Papağanlar

Söz etmek istediğimiz, bu adla bilinen ve pek çok türü bulunan kuşun kendisi değil elbet. Ama önce, bu konuda en kısa ansiklopedik bilgi:

Bunun, sayıları 300’ün epey üzerindeki bir kuş türünün ortak adı olduğu biliniyor. Halk arasında onları farklı kılan en ilginç özellik olan konuşabilme, daha doğrusu, insan konuşmasını taklit etme yetisi bakımından en gelişkinlerinin ise gri papağan olduğu belirlenmiş.

Bizde de çok tekrar edenler bu kuşa benzetilir genellikle. “Papağan gibi konuşan” oldukça ağır bir eleştiri, hatta alay ve aşağılama ile karşılaşmayı göze almış demektir. Aynı şeyi, üstelik de ne olduğunu pek bilmeden tekrarladıkları düşünülenler için böyle söylenir.

Hemen hemen her konuşmalarını, yazılarını döndürüp dolaştırıp örgüte ve örgütlenmeye getiren, zaman zaman bunu bıktırıcı ölçüde tekrarlayanlar için bu kuş türüne göndermede bulunulmasını, böyle bir benzetme ile eleştiri yöneltilmesini yadırgamamak gerekir, bana sorulursa. Kendisini de o hatırı sayılır büyüklükteki toplamın içinde sayan biri olarak söylüyorum bunu.

Çok sık tekrarlamaksa o eleştiri sahiplerinin takıldıkları, eyvallah, ne olmuş, tekrarlıyoruz! Papağan benzetmesinden alınmanın gereği yok, oradaki anlam açıklamasının içinde yer alan “ne olduğunu pek bilmeden tekrarlamak” bölümü dışında.

Bıkıp usanmadan vurguladığımızın ne olduğunu, ne anlama geldiğini bize anlatan, neden tekrarlamak gerektiğini de öğrenmiş bulunduğumuz hayatın ve mücadelenin kendisidir. Dolayısıyla, benzetmenin o bölümü bize uymaz; uymadığı için de “bühtan” sayarız, kara çalma olarak görür ve reddederiz. Ama tekrar tekrar aynı sözü söyleme anlamında o sevimli kuşa benzetilmekten niye utanalım, neden kendimizi aşağılanmış sayalım? Her işin başı, çıktığımız yoldaki her başarının vazgeçilmezi bellediğimiz neyse, onu sık sık hatırlamış, aynı yolda yürüdüklerimize ve yürümeye çağırdıklarımıza hatırlatmış oluyoruz. Bunda ne kötülük var! Asla unutulmamasını ve gereğinin yapılmasını kolaylaştıracaksa, inanmış halkımızdan alışkınızdır, günde beş vakit de tekrarlarız.

Mahkum edilmek istendiğimiz bu dünyadan tiksiniyoruz. Onun nimetlerine de kurallarına da sınırlamalarına da kökten itirazımız var. Hepsini insanlığımıza hakaret sayıyor ve reddediyoruz. Bugün yaşadıklarımıza, bize dayatılanlara hiç benzemeyen, yepyeni bir hayatı mümkün ve gerekli görüyoruz.

Bütün redlerimizin ve kabullerimizin, bütün beklentilerimizin ve özlemlerimizin, bütün kurgularımızın ve hayallerimizin gerçekliğe dönüşmesinin ilk, esas, temel gereğinin örgütlenmek, örgütlenmemizi sağlamlaştırmak, güçlendirmek ve her koşulda tuttuğunu koparır duruma getirmek olduğunu biliyoruz. Bunu bilmeden, öğrenmeden, öğrendiğimizin gereğini yerine getirmeden herhangi bir umudumuzun olamayacağının, reddettiklerimize mahkum özlediklerimizden yoksun olarak yaşayıp ya da sürünüp gitmekten başka bizi bekleyen bir son bulunmayacağının farkındayız.

Onun için tekrarlayıp duruyoruz.

Çok uzun zamandan beri ve, umuyoruz aynı uzunlukta olmayacak, bir zaman boyunca daha…       

Geçmişte de o kadar çok tekrar ettik ki, bir ara, şu insanlığa yakıştıramadığımız düzenin en namlı siyasetçilerinden biri, aktif politik hayatının sonları yaklaşırken, herhalde bizden büyük ölçüde etkilenerek, örgütlülüğün erdemlerinden, “örgütlü toplum olma”nın gereğinden söz eder olmuştu. Bilmem kaç kere indirilip ondan bir fazla defa yeniden gelmekle ün kazandığı yüksek makamların en yükseğinde, örgütlü toplum da örgütlü toplum deyip durmuştu.  

Bize gelince, bundan sonra da o kadar çok tekrar edip duracağız, durmayıp eyleyeceğiz ki, ezilip sömürülenler, boyun eğip sürünmektense yekinip dikilmeyi, bunun için de aralarında, karşılarında, önlerinde habire örgüt, örgütlen, örgütle diye tekrarlayanlara kulak ve el vermeyi bilecekler.

Bu arada, varsın, papağan da papağan diye tutturup kafa bulanlar eksik olmasın!

Ondan güzel kuş mu görmüşler!