Kötülüklerin gizlenen kaynağı

İki gün önce burada okuduğum bir haberdi. Avustralya adındaki bir kıta cayır cayır yanıyor; çok gelişmiş dünyanın bu pek uygar köşesinde bir türlü önlenemediği ileri sürülen, aslında insan eli ürünü bu “doğal felaket”, milyonlarca canlının yok olmasına yol açıyordu; ama, şükürler olsun, sorumlu bulunmuş, çok su tüketen develerden 10 bini vurulmuştu bile.

Haberi okuyunca, Işıl Özgentürk’ün 12 Ocak Pazar günü Cumhuriyet gazetesinde yayımlanmış, “Çağın vebası kapitalizm!” başlıklı yazısını hatırladım. Çok yerinde bir soruyla başlayarak şöyle diyordu Özgentürk, ne yazık, sadece bazı bölümlerini aktarmakla yetinmek durumundayım:    

“(…) bu yanan ormanların çöle döndürdüğü toprağın altında ne var? Hemen söyleyeyim, doğal gaz, petrol ve kıymetli madenler! Kapitalizm artık öylesine açıktan oynuyor ki, ‘işte’ diyor, ‘ben koskoca kıtayı böyle yakarım!’ Çünkü her kıtada, her millette onunla işbirliği yapacak vatan hainleri var. Bu hainler öylesine açgözlü, öylesine benciller ki, yanlarında yavru bir koala susuzluktan kıvranabilir, küçücük bir çocuk zayıflamış, güçsüz bedenini güçlükle sürüklerken onu takip eden akbabanın çocuğu ne zaman haklayacağı üstüne bahis oynayabilirler. 

“(…) şimdi sıra binlerce yabani deve ve atlarda. Çünkü çok su içiyorlarmış. Helikopterlerdeki keskin nişancılara gün doğdu. Evet, ‘sen kaç deve öldürdün, ben şu kadar öldürdüm’ diye birbirlerine mesaj attıklarına hiç kuşkum yok. Çünkü bu koskoca kıta, muhafazakâr bir iktidarın elinde, teknolojinin üst basamaklara geldiği bu zamanda susuz kalıyor, itfaiye fazla masraf diye küçültülüyor. Ve başkanları yangınlar sırasında Hawaii’de tatil yapıyor. Develer ve atlardan sonra sıranın yaşlılar ve engellilere geleceğine dair içimde kötü bir his var. Çünkü yaşlılar ve engelliler gereksiz harcamalara neden oluyor. Öyleyse bırakın dumanın içinde usul usul ölsünler.

“(…) Görülüyor ki kıyamet günlerindeyiz ve bunun başlıca nedeni artık vahşiliğini gizleme gereği bile duymayan kapitalist düzen. Boşuna değil sosyalist ve komünist öğretiler, ‘farklı bir yaşam olabilir’ sloganları yeniden dünya halklarının dilinde. (…) Öyleyse artık bitti denilen öğretilerin ışığında yepyeni eylem biçimleri bularak bu kokuşmuş düzene başkaldırma zamanıdır.” 

Şu geliyor aklıma, devam etmeden yazmalıyım: Halkımızın tuhaf inanışlarından biridir, insanların elleri kaşınabilir değil mi, ama insanlarımızın hiç değilse bir bölümü şöyle der: Sağ elin kaşınıyorsa, bir yerden para gelecek, sol elinse kaşınan, yandın kardeşim, senden çıkacak bir para var. Bu inanışı kapitalistlere uygularsak, onların sürekli olarak sağ elleri kaşınan ve sol ellerindeki kaşıntıyı çok güçlü bir ilaçla genellikle önleyebilen insanlar olduklarını söylememiz gerekir. Şöyle de anlatılabilir: Kapitalist, sağ elindeki kaşıntının yönlendirdiği, bu uğurda her şeyi yapan, akla hayale gelmez gözü dönmüşlükleri sergileyen kimsedir.

Şimdi uzunca bir alıntı daha yapacağım.

“(…) hayvan dış doğadan sadece yararlanır ve salt varlığı ile onda değişiklikler meydana getirir; insan onda değişiklikler meydana getirerek amaçlarına yarar duruma sokar, ona egemen olur. İnsanın öteki hayvanlardan son ve önemli farkı budur, bu farkı yaratan yine emektir.

“Bununla birlikte, doğa üzerinde kazandığımız zaferlerden dolayı kendimizi pek fazla övmeyelim. Böyle her zafer için doğa bizden öcünü alır. Her zaferin beklediğimiz sonuçları ilk planda vardır, ama ikinci ve üçüncü planda da büyük çoğunlukla ilk sonuçları yine ortadan kaldıran, önceden görülmeyen, bambaşka etkileri vardır. Mezopotamya, Yunanistan, Küçük Asya ve başka yerlerde işlenecek toprak elde etmek için ormanları yok eden insanlar, ormanlarla birlikte toplanma alanları ve rutubet depoları ellerinden giderken, bu ülkelerin şimdiki çölleşmiş durumuna temel hazırladıklarını hayal etmiyorlardı. Alpler’deki İtalyanlar, (…) güney yamaçlarındaki çam ormanlarını yok ederken, bölgelerinde sütçülük endüstrisinin köklerini kazıdıklarını sezemiyorlardı. Böylece yılın büyük bölümünde dağlardaki kaynakların suyunu kuruttuklarını, aynı zamanda da yağmur mevsiminde kızgın sel sularının ovaları basmasına yol açtıklarını hiç bilemiyorlardı. (…) İşte böylece her adımda hatırlıyoruz ki, hiçbir zaman, (…) doğa dışındaki bir kişi gibi doğaya egemen değiliz; tersine, etimiz, kanımız ve beynimizle ondan bir parçayız, onun tam ortasındayız, onun üzerinde kurduğumuz bütün egemenlik, onun yasalarını tanıma ve doğru olarak uygulayabilme üstünlüğüne başka bütün yaratıklardan önce sahip olmamızdan öteye gitmez. Gerçekten de her geçen gün onun yasalarını daha doğru anlamayı öğreniyor, doğanın akışına yaptığımız müdahalelerin yakın ve uzak etkilerinin farkına varıyoruz.”

Kim bu yakın ve uzak etkilerin farkına varanlar? “İnsanlık” yanıtı, ilk bakışta doğru görünse bile, öyle değil; çünkü, farkındalık, farkında olunana uygun davranmayı gerektirir. Öyleyse, insanlığın başlangıçta küçük, ama onun etkisi altına aldıklarıyla önemli ölçüde büyüyen bir bölümü, böyle bir farkındalığın çok uzağında.

Neyse, araya girip sözü uzatmadan, yukarıdaki satırların yazarını belirtelim. Bu satırları bundan 144 yıl önce, 1876’da Engels’in yazdığı biliniyor. Bu yıl 200’üncü yaşını kutladığımız, dünya emekçilerinin bu büyük düşünürü, “Maymundan İnsana Geçişte Emeğin Rolü” başlığını koyduğu incelemesinde yazmış bunları.

Diyeceğim, tümü bir yana, sadece “doğanın bizden öcünü aldığı” biçimindeki pek yeni ve güncel sanılan söz bile söylenip yazılalı çok uzun bir zaman geçmiş. O günden beri geliştirilen görünen düşüncelerin yetersiz olduğu da söylenemez ayrıca. Yetersiz ya da eksikli olan, hem doğayı hem de, büyük düşünürün deyişiyle, “eti, kanı ve beyniyle ondan bir parça olan” insanları sömürmek üzerine, bunu her türlü sınırı çiğneyip aşarak yapmak üzerine kurulu bir toplumsal düzeni müzeye deyip hak etmediği bir değer mi verilir, tarihin çöplüğü deyip daha yakışanı mı söylenir, işte oraya göndermeye yönelik mücadelenin kendisidir.

Böyle belirlenmiş bir yetersizliği gidermek bakımından, kötülüğün kökenini doğru anlamak ve anlatmak, benzersiz bir önem taşıyor. Ona da kapitalizm adı veriliyor; biraz daha uzatılarak söylenmesinde sakınca görülmezse, son aşamasına ulaşmış ve bütün canlılara düşman kesilmiş emperyalizm de denebilir.

Çeşitli biçimlerde ne kadar dillendirilirse o kadar iyidir!