Nereden duyduğumun önemi yok. Bu tür konuşmalar birçok yerde yapılıp duruyor. Özellikle, olayın öncesindeki temelsiz ve aşırı iyimserlik dönemlerini izleyen, şimdikine benzer bozgun ya da yıkım günlerinde... Aslında, şu bozgun ve yıkım sözleri biraz abartılı sayılabilirse de iyimserlikte aşırılığın sonucundaki bir savruluşun anlatımı olarak dilimizin ucuna geliyor; üstelik, birçok çevredeki havayı yansıtmak bakımından da uygun görünüyor.
O kadar uğraştık didindik, güçlüklerle boğuştuk, riskleri göze aldık; üstelik, aç ya da açıkta, işsiz güçsüz, parasız pulsuz değilken… Buna karşılık, tam da bu durumda, hatta bu anlatımların yetersiz kaldığı bir muhtaçlık içinde olanlar tarafından ortada bırakıldık, kazıklandık, satışa getirildik. Bir daha ne gece yarılarına kadar sandıkların peşinde koşarım, ne başka zahmetlere girerim… O oyları yağdıranlar çeksinler her türlü zahmeti, bir gün anlarlar belki…
Bu tür kırgınlık ve kızgınlık anlatımlarını sağda solda aktaranlar, böyle bir umutsuz teslim oluşun yanlışlığını vurgulayarak, oyları, sandıkları, demokrasiyi korumaktan hiç vazgeçmemek gerektiğini belirtmeyi de ihmal etmiyorlar.
Umutsuzluğa ve teslim oluşa karşı çıkış tamam da, sandıktı, demokrasiydi türünden şeyleri koruma görevi farklı. O kadar uzun boylu değil. Seçim meçim bitirilmiştir; üstelik bu kez değil, bu sonuncusundan çok daha önce. Bunun ne zaman ya da hangisinde gerçekleştiği, kimilerine ilginç bir tartışma olarak görünebilir. Görünsün varsın. Ama ilginçlik ile yararlılık farklı şeylerdir; kimileyin birbirinin karşıtına bile dönüşebilirler. Dolayısıyla, oralara girmemek en iyisi.
Yine de, bir kez daha ve son kez yazmış olalım: Siyasi partilerle ilgili olanından ve başka kısıtlamaların yanı sıra yüzde on barajıyla kendisine dünyada biricik olma özelliği kazandıran seçim yasasından mı söz etmeli? Devlet imkânlarının iktidardakiler eliyle inanılmaz bir eşitsizlik içinde kullanımından ya da seçimin tek yetkilisi durumundaki YSK adlı kurumun getirildiği son durumdan mı? Ne kadar dikkatle sayılsa eksik kalacak yasal/yasadışı engel ve sınırlamalardan mı? Ölmüş ve hiç yaşamamış olanlara oy kullandırmayı sağlayan seçmen listeleri düzenlemekten mi? Nihayet, sayım işinin kendisine ve ardından sonuçların merkezileştirilmesine ilişkin uygulamalardan mı? Bütün bunlarla ve benzerleriyle bu seçim işi bitirilmiştir. Bitirildiği kapitalist dünyanın demokrasi merkezleri kadar bizim ülkemizde de anlaşılmıştır. Sadece, bizdeki anlaşılmasının biraz daha yaygınlık kazanması gerekmektedir. Çok uzun sürmeyeceğini düşünmek aşırı iyimserlik sayılmaz.
Bunları çok yazıp çizmiş, çok konuşup söylemişizdir. Yalnız, şu “mücadele pişmanları”nın öfkeleriyle yeni kararları aktarılırken söz arasında geçen ve sık sık atlanabilen ciddi bir yanılgı var. Asıl onun üzerinde durmak gerekiyor.
Genellikle, kimse hali vakti yerindeyken, yaşadıklarından önemli bir şikayeti yokken, birtakım sıkıntılara katlanıp özverilerde bulunarak mücadeleye girmez. Girse bile bunlar uzun soluklu çabaları ve güçlüklerle tehlikeleri göze almayı gerektirmeyen, “mücadele” sözcüğünün uygun düşmeyeceği bazı uğraşlardan öteye geçmez.
Şöyle de söylenebilir: Yine genellikle diye başlayıp sürdürürsek, kimse yoksullara, halka, ülkeye, insanlığa iyilik olsun diye, salt bu amaçla mücadele etmez.
Niye etmez? İlk akla gelen, birbiriyle bağlantılı iki nedeni sıralayabiliriz.
Birincisi, kendi durumundan herhangi bir şikayeti yoksa, neden zahmete girsin? “Vatana-millete, hatta ve hatta, nev-i beşer’e hayırlı evlat olmak” için mi? Hayır hasenat yapmakla görevlendirildiği için mi?
İkincisi, mücadele denilen, kolay, eğlenceli, güllük gülistanlık değildir. Hem şimdiki ve görünür gelecekteki durumu gayet iyi olan, hem de güçlükler ve tehlikelerle dolu bir mücadeleye gönüllü olarak katılan bir kimsenin, birazdan değineceğimiz türde bir insan değilse, mazoşist eğilimlerinden kuşku duyulmaz mı?
Gerçekte olansa, genellikle, şudur: İçinde yaşadığı koşullardan memnun olmayan ve bunların görünür gelecekte iyiye doğru değişeceğine ilişkin umudu bulunmayan insan, bir yığın güçlük ve tehlike ile karşılaşacağını bilse de, o durumdan kurtulmak için mücadele eder; mücadeleye girişir; başlatılmış mücadelelere katılır. Katlanılacak zahmet, ileride ulaşılacak iyiliklerin kaçınılmaz bedelidir. Tersinden söylenirse, başarı ya da zafer gerçekleştiğinde elde edilecek iyilikler, katlanılması gereken zahmetin ödülüdür.
Memnuniyetsizliğin derecesi, güçlük ve tehlikelerin ürkütücülüğü ile aşılabilirliğine ilişkin inancın varlığı, başarı ya da zafer ile birlikte kavuşulacak iyiliklerin anlaşılırlığı ve çekiciliği gibi etkenlerse, mücadeleye katılımın çokluğunu ve kalıcılığını şu ya da bu ölçüde belirler.
Buraya kadar “genellikle” sözcüğünü birkaç kez kullanarak belli bir vurgu yapmış olduk. Amaçlanan şuydu: Mücadeleye katılanların çoğunluğu, büyük bir çoğunluğu da denebilir, böyle insanlardan oluşur.
Ancak, mücadele içinde yer alan insanların tümü için geçerli değildir bu söylenenler. Tuzu kuru olanlar da mücadeleye katılırlar. Bu deyimin anlattığı durumdaki insanlar arasından mücadeleye katılarak çoğunluktakilere oranla çok daha büyük katkılarda bulunanlar da görülmüştür. Bundan sonra da görülecektir.
Öylelerine “aşkın” insanlar demek yerindedir. Bu türün hemen akla gelen ve çok verilen bir örneğinin, dünya emekçilerinin büyük öğretmenlerinden, Engels olduğunu biliyoruz.
Mücadelenin başlıca bu iki tip insanın katılımıyla gerçekleştirildiğini söyleyebiliriz. İlki ne kadar çok sayıda ve kalıcı, ikincisi ne kadar yaratıcı ve üretken olursa, başarı da o kadar yakınlaşır.