Önemsiz seçimin önemi

Aslında önemsiz bir seçime iki gün kaldı. Üçüncü günde oylar verilecek, aynı günün gecesi bitmeden de sonuçlar büyük ölçüde belli olacak.

Neden önemsiz? Hiçbir değişiklik olmayacak denemez de, değişenler bir bütün olarak fazla önem taşımayacak. Ortaya çıkan değişikliklerin çok önemli olduğu da herhangi bir kıymet-i harbiyesinin bulunmadığı da ileri sürülebilecek ve bu minval üzre ciddi bir tartışma değil, bir ağız dalaşı, bir demagoji fırtınası, abuk sabuk bir atışma olacak bir süre. Sonra sönümlenecek; belki de birdenbire kesilecek; çünkü, bir süre daha devam edeceği belli olan iktidarın kucağında taşıdığı ya da üstünde oturduğu sorunlar yumağı büyüyecek ve ne kucakta bekletilebilir ne de üstünde oturulabilir duruma gelecek.

Çok kısaca böyle anlatılması mümkün bir durumda kimler, neler yaptılar, neler söylediler diye bakılacak olursa, ilkin hangi taraf, düzen yandaşları ve sahipleri mi düzen karşıtları mı sorusuyla birlikte düşünmek gerekir. Şu basit nedenle: Bu soru, kim(ler) ya da ne taraf sorusunun hangi sınıflar anlamına geldiği bilinerek sorulur ve yanıtı da toplumdaki sınıfların, bu örnekte ayın sonunda yapılacak yerel seçimler olmak üzere, çeşitli sorunlarla ilgili görüşleri ile tutum ve davranışlarının ne olduğu anlaşılmaya çalışılarak verilir. Sınıfların görüşleri ile tutumlarını anlamak, her zaman değilse bile, genellikle kolay olmadığından, onların ideolojik/siyasal temsilcilerinin söyledikleriyle yapıp ettiklerine bakmak yerindedir.

Böyle bir bakışla, düzen ve onun temsilcilerinin tutumlarındaki şu tür bir ayrışmayı fark etmek zor değil: Merkezi iktidar ve başındaki siyasetçi, pek de gereği yokken kendini ortaya attı; memleketin tam anlamıyla dört bir bucağını  dolaştı; en büyük belediyeden neredeyse en küçüğüne kadar, “beni seçerseniz kurtulursunuz, seçmezseniz kendi düşen ağlamaz” demeye getirdi, kuşkusuz bu kadar incelikli ve göndermeli değil, çok daha paldır küldür, bu deyişin anlattığını bile yunmuş yıkanmış bırakacak bir üslupla, atıp tuttu. Kendileri memleketin en tepesinde, en alışılmadık yetkilerle oturmuyormuşçasına, ne kadar musibet varsa hepsinden başkalarını sorumlu ilan etti. Oysa, kimse onu mindere çağırmıyordu, ayrıca toplumsal/siyasal bir zorunluluk da gündemde değildi. Bu durumda kendisini ortaya atması; bir bakıma, tümünün sorumlusu benim, beni oylayın demeye getirmesi; kendi destekçilerinin bile işin sonuna doğru fark etmiş olabilecekleri bir risk alma anlamına geliyordu. Yürürlükteki anayasaya ve yasalara göre de herhangi bir gereklilik  yokken, böyle bir gözü karalık, böyle bir risk severlik nereden çıktı?

Birden çok yanıt bulunabilir.

En önemlisi değilse de hemen akla gelen biri şudur: Hep böyle düşman yaratarak iş gören bir siyasetçi olduğu söylenebilir kendilerinin. Büsbütün kenara atılabilecek bir seçenek olmasa da çok daha önemlileri var.

Onlardan biri, siyasal iktidarın seçim sonrasına ilişkin çok daha fütursuz, çok daha acıtıcı planlarının bulunabileceğine ilişkin güçlü bir olasılığın varlığıdır. Buradaki plan sözcüğü yerine zorunluluk ya da çaresizlik de denebilir. Onların gereğini yapabilmek için seçim sonuçları bir destek olarak kullanılmak istenmekte, en azından o sonuçların karşılaşılabilecek  engeller arasına eklenmesinin önüne geçilmeye çalışılmaktadır.

Bir başka olası yanıt ise şu olabilir: İktidarın ve başındaki politikacının seçim sonrasındaki kötü, hatta çok kötü gelişmeler ile müdahalelere ilişkin öngörülerden, tahminlerden, beklentilerden habersiz olması mümkün değildir. Mümkün olmamak bir yana, bu tür tahminleri farklı açılardan ve farklı amaçlarla kendilerinin de yapmaları, belki de bu doğrultuda bazı istihbarat verilerine sahip olmaları doğaldır. Bunlara karşı, seçimden sonraki dönemde, “halk bizim yanımızda” diyebilmeyi, en azından böyle bir argümanı gülünç ya da inanılmaz duruma düşmeden ileri sürmeyi sağlayacak bir sonuç peşinde olmaları da doğaldır. Ayrıca, bu tür bir argümanın, kendileri açısından çok tehlikeli o durumlara karşı alacakları önlemleri ve/veya karşı saldırıları kolaylaştırabileceği açıktır.

Öte yandan, düzen muhalefetinin özellikle son haftalarda belirginleşmiş görünen aşağıdan alma, küfür kıyamete katılmama tavrına ilişkin birbirini dışarıda bırakmayan iki olası nedenden söz edilebilir.

Birincisi, bu geçerli, başarıya götürebilecek bir seçim taktiği olarak düşünülmüştür. Seçmenlerin iktidar ve yandaşları ile müttefiklerinin tehdit, küfür, kavga dolu tutumundan bezdiği saptaması yapılarak “efendiliğin kazanacağı” varsayımıyla hareket edilmektedir.

İkincisi ve herhalde daha önemlisi olarak şu saptama yapılabilir: İktidar ve yandaşlarından yöneltilen sertliğe aynı sertlikle karşılık verebilmek için oradaki içeriğe köklü bir karşıtlık gerekir. Oysa, düzen muhalefeti açısından öyle bir karşıtlık yoktur; hatta yer yer özdeşlik düzeyine yaklaşan bir benzerlik vardır.  Bu noktada, daha çok sanat alanındaki tartışmalarda karşılaştığımız “öz biçimi –ve biçemi- belirler” kuralını hatırlayabiliriz.

***

Düzen karşıtları içinse seçimlerin emekçiler açısından kurtarıcı olmadığı, birçok olumlu etkenin bir araya gelmesiyle oluşabilecek ayrıklı durumlar dışında, bir değer taşımadığı kitleler içinde ne kadar yaygınlaşırsa o kadar iyidir. Uzunca bir süredir, neredeyse ortalama bir iki yılda bir çeşitli seçimler yapılıyor ve halkın ezilişi hiç değişmiyor. Bu gerçeğin git gide daha çok fark edilir duruma gelmesi, seçimler ile halkın kurtuluşu arasındaki bağlantıya ilişkin yukarıdaki düşünceyi destekleyici bir etken olabilecektir.

Bir yandan seçimlerde halka gerçek kurtuluşun ne olduğunu anlatma bir yandan birbirinin benzeri bir yığın sözde seçenek dışında gerçekten farklı bir oy seçeneği sunma fırsatı kullanılırken, bu fırsatın ne kadar kısıtlanmış olduğunu unutmamak da şarttır.

Bunlar, seçimler söz konusu olduğunda, genelgeçer doğrular. Özel olarak bu seçim içinse şu söylenebilir: Emekçi halkımız kendilerini sömürenlerle aynı gemide olmadığını kavramaya, hiç değilse sezmeye başladığına ilişkin bir işaret verirse, bu seçim toplumsal mücadelede kayda değer bir yer almış olur. Yoksa, artık gına gelmiş olan benzerlerinden öte bir anlam taşımaz.

Mart ayının ilk günü yazdığım yazıyı şöyle bitirmiştim, yinelemekte yarar var:

“İki umuttan söz edilebilir. Biri, emekçilerin seçimlerin ne olduğunu ve kimlere hizmet etmek üzere kurgulandığını kavrama yolunda bir adım daha atmaları olasılığıdır. Ölçülmesi zor, ama varlığı kesin bir olasılık.

Kendi ilkelerini hayata geçirecekleri her belediyeyi düzene karşı, Türkiye devrimine ulaşana kadar savunulması gereken bir mevzi’ kabul ettiklerini açıklayarak ‘yerel yönetimlerle gelecekte özgürlüğe ve eşitliğe dayalı toplum hayali arasında bağ’ kurmayı öngören komünistler var bir de. Bakalım onlar ne kadar ulaşabilecekler emekçi halka ve nasıl tepki görecekler. ‘İki umut’ dediğimin ikincisi de budur.”

Birkaç özelliğiyle önemsiz olan seçim, bu umutların varlığıyla önem kazanmıştır; onların gerçekleşme derecesine bağlı olarak da önemini artıracaktır.