Mecburen

İki anlamda "mecburen" konu edeceğiz bu Ergenekon hikayesini ilki, hem çok taze hem çok fazla ilgi topluyor, kendiminki de içinde olmak üzere pek çok zihni işgal ediyor. Öteki mecburen ise güçlüğünün farkında olup istemeyerek yapma anlamında. Hani, zaman zaman toplantılarda söz alanlar, "falancadan sonra konuşmak da çok zor olacak, ama..." diye söze başlarlar, öyle işte. Metin Çulhaoğlu'nun dünkü yazısından hemen sonraki gün yazmak da biraz öyle olacak. Gerçi, bir kolaylık da sağlamıyor değil yazıyı kısa tutmak da daldan dala atlayarak sürdürmek de mümkün olabilecek o yazı sayesinde. Bu konuda mutlaka vurgulanması gerekenler, orada belli bir bütünsellik içinde dile getirilmiş nasıl olsa burada biraz rahat davranabiliriz.

Bu konuda epeydir çok kalem oynattık aslında. Yine doğululuğum tutuyor ve ben yerine biz diyorum bunu şikayet etmeden ekledikten sonra devam edelim. O yakın geçmişten çıkarıp hatırlatacağımız şu kadardır: Amerika'nın adamlarının, "our boys" diye söylemişlerdi zamanında, kurulamayışını 12 Eylül 1980'deki darbelerinin gerekçeleri arasında saydıkları "büyük koalisyon" kurulmuş durumdadır. Kuruluşunu daha eskilere götürmek mümkün olduğu için somutlaştırmak hatalı olsa da somutlaştıralım: AkP ile AsP arasındadır bu koalisyon ve, anlaşılan, bilinenlerin ya da alışkanlıkların tersine koalisyon ortaklarından ilki müthiş bir istikrar sergilerken hem isimlerde hem tutumlarda şaşırtıcı sayılabilecek bir istikrarsızlık ikincisinin payına düşmektedir. Yine aylar önce değindiğim gibi, büyük koalisyon bir tür örtülü ikili iktidara dönüşmüş görünmektedir. Bunun kaynağı, hepsi bir yana, sözcüğün anlamıyla ilgilidir: Tek başına iktidar olacak bir kudret varsa, koalisyon olmaz. Ancak, ikili iktidar kavramının önündeki "örtülü" nitelemesi, hem dengeye yakın bir güçler karşılaşmasını hem de bir geçiciliği ya da süreksizliği anlatmaktadır. Bu geçici sıfatı eklenmeden kavranamayan denge ya da dengesizlik durumu, yine geçici sıfatı ile anlaşılabilecek bir süreklilik kazanmıştır ve denge/dengesizlik görünümlerinin bürünebileceği biçimler şaşılacak kadar kısa sürelerde değişebilmektedir.

Ahmet Mithat Efendi'nin torunları olduğumuzu hiç inkâr etmediğimize göre, onun yüzü suyu hürmetine biraz daha açık olmamız istenirse, şu kadarına razı olabiliriz: Kanadoğlu'nun gözaltına alındığını peşin peşin haber eden devlet/AkP televizyonu ile üçbeş saat sonraki gerçekleşmeleri, aynı günün akşamı yapılan karargâh toplantıları ile insani amaçlı hanım ziyaretlerini ve ertesi günün devletin en üst katındaki gergin görüşmelerini hatırlamakta ve hepsini birden kazılar mazılar dahil iki gündür olanlar ve önümüzdeki günlerde olup biteceklerle karşılaştırmakta yarar vardır.

Bir küçük ekle bitireyim: Olup bitenlerden sonra bende bir izlenim uyanıyor. Bütün bu hikayenin tümüyle içeriden kaynaklanması mümkün görünmüyor, benzer bir değerlendirmeyi en az birkaç ay önce Demirel yapmıştı bildiğimiz Demirel işte, benim yarım yüzyıldır Türkiye burjuvazisinin yetiştirebildiği iki çaplı politikacıdan biri deyip durduğum zat. Demek, aklı hâlâ işliyor. Bu işin bir yanı. Daha önemlisi, bendeki izlenim dediğim, acemi işi denilemeyecek, acemi de söz mü, basbayağı ustaca bir tasarım var ama uygulayıcılar, sonradan, kendilerine bırakılmış uygulama aşamasında, oraya buraya, kimileyin kendi dayanılmaz ihtiyaçlarını gidermek için, hatta kimileyin de düpedüz aldıkları keyfi artırmak için müdahale ediyorlar büyük ölçüde tamamlanmış bir resmin orasına burasına acemice fırça darbeleri vuruyorlar.

Bu satırları okuyanlara öneririm: Olup biteni kavramaya çalışırken bu tasvirim de akıllarının bir kenarında bulunsun.

Dava mı operasyon mu saldırı mı, her neyse, onunla ilgili olarak bu kadar.

Bir de sevimli sevimsiz ayırt etmeden sıfatlarını saymaya kalksak satırların yetmeyeceği, kırmızı atkılı ve kalpaklı adam var. Onunla ilgili olarak yazılıp söylenenlerin de hiç değilse bir bölümüne değinmemek olmaz.

Bir bölümüne derken, ikisine demek istiyorum: Bir kaygımı dile getirip bir de o aykırı "örgüt üyesi"nin şu günlerde ünlü ünsüz, hemen her köşe sahibinin sıkça dillendirdiği bir özelliğine ilişkin bir sırrı ifşa edeceğim.

Merakta bırakmamak için, önce, ifşa edilecek ve bilenlerin sayısı az olmayan sırrına değinelim.

Bu sır, delilik ile ilgilidir manyak, çatlak profesör ve benzerleri de yaygın anlatım biçimleri arasındadır. Birkaç gündür, kanlı bıçaklı düşmanlarının yanı sıra belli bir hayranlıkla bakıp konuşanlar da yazıp söylediler. Buna karşılık, Ali Sirmen saygıdeğer bir itirazı dile getirdi 10 Ocak tarihli Cumhuriyet gazetesinde, kendisi bir yana, "Ergenekon Olduğuna Göre Darbeye Ne Gerek Var?" başlığıyla işin özünü yansıtan yazısında, " Kendini liberal, demokrat diye takdim eden bir gazeteci"nin, Yalçın Küçük'ü kastederek "yarı deli bir profesör" dediğini aktardıktan sonra devam ediyor: "Terbiyesizliğin bu denlisi, seviyesizliğin bu kadarı, aydın onurundan yoksunluğun bu kertesi, demokrasiden nasipsizliğin böylesi az görülmüştür."

Aslında benim bunlara şaşırmamam ve üstadın deliliğini çoktan bilmem gerekirdi. Bundan aşağı yukarı otuz dokuz yıl kadar önce, ben bir üniversite öğrencisi o da benim hocam iken bana tavsiye ettiği kitaptan anlamalıydım. O sıralar o kitabı İngilizcesinden okumaya çalışmış, daha sonra da, tanınmış felsefecilerimizden Nusret Hızır hocamızın çevirisinden birkaç kez okumuştum hâlâ da kitaplığımda elimi attığımda bulabileceğim bir yerde durur. İşte şimdi ifşa ediyorum, demin söylediğim gibi o kitabı bana ilk "oku" diyen, o kadar da değil, her zaman okuduğunu söyleyen, Yalçın Küçük'tür. Kitabın adı ise Deliliğe Övgü. Erasmus adında birinin yazdığını da ilk ondan duymuştum. Lakin, gençlik işte, ancak bir delinin böyle bir tavsiyede bulunabileceğini nereden bileyim!

Kaygı dediğimse soL yazarlarından ikisinin yazdıklarıyla birlikte ortaya çıktı bende. İlkin, 8 Ocak günü Yasemin Gedik yazdı. Şöyle dedi: "Gözaltına alınanlar arasında, kitapları, yazıları ve konuşmaları nedeniyle nezarethane ve hapishanelere hiç de yabancı olmayan, 12 Eylül'ün faşist savcıları tarafından 'şeytana pabucunu ters giydirecek kadar zeki' olması bile suç sayılan ve AKP iktidarının en büyük ve etkili muhaliflerinden Prof. Dr. Yalçın Küçük de var. (Ergenekon savcısı Zekeriya Öz, Yalçın Hoca'yı gözaltına aldırdığı için çok pişman olmakta gecikmeyecektir. Şimdi alaylı bir hukukçu olarak yüzyüze hukuk dersi verme fırsatını bulduğu için Yalçın Hoca bu işten memnun bile olmuştur.)"

Ertesi gün de, 9 Ocak'ta, Yurdakul Er imzalı şu satırları okuduk: "Şimdi şu Ergenekon rezaletinde AkP ve ardıllarını kendisine böyle yöneldikleri için pişman edeceği kesin Prof. Dr. Yalçın Küçük, Türk-İsrail iç içeliği konusunda hep haklıydı."

Göndermede bulunduğum bu yazarlar, üstadı yakından tanıma imkânını bulmuşlardır. Şimdi de, kendi iddiası o olsa bile öyle bir imkânı bulduğu bana pek inandırıcı görünmeyen, inkâr edilmez bir şöhretin sahibi gazete yöneticisi ve yazarının, Serdar Turgut'un 8 Ocak tarihli Akşam gazetesinde yayımlanan yazısının son satırlarına bakalım:

"Yalçın Küçük bu gözaltına alınmanın verdiği gazla, çıktıktan sonra en azından 20 kitap daha yazar. Bu tür olayların ona güç depoladığını da unutmayın.

O yüzden 'Ergenekon efsanesinin kesin sonu geldi' diye başlık attım. Ya çıkınca Ergenekon olayını incelemeye karar verirse ve yeni 20 kitabını bu işe adarsa sonra ne olacak? Bu da ciddi biçimde üzerinde düşünülmesi gereken bir olasılık."

Bütün bu satırlarda dile getirilen öngörüye katılmamam mümkün değil. Yalçın Küçük, acı çekmekten hoşlanmayanlar için, hedefleri arasına girmekten mutlaka uzak durulması gereken bir kafanın adıdır. Eğlenceli görünen bu cümleyi haksızlık etmemek için değiştirelim: Onun meslekten hukukçuya hukuk öğretmekten, yukarıda andığımız yazısında Serdar Turgut'un değindiği gibi, işkencecisini pişman etmeye kadar değişen alanlarda hünerli olduğunu ben de biliyorum. Ancak, önümüzdeki Şubat ayında yetmiş birinci yaşını tamamlayacak olan bir insandan söz ediyoruz ve bütün bu yeteneklerinin işler durumda olabilmesi için, önce, bedeninin sağlam ve ayakta olması gerekir. Kaygım budur.

Dileğim ise şu: Kim bilir kaç yaş gününü mahpusta idrak etmiştir de, umarım, yetmiş birincisi öyle olmaz.