Restorasyon Tartışması için Birkaç Not

Galip Munzam'ın geçen hafta başlayıp sürdüreceğini söylediği tartışmayı kast ediyorum. Şimdilik, birkaç not eklemeyi düşündüm.

Önce, çokça kullanıp da ne anladığımızı belirtmediğimiz belki de, çok fazla kullandığımız için ne anladığımızın biraz anlaşılmaz hale geldiği "restorasyon" kavramı ile ilgili bir açıklama yapmakta yarar olabilir. Doğrudan doğruya kavramın kendisine değil de benim ne anladığıma ilişkin bir açıklama.

Bu notları yazarken, daha önce de konuyla ilgili tartışmalara kulak verir ve zaman zaman katılırken, "restorasyon" sözcüğünden anladığım aşağı yukarı şudur: Kurulu düzen, düşmanlarına, nesnel olarak böyle olanlara ve/veya kendisinin doğru ya da yanlış olarak böyle tanımladıklarına karşı mücadele ederken, özellikle de bu mücadelenin kendisi açısından art arda gelen başarılarla sürebildiği bir zamanda, çok fazla ileri gittiğini düşünerek frene basar ve böylece yarattığı göreli dinginleşme dönemlerinde kendisine çekidüzen vermeye, yoğun saldırı döneminde arkasına ve yanına aldığı geçici müttefiklerinin ne kadar palazlandığını saptamaya, bunun doğurabileceği tehlikelere karşı önlem almaya kısacası, bütün bunları yaparak, yeni bir atılım için soluklanıp toparlanmaya yönelir. Sözcüğün çağrıştırdığı ilk anlamı elbette büsbütün bir kenara atmamak kaydıyla, restorasyon, bir kez başlayıp tamamlandıktan sonra gündemden düşen bir operasyonlar toplamı olarak değil, uygulama biçimleri ile içerikleri şu ya da bu ölçüde değişiklikler göstererek tekrarlanan bir süreç olarak görülmelidir. Ayrıca, sürecin bütününün, hiçbir zaman dört başı bayındır bir planlamayla önceden tasarlanarak girişilmiş bir yahut birden çok savunma ve saldırı eylemi olarak gerçekleşmediği unutulmamalıdır. Zaten, eski düzen de yeni düzen de sürekli toparlanma ve atılımlar olmadan yaşayamamakla birlikte, bunların hiçbiri önceden planlanmış olarak gerçekleştirilemez. Belki, yeni düzen, o da ilk iktidarı ele geçirme ve kabul edilebilir düzeyde pekiştirme dönemlerinden sonra, atılımlarını hiçbir önemli uğrağını dışarıda bırakmamacasına planlayabilme yeteneğine kavuşacaktır.

Burada açıklamaya çalıştığım biçimde anlaşılmış bir "restorasyon" konusunda yapılacak çözümlemelerin daha doyurucu, bunun sonucunda elde edilecek saptamalarınsa daha yol gösterici ve ilerletici olabileceği kanısındayım. Öyleyse, bu noktadan devam edilebilir.

Munzam'ın sözü edilen yazısındaki şu saptamaların da yukarıda özetlenen anlayışla uygunluk içinde olduğunu düşünüyorum: "Restorasyon'u, başından itibaren adım adım kurgulanmış bir süreç olarak görmek ve böyle değerlendirmek yerine, gelinen noktadan geriye doğru bakarak bir Restorasyon okuması yapmak mümkün görünmektedir. Restorasyon burada önerdiğimiz haliyle düzen-içi mücadelelere, Restorasyon'un öznesinin yoğurmaya çalıştığı nesnesi ile olan ilişkisine, emperyalizmin bölgesel ve küresel yönelimlerine ve bu süreçte sınırlı etkiye sahip işçi sınıfı-burjuvazi hesaplaşmasına göre yeniden ve yeniden şekillenen bir süreçtir."

Tartışmaya katmak istediğim ikinci nota gelmiş durumdayım. Doksanlı yılların ikinci yarısını hemen hemen tümüyle kaplayan ve restorasyon diye anılan sürecin bir bakıma doruk noktası sayılabilecek "28 Şubat", üzerinde durulabilecek öteki boyutları bir yana, Kemalizmin 12 Eylül 1980'de başlamakla birlikte epey uzun sürmüş tükenme sürecinin sonudur. Konuyla ilgili tartışmayı yenileyen yazarın, sonradan terk ettiği ilk yetişme alanındaki edinimlerinden kaynaklandığını sandığım etkileyici anlatımıyla, "Kemalizm ve onun en son versiyonu olan Restorasyon Kemalizmi (...) anti-komünist eksende dönen ve ölmesine yakın giderek şişkinleşen, parlaklaşan ve sonrasında kendi üzerine çöken gökcisimlerine benzemektedir." Buradaki "anti-komünist eksende dönme" ifadesi bu haliyle itiraza açık, dolayısıyla biraz üzerinde durulmaya muhtaç olmakla birlikte, gerçekten güzel.

Üçüncü ya da, saymayı bırakarak söylersek, bir başka nota geldiğimizde, kehanetler alanına gireceğimizi söyleyebiliriz. Bu sözcüğü kullanırken bir miktar dalga geçtiğimiz doğru olmakla birlikte, siyaset yazıcıları ve onların bir bölümü ile aynı safta olan devrimciler açısından, kehanette bulunmadan, daha doğrusu, geleceğe ilişkin birkaç fırça darbesiyle olsun öngörülerden söz etmeden konuşup yazmanın alemi yoktur alemi varsa bile, coşkusu ve alıcısı yoktur.

Bizim ülkemizde, şimdiyi bilmiyorum, yakın sayılabilecek geçmişte, "Ordu, bir program olmadan, müdahale etmez." diye, aşağı yukarı böyle dile getirilen epeyce yaygın bir belit (aksiyom) vardı. Yoksa, konut mu (postulat) demeliydim? Ne demem gerektiği bir yana, bunu hangi sözcüklerle demem gerektiğinin bile tartışmalı oluşu, farklı bir tartışma olsa bile, can sıkıcıdır elbette ama, o can sıkıntısını olduğu yerde bırakıp devam edelim.

Ordunun ne zaman harekete geçtiğine ilişkin olarak bu söylenenin en belirgin doğrulayıcısı, 12 Eylül olmuştur. Bugünkü Anayasa Mahkemesi başkan vekilinin babası olan tanınmış politikacı Emin Paksüt'ün siyasi programını yazdığı, hatta başbakan yardımcılığı yolunda son anda direkten döndüğü uzun süre dillerde dolaşan 12 Eylül döneminin ilk gününde Demirel, aradan on yıl bile geçmeden yeniden başbakanlıktan indirilip Kuzey Marmara kıyılarındaki askeri tesislerde zorunlu hapis ve/veya tatile gönderilirken, onun kendi eliyle müsteşarlığına getirdiği Özal başbakan yardımcılığı rütbesine ve adıyla anılan, Demirel'in de kesinlikle benimsediği "24 Ocak kararları" da itirazsız uyulacak program rütbesine yükseltilmiştir. Aynı Demirel'in, kuşkusuz aynı değildir ve aradan geçen 17 yıl boyunca çok değişmiştir de, böyle demek adet olduğu için "aynı" diyoruz, işte bu anlamda aynı Demirel'in 28 Şubat ile doruğuna ulaşan restorasyon sürecinin başrol oyuncularından biri olduğu hatırlanmalıdır.

Şimdi, tam da bunu yazdıktan sonra, 2000'li yıllara girilirken daha da çalkantılı biçimde ortaya çıkan yeni atılım döneminin, önceki ve kendileri açısından en görkemli olanı 12 Eylül'dür, başrol oyuncuları arasında olan Erdoğan'ın restorasyonun sillesini yemişlerin ikinci sınıf kadroları arasından çıkmış olmasına ne demeli? Pek çok spekülasyon yapılabilir bu yabancı sözcüğün birincil anlamı, düşünme, öngörüde ve kestirimde bulunma olduğuna göre, buradan yola çıkılarak epeyce kalem oynatılabilir. Ama kalem oynatacak yer iyice azaldığı için burada durmalı.

Bununla birlikte, üzerinde konuşmakta olduklarımız önemlidir. Devam etmeye değer. Devam edenler de mutlaka olacaktır. Dolayısıyla, biz de devam ederiz elbet.

Ederiz etmesine de, her ne kadar anlaşılmış olsa bile, Ahmet Mithat Efendi soyumuzu hatırlayarak bir ekleme yapmadan bitirmeyelim: Restorasyon dediğimiz, düzenin hayatında yinelenip duran, yinelenirken yeni öğelerle karmaşıklaşan ve, biraz şematize edilerek söylendiğinde, iki atılım dönemi arasında yerini bulan bir süreçtir. Olmazsa olmaz olur da, düzenin ömrü gerçeklikte bitmiş ve yerini başkası almış olur.