Korkak ve Muti MESUT ODMAN

Eski meclis başkanı Bülent Arınç'ın geçenlerde Süleyman Demirel'in şapkası ile ilgili söyledikleri basına yansıdı. AkP'nin kurucuları arasında "abi" diye anıldığı ve yaşça en büyüğü olduğu söylenen Arınç, Demirel'i alaycı bir eleştirinin konusu yapıyor ve kendisinin sıkıştığında şapkasını alıp gitmekle ünlü olduğunu hatırlatıyordu. Hatta, aktardığına göre, Demirel'e "Niye giderken şapkanızı aldınız?" sorusu yöneltildiğinde, kendisi "Eee, kendim kaçtım, şapkamı da onlara mı bırakacaktım!" diyesiymiş. Ardından da Arıç efendi tarih dersini tamamlıyor: "O zamanlar hötle zökle iktidarlar kaçar, yıkılırdı."

Höt'ü anladık da zök ne oluyor, diye sormanın anlamı yok. Bunların hepsi değme hatip geçinmekle birlikte, Türkçeleri kendilerinden menkuldür.

Bu olay 12 Mart 1971'e gönderme ile aktarılıyor. Seçimle gelmiş Demirel, generallerin muhtırası üzerine şapkasını alıp gitmiş ve yeni bir hükümet kurulmuştu. Ondan iki buçuk yıl kadar sonra, 1973'ün Eylül ayında, Şili'nin seçimle gelmiş Marksist başkanı Allende yine generallerin darbesine karşı direnirken öldürülmüştü. O sıralarda gazetecilerle Demirel arasında geçen şuna benzer bir konuşma hatırlardadır: Gazetecilerin "Allende şapkasını alıp gitmedi. Ne diyorsunuz?" yollu sorusu üzerine Demirel, başını memnunlukla sallayarak, "Eyi götürdüler, eyi!" diye cevap vermişti.

Bu cevap birçok insanın asabını bozmuştu. Onlardan biri de benim sevdiğim şairlerden biri olan Ülkü Tamer idi. Bunu şuradan çıkarıyorum: O zamana kadar şiirini güncel olayların etkisinden uzak tutmuş bir şair olarak bilinirdi ama o sıralarda yazdığı "Allende için" başlıklı şiiri basbayağı politik bir şiirdi ve son iki dizesi şöyleydi:

"Şapkasını bırakıp olduğu yerde
Onurunu alıp giden Allende'yi unutma."

Buradaki şapkayı bırakma imgesinde şapkasına sıkı sıkı sarılıp kaçan Demirel olayının etkisi açıktır.

Bu ve sonraki şapkasını alıp gitme olay ve söylemleri, 1960'tan bu yana, aşağı yukarı yarım yüzyıldır, Ecevit ile birlikte ülkemizdeki burjuva siyasetinin yetiştirdiği en önemli, başka bir anlatımla, en gelişkin iki politikacıdan biri olan Demirel'in korkaklığının belirgin kanıtları arasında kabul edilmiştir.

Çok da yanlış sayılmaz. Hele, genel olarak burjuva sınıfı için söylendiğinde aşırı ve çoğu aşırılık gibi dayanakları güçsüz bir genelleme sayılabilecek burjuvazinin korkaklığı saptamasının bizim ülkemiz için rahatlıkla ileri sürülebilir oluşu hatırlandığında, korkaklığını başlıca özelliklerinden biri olarak saptayabildiğimiz bir sınıfın önde gelen politikacısı için yerinde bir nitelemedir. Tersi, korkak sınıfın cesur politikacısı, olasılık dışıdır ya da, en kabadayısı, ihmal edilebilecek kadar küçük bir olasılık.

Bununla birlikte, kendisinin bu şapkayı alıp gitme sorunu ya da suçlaması ile ilgili olarak zaman zaman yaptığına tanık olduğumuz savunmayı da hatırladığımızda, "korkak" saptamasının yetersiz kaldığı görülebiliyor. "N'apcektik yani!" diye kendi ağzıyla özetlenebilir bu savunma.

Gerçekten de, kendi açısından haklıdır doğru bir tutum sergilemiştir. Ne yapsa gerekti? Sözgelimi, Allende gibi, elde silah darbecilere karşı savaşacak mıydı? Öyle yapsaydı, varlık nedeni olan ve haklı olarak ondan itaat bekleyen düzenin kendisi nasıl bir yıkıma uğrayabilecekti acaba?

Bu tutum farklılığının söz konusu iki politikacının kişisel özelliklerinin ötesinde nedenleri vardır. Bizdeki olay, düzenin asıl yıkıcıları olan emekçiler tarafından ciddi biçim ve ölçülerde tehdit edilir duruma düşmesi üzerine, silahlı güçlerin olup bitene müdahalesidir. Oradakiyse düzenin içindeki bazı iktidar odaklarını ele geçirmiş olan emekçilerin başka bir düzene doğru belli bir kararlılıkla yürüyüşe geçmeleri üzerine, yine düzenin koruyucusu konumundaki silahlı güçlerin her türlü ölçüyü ya da standardı gündem dışı bırakan müdahalesidir. Her ikisinde de müdahalecilerin, öyle ya da böyle, emperyalizmin desteğini aldıkları da eklenmelidir. İlkinde politikacıların itaatkâr davranıp şapkalarını alıp gitmeleri ve iktidar yerlerini duruma müdahil olanlara bırakmaları doğaldır ikincisinde ise politikacıların darbecilere karşı koyarak onları etkisizleştirmeye çalışmaları, yapamıyorlarsa da ölümüne direnmeleri... Doğaldır çünkü, ilkinde düzenin kendi politikacılarına kötü, hatta çok kötü giden işlere çeki düzen vermek amacıyla müdahale edilmektedir ikincisinde ise başka bir düzene doğru yönelen düzen dışı politikacıların yok edilmesi hedeflenmektedir.

Peki, burada konu edilen politikacıların kendileri ve tutumları arasında, örneğin, herhangi bir "soyluluk" farkı da mı yoktur? Kuşkusuz, vardır ve çok büyüktür. Ama o farkı yaratan etken, sadece kişilik özelliklerinde değil, onun da temelinde yatan, ait oldukları sınıf ve bağlandıkları düzende aranmalıdır.

Burjuva sınıfının politikacısı elbette korkak olacaktır çünkü bağlandığı sınıf ve bu sınıfın düzeni, insanın bütün yaratılarını ve dosdoğru kendisini bozan bir olgunun, sömürünün üzerinde yükselmektedir.

İtaat ise, zaten, korkunun mütemmim cüzüdür.