinin tepesindeki “köklü” demokrasiler için de geçerlidir. Aradaki fark, sözü edilen manipülasyonun, yönlendirme ve denetlemenin, yöntemlerindeki kabalık derecesindedir belki.

İşte, gitgide daha çok sayıda emekçinin anlamasının olumlu bir gösterge sayılması gerektiğine ilişkin üç husustan biri budur. Son bir iki paragrafla da bu göstergenin devrimciler için de söz konusu edilebileceğini eklemiş oluyoruz.

Bütün bunlar doğru ve geçerli olmakla birlikte, seçim adı verilen gürültü patırtı koskoca ülkeyi tutsak almışken, çok farklı ama bir o kadar da etkili bir alan, bir ortam, bir mevzi yaratılamıyorsa, böyle bir güce henüz ulaşılamamışsa, kenara çekilip curcunanın sona ermesini beklemek, siyasal mücadeleye değil, ne bileyim, olsa olsa, dervişlik benzeri bir konumlanışa uygun bir yaklaşımdır.

***

Git gide daha çok sayıda emekçi tarafından anlaşılması gerekenlerden ikincisi, kötü, yolsuz, yetersiz politikacıların öyle olmayanlarla seçim aracılığıyla değiştirilmesinin mümkün olup olmadığı, mümkünse bunun emekçilerin dertlerinden gerçekten kurtulmalarını sağlayıp sağlayamayacağı ile ilgili.

Burada iç içe geçmiş iki sorunun yanıtı da kesin bir hayır’dır. Ne öyle bir imkân vardır, ne de var olsa bile öyle bir değişiklik ile emekçilerin dertlerinden kurtulmaları mümkündür. Her iki hayır yanıtı için de tek bir neden vardır: Emekçilerin sömürülmelerinin, ezilmelerinin, işsizlik ve yoksulluk ile boğuşmalarının nedeni, çeşitli düzeylerdeki politikacıların kişisel olarak kötülük, cahillik, yolsuzluğa eğilimli olmak ve benzeri olumsuzluklarla sakatlanmış olmaları değil, hem onların hem de emekçilerin birlikte yaşadıkları toplumsal-iktisadi düzendir. Kısacası, asıl sorumlu düzendir ve bu düzen değişmeden kaldıkça, işbaşındaki kişilerin değişmesiyle emekçilerin dertleri sona ermez.

Öyleyse, ülkeyi yönetmek üzere ortaya atılan politikacıların birtakım kişisel özellikleri ve tam anlamıyla “bol keseden” vaat ettikleri yerine, düzen karşısında nasıl tutum takındıklarına, onun değiştirilmesinden söz edip etmediklerine bakılmalıdır.

Bu konuda ne kadar çok sayıda emekçinin kafasında açıklık olursa, o kadar iyidir.

***

Ancak, değiştirilmeden olmaz denilen düzenin yerine ne geleceği de değişim gereğinin anlaşılması kadar önemlidir. Bu sorunun açık ve kesin bir biçimde “sosyalizm” olarak yanıtlanması gerekiyor.

Orası öyle ama, bunu yaparken, şu da unutulmamalıdır: Sosyalizm sadece bir ideoloji, bir kuram, bir ortak özlem olarak değil, neredeyse insanlık kadar eski arayışların, beklentilerin, uğraşların ürün vermesiyle büyük emekçi yığınların hayatını daha önce hayal bile edemedikleri güzelliklere doğru değiştiren bir gerçeklik olarak damgasını vurduğu yirminci yüzyılı sahneden çekilerek tamamlamıştır. Aradan geçen süre, yepyeni bir kuşağın ortaya çıkıp onu hiç yaşamamış, yaşayanlardan hiç dinlememiş, hatta adını bile duymamış yetişkinler olarak çoluk çocuğa karışmalarına yetecek kadar uzundur. Öyleyse, sosyalizmin ne olduğunu, her zaman, her durumda, her fırsatta anlatmak, göstermek, sergilemek gerekir. Bunun ihmal edilmesini, ikinci plana atılmasını, hiçbir politik, stratejik, taktik, bilmem ne gerekçe haklı göstermez.

Sosyalizmin kurucu düşünürleri, başlangıçta, en ciddi siyasal “muarızları” ütopyacı sosyalistlerle kendilerini, kendi taraflarını ayırt etmek için “bilimsel sosyalizm” tanımlamasını geliştirmişlerdir. Başka nedenlerle birlikte, o adlandırmanın siyasal gerekçesi budur. Dolayısıyla, sosyalizmin ne olduğu, nasıl ete kemiğe bürüneceği konusunda, çok değerli ve her zaman yol gösterici çözümlemeler ile öngörülerin yanı sıra, yirminci yüzyıl boyunca gerçek hayatta ortaya çıkmış gerçekleşmelerden hareket etme zorunluluğu vardır.

Bu zorunluluğun güncel bir örneği, düzenin değiştirilmesi gerektiğini ileri sürerek halkın önüne çıkan bağımsız adayların açıkladıkları bildirgedir. Bu çok kısa bir özettir kuşkusuz. Oradaki her bir cümlenin, emekçiler açısından ne önem taşıdığı ve nasıl gerçekleştirilebilir olduğunun benimsetilmesi, sözcüğün abartılı olduğu sanılmasın, muazzam bir çabayı, dolayısıyla çok yönlü katkıları  gerektirmektedir.

***

Ülkemizde yaşayan, ortalama düzeyde anlama yeteneğine sahip her emekçinin yukarıdakilerin ilkini ve bir ölçüde de ikincisini anlayabilmesine yetecek kadar tekrar oluyor. Tekrarın ise öğrenmek ve öğretmek bakımından önemini biliyoruz.

Olup bitenler, her emekçinin uzaktan izleyerek ya da içinde yaşayarak farkına varabilecekleri biçimde tekrarlarla gerçekleşiyor. Nesnel olarak böyle olduğunu söyleyebiliriz. Ama bu nesnellik sadece bir kolaylık sağlıyor; onlara anlatmak ve mümkün olduğu ölçüde derinliğine kavratmak gereğini ortadan kaldırmıyor. O gerekliliği yerine getirmek üzere yürütülecek mücadelenin, özellikle onun içindeki propaganda ve ajitasyon çalışmalarının böyle bir sacayağının üstüne oturtulması ise bu yazının önerisi olarak görülmeli.

Tekrardan zarar gelmez diyerek sacayağını bir kez daha yazabiliriz: Olmazsa olmaz öğesi genel ve eşit oy ilkesini bile ayaklar altına alabilen emperyalist demokrasiden hiçbir hayır beklenemeyeceği, bir; kapitalist düzen şurasından burasından onarılmaya çabalanarak değil kökten değiştirilmeden kurtuluşun imkânsız olduğu, iki; emekçi sınıfların her türlü sömürü ve zorbalıktan kesin kurtuluşunun ancak yine onlar tarafından gerçekleştirilecek sosyalist toplumun kurulup geliştirilmesiyle mümkün olabileceği, üç. Sağlanması ve git gide yaygınlaştırılması gereken zihin açıklığının üzerinde yükseleceği üç ayak bunlar olmalıdır.

Ondan sonrası bu çalışmaları gerçekleştirecek devrimcilerin bilgi ve beceri birikimleriyle yaratıcılıklarına, bir de, adanmışlıklarına kalıyor.