Küfür

Ziya Paşa’nın ünlü gazelinin ilk beytindeki anlamıyla küfür değil burada söz edeceğimiz. Ama önce o beyit:

Diyar-ı küfrü gezdim beldeler kâşâneler gördüm

Dolaştım mülk-i İslamı bütün viraneler gördüm

Buradaki “küfr” Allah’a ve İslam’a inanmama, Allah’a ortak koşma anlamlarına geliyor. Ziya Paşa’nın sözünü ettiği, işte öyle insanların ülkeleri anlamında; oraları gezerken ne kentler, ne görkemli yapılar görmüş, oysa İslam ülkelerinde karşılaştığı hep yıkıntılar olmuş. Şimdi gezip görseydi, ne bileyim, Dubai’yi, Katar’ı, oralardaki gökdelenleri, akıllı binaları falan, bu beyti yazamazdı herhalde!

Bu yazıyı kışkırtansa sözcüğün öteki anlamlarından biri: Türkçesiyle sövgü, sövme.

Çok uzun süredir bolca işittiğimiz, işitmekle kalmayıp muhatap olduğumuz, incelikli dokundurmalar, eleştirel göndermeler, şunlar bunlar!

Yukarıdaki son cümlede “tezat sanatı”na başvurduğumuz söylenebilir mi acaba? Yoksa “zevzeklik” sözü daha mı uygun düşer?

Bunlara takılmadan sürdürürsek, şuraya gelebiliriz: Aslında halkımızın, hiç değilse önemlice bir bölümünün, sövüp sayma konusunda pek de masum olduğu ileri sürülemez. Dolayısıyla, peşine takılıp gittiklerinin bu konudaki tutumları ve başarım düzeyleri karşısında fazla tepki göstermemeleri, şaşırtıcı sayılmaz. Ancak, yönetenlerin başarım düzeylerindeki belirgin ve sürekli yükselişin, sövüp saymaya alışkın ve yatkın olmalarına rağmen, halkımızdaki tahammül sınırlarını zorlamaya başladığı anlaşılıyor. Burada apaçık bir gecikme söz konusu olmakla birlikte, beklenen ve olumlu bir gelişme sayılmalıdır. 

Bununla birlikte, bizim halkımıza özgü bir durum değildir bu; hemen hemen bütün halklarda gözlenebilir. “Hemen hemen” derken bir bilgiye dayanmıyorum; böyle bir özellik göstermeyen bazı halkların varlığını bildiğim için değil, söyleşiye bir parça bilimsellik katılmış olur diye bu tür bir üslup tutturuyorum. Öyle ya, biraz kuşku payı bırakmadan bilimsellik olmaz!    

Bütün halkların sövüp saymasındaki ortak denebilecek yanlardan biri de bunların, bu alışkanlığın sık sık “belden aşağı” deyimiyle anlatılagelen bir özelliğe bürünmesidir. Bu dediğimizin sıradan insanlar için geçerli olduğu itirazı yöneltilebilirse de okumuş yazmış, umur görmüş, suyun başına geçmiş olanlarda da biraz daha örtülü biçimde kendini gösterdiği karşı itirazı yersiz olmaz. 

Aslına bakılırsa, her sınıfta ve her sınıftan insanda bir sövüp sayma alışkanlığı, ihtiyacı da denebilir buna, vardır. Daha çok kızgınlık, öfke, çaresizlik durumlarında ortaya çıkmakla birlikte, kullandığı dile ilişkin bir yetkinlik geliştirememiş olmakla da ilgilidir. Konuştuğu ve yazdığı dili en ağır eleştiriyi yapabilecek, en şiddetli kızgınlık ve öfkeyi anlatabilecek kadar iyi bilen bir insan, niye ana avrat dümdüz gitsin? Tamam, kızgınlıktı, öfkeydi bütün o durumların ansızın patlayıvermesi, insanı zıvanadan çıkarabilir ve bildiğini de unutturabilir ama, bu günde üç öğün yahut beş vakit ortaya çıkmaz herhalde.

Bu kadar çok sövgüden, küfürden söz etmişken, benzerini okurların çoğunun biliyor olamayacağı bir örnek vereceğim. Belli bir otosansür uygulamamın da anlayışla karşılanacağını umuyorum.

Sövüp saymanın en sık karşılaşılan yerlerinden biri siyaset kürsüleri ise bir ikincisi de spor alanları, özellikle futbol tribünleridir. Sözümona küfürü ve benzeri uygunsuz olayları önleme amacıyla başlatılan “passolig” uygulamasından, demek 2011’den bu yana bir kez bile maç seyretmeye gitmedim. Oysa, futbolu sever(d)im ve fırsat buldukça gidip tribünden seyrederdim. Hatta, işim gereği değişik kentlere yolum düştüğünde, hafta sonunu denk getirebilirsem, o kentin takımlarından birinin maçını seyretmeye çalışırdım. Otuz yıl kadar önce olmalı, Adana’ya bir gidişimde, Demirspor’un da maçı varmış, malum, solcular Adana Demirspor’a sempati duyarlar eskiden beri, bir arkadaşımla birlikte kurulduk yarıdan çoğu boş tribünlerde, seyrediyoruz. Bir ara hakem gerçekten hatalı ve ev sahibinin aleyhine bir karar verdi. Önümüzdeki sıralar ayaklandı, hakem için klasik iddiayı yineleyen protesto söylemini kısa bir süre haykırıp oturdular. Hemen ardından, tek bir seyirci ayağa kalktı, koronun partisini tamamlayışını güçlükle beklemiş bir solistin sabırsızlığıyla, “ulan hakeem” diye kendi partisine başladı, basbayağı melodik bir sesi vardı. Arkasından, hakemin anası, avradı ve başka yakınları ile onların geçmişlerini gündeme getirdi. Biz tam, şimdi aşk sözleri geliyor, diye beklerken, uzunca bir es verdi ve devam etti: “… ayriyeten mezarda yatan ecdadının etine tenezzül eden börtü böceğin de …” diyerek bizim erken bir beklenti içine girdiğimiz aşk sözleriyle tamamladı. Birkaç saniyelik bir sessizlik oldu ve bu performansı işitebilecek mesafede oturan seyircilerin coşkulu alkışlarını vakur bir edayla selamlayarak yerine oturdu. 

Kuşkusuz herkesin küfrü birbirine benzemez. Örnek olsun, şair Cemal Süreya’nın “Terazi Türküsü” başlığını taşıyan şu şiirindeki, küfür bile sayılmaz herhalde:

Dostum Elif. Harput Kasabı. Güzin.

Günde beş vakit Harput ve hüzün

Doldur doldur Allahı seversen

Anası satılsın burjuvazinin

 

Dostum Necla. Sıhhat berberi. Dizin.

Seni anmak sonu açın yalnızın

Doldur doldur Allahı seversen

Anası satılsın burjuvazinin

 

Dostum Mahmut. Gül Çayevi. Yazın.

Akılda kalmıyor adresin uzun

Doldur doldur Allahı seversen

Anası satılsın burjuvazinin

 

Bir de, edebiyat kulislerine merakı olanlar için ekleyelim: Cemal Süreya’nın bu dizeleri salt “Güzin, dizin, burjuvazinin” sözcüklerindeki kafiye uğruna yazdığı rivayet edilmiştir. Ne kadar doğrudur, bilmem.