Kulağından tutup atmak

Biri bu; öbürü, seçenlerin seçtiklerini günü gelmeden görevden almaları. İki durum arasında fark yok mudur ya da küçük, önemsiz bir fark mı vardır?

Bu kadarı çok açık görünmüyor. Biraz daha açık yazmak gerekir.

Yaygın, alışılmış bir uygulama şöyledir, daha doğrusu, şöyle olduğu iddia edilir: Serbest seçimlerle gelinen görevler için önceden belirlenmiş, herkesin bilip kabullendiği süreler vardır. Genellikle 4-5 yıl dolayındadır bu süreler. O süre sona erinceye kadar, seçilmiş olan kişi, açık seçik, kanıtlanmış bir suç işlemediği, akıl ve beden sağlığını ortadan kaldıran bir hastalığa yakalanmadığı, bir de ölmediği takdirde görevine devam eder.

Seçilmiş kişi işine devam eder de, biz yazıya devam etmeden önce, son birkaç cümlede yazdığımız iki hatayı, iki gerçekliğe aykırı anlatımı belirtmeden geçemeyiz. Biri, seçimlerin serbest olduğu, öbürü kanıtlanmış bir suç işlendiğinde görevin sona erdirildiği. Oysa, pek çok açıdan seçimlerin serbest merbest olmadığı da çalıp çırptığı ya da başka türlü suçlar işlediği ülkede yaşayan yurttaşların birçoğu tarafından bilinen kişilerin görevde kalmayı sürdürdüğü de neredeyse her gün yinelenen örneklerle ortaya çıkıyor. Dahası, burada gerçekliğe aykırı üçüncü bir durumdan da söz etmek mümkün: Kişinin akıl ve beden sağlığının bozulması bile işini sürdürmesine bir engel oluşturmayabiliyor; çünkü, kendisinin maşallah turp gibi olduğunu göstermenin türlü yolları bulunabiliyor.

Öyleyse, neden böyle yazdık? Bu yazının konusu, işin o yanı olmadığı için. “Orası öyle, onu herkes biliyor bilmesine de, varsayalım kendi iddiaları doğru, burada değineceğimiz ise işin bir başka yanı” demek için.

Burada bir akla uygunluk aranacak olursa, seçmen denilen yurttaşların çeşitli işler için seçip görevlendirdikleri kişilerin nitelikleri ve başka özellikleri açısından yanılgıya düştüklerini ya da o kişileri iyi tanıma imkânı bulamadan seçim yaptıklarını yahut seçilenlerin işlerinde yetersiz kaldıklarını görüp anlamaları durumunda üç yıl, dört yıl, her neyse, bir sürenin sonunu beklememeleri gerekir. Beklemek, belli bir anda yapılmış ortaklaşa bir hatanın, göz göre göre sürdürülmesi ve bütün toplumun bundan süreklileşmiş bir zarara uğraması anlamına gelir.

Böyle bir hatayı onarmak için bulunmuş bir yol vardır oysa. Buna “geri çağırma hakkı” denir. Bu hak, seçenlere aittir ve “Seni bu görev için seçtik ama, görevini belirlenmiş ölçütlere uygun olarak, doğru dürüst yapmadığını saptarsak, herhangi bir sürenin dolmasını beklemeden, gönderdiğimiz yerden geri çağırırız!” demektir. Buradaki “geri çağırma” deyişi, aslında ülkeyi yönetme işinin o işte sözüm ona uzmanlaşmış, öyle bir meslek edindiği varsayılan kişilerin değil, bütün yurttaşların yapabilecekleri, gerekli koşullar oluştuğunda üstlenecekleri bir iş olduğunu; o koşullar önceden belirlenmiş görev süreleri tamamlanmadan değişip bozulduğunda o kişilerin, kendilerini seçenler tarafından, toplum içindeki asıl yerlerine, işlerine, görevlerine “geri çağrılacaklarını” anlatır.

Örnek olsun, Türkiye Komünist Partisi’nin, ilk kez 2007’de hazırlayıp kamuoyuna açıkladığı, daha sonra Mayıs 2017’de uzunca bir sunuşla yeniden gündeme getirdiği “Toplumcu Anayasa için Taslak” başlıklı metnin 8. maddesinde şöyle bir hüküm yazılmıştı: “(…) Siyasal parti ve toplumsal örgütlenmeler ile tüm yurttaşlar yönetim organlarına aday gösterebilirler, aday olabilirler. Seçmenler, bütün yönetim organlarına seçtikleri temsilci ve görevlileri temsil ve görev süreleri tamamlanmadan ‘geri çağırma’ hakkına sahiptirler. Bu hakkın kullanımı yasalarla düzenlenir ve güvence altına alınır.”

Bu yazılanlara “güzel görünen, ama düşsel bir tasarım” biçiminde itirazlar olursa, böyle uygulamaların geçen yüzyılın sosyalizm deneyimlerinde hayata geçirilmiş olduğu hatırlatılabilir. Ayrıca, o kadar geriye gitmeden, bugün de seçmen yurttaşlara tanınmış böyle bir hakkın var olduğu ve uygulandığı örneklenebilir. Küba Cumhuriyeti’nin yeni anayasasının 96/c maddesinde şöyle bir hüküm yer almaktadır: “(…) seçilmişler icraatlarına ilişkin hesap vermek zorundadırlar ve görevlerinden her an geri çağrılabilirler”.

Gerçi, bizim ülkemizde büsbütün evlere şenlik mertebesine erişmiş demokrasinin sahipleri de bu tür ileri uygulamalar karşısında pek eziklik duymayabilirler!

Ne de olsa, bizim yoğurt yiyişimiz de bu, diyebilecekleri bir alışkanlık, git gide yaygınlaşarak neredeyse kurallaşmış durumda.

Buna ilişkin çok yakın tarihimizdeki bir dizi olayın ilk sayılabilecek örneği, başbakan Davutoğlu’nun 5 Mayıs 2016’daki istifası ile ortaya çıkmıştı. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın işareti üzerine zamanın başbakanı, üstelik “onunla hukukumuz kardeşlik hukukudur, onun onuru benim, onun ailesinin onuru benim ailemin onurudur” benzeri sözlerle istifa etmişti. Derken, aradan bir yıl kadar bir süre geçtikten sonra, 2017 sonbaharında, bu kez yerel yönetimler düzeyinde görev süresi dolmadan görevinden alınan seçilmişlerle karşılaştı ülkemiz demokrasisi. O yılın Eylül-Ekim aylarında aralarında İstanbul, Ankara, Bursa, Balıkesir gibi büyük kentlerin bulunduğu belediyelerin başkanlarının aynı işareti alır almaz istifa ettiklerine tanık olundu. O arada, işareti alır almaz istifa etmeyip biraz ayak sürüyenler, hatta zırıl zırıl ağlayarak sadece seçilmiş bulunduğu görevden değil partisinden de istifa edenler oldu.

Öte yandan, seçilmiş belediye başkanlarının artık seçilmiş olması gerekmeyen bir içişleri bakanı tarafından görevlerinden alınıp yerlerine devlet memurlarının getirilmesinin mümkün ve oldukça yaygın bir uygulama olduğunu da biliyoruz.

Bu örnekler dizisinde henüz milletvekilleri eksik; belleğim beni yanıltmıyorsa, işareti alınca istifa eden milletvekiliyle karşılaşmadık daha. Ama, son günlerde, ikide bir dinsel göndermelerde bulunmayı da ihmal etmeden, partisi ile yandaşlarının yaptıklarına eleştirel değinmelerde bulunan bir milletvekili çıktı. Aynı zamanda partisinin merkez yönetiminde de yer alan bu milletvekili, reisim işaret buyurursa bütün görevlerimden de vekillikten de istifa ederim, diyesiymiş. Demek, önümüzdeki günlerde eksik olan örneğin  tamamlanması da gündeme gelebilecek.

Diyeceğim, bizim ülkemizdeki demokrasi de fena sayılmaz. Seçilmişler ille de sürenin sonuna kadar koltuklarında kalmıyorlar. İşini beceremeyenler sürelerinin dolmasına kalmadan görevlerinden alınabiliyorlar.

Ama buna geri çağırma falan değil, olsa olsa, kulağından tutup atma denebilirmiş; yok, kararı veren seçmenler ya da halk değil, tek bir kişiymiş…

Geçin bunları bir kalem.

O kadar kusur kadı kızında da olur!