Amma kötü denk geldi şu suskunluk günleri…
Konuşamıyorum. Kesin bir yasak bu. Ayrıca, yasağı delmeye kalksan, hem neye benzediği belirsiz, berbat bir ses, hem de ısrar edersen, çok geçmeden, ısrarcıyı alt etmeye yetecek bir acı. Daha da önemlisi, bir daha hiç konuşamama ya da sesinden irkilerek konuşabilme korkusu.
Neyse, bizi de ancak hekimler susturabilirdi zaten, diyerek avunulabilir belki. Bununla birlikte, çok sevdiğimiz, o kadar sevmesek bile söylemeye alışkın olduğumuz şu söz var ya, “az laf, çok iş”, bunda pek de bir hikmet bulunmadığını anlamak için böyle bir musibet yaşamak gerekiyormuş demek. Olsa olsa, boş laf etmemek anlamında bir geçerliliğinden söz edilebilir. Tamam da, konuşmadan iş yapmak ne mümkün! Söz söyleme gücü ve imkânı olmayanın, ne eylemi olabilir?
* * *
Konuşabilseydim…
Geçen gün televizyonda bizim adımıza konuşan gencecik yoldaşımın söylediklerini her yerde tekrar ederdim.
Bırakın sahte çözümlerin, asılsız umutların peşinden koşmayı, derdim. Hızla ve git gide güçlenen devrimci bir parti yoksa, kurtuluş umudu da hiç yok demektir, derdim. Sizin olmadığını çoktan anlamanız gereken vekiller seçmeyi bırakın, Komünist Parti örgütlerini güçlendirmeye bakın, derdim.
Konuşabilseydim…
Daha dinlemediğim, ama bir şair, devrimci ve komünist olduğunu bildiğim için ne diyeceğini kestirebildiğim şair dostumuzun Cumartesi günü yapacağı konuşmayı ulaşabildiğim her yerde yeniden ve yeniden seslendirmek isterdim.
* * *
Konuşabilseydim…
Bu hafta sonu İstanbul’a gidip o toplantıya katılırdım mutlaka. Dünyanın her yanından gelmiş komünist ve işçi partilerinin temsilcilerine bir merhaba demek ve iki çift laf etmek için, ne yapar yapar, söz alırdım. Konukları oldukları bizlerin, ne demokrasi ne ilerleme ne şu ne bu, tek yol devrim ve sosyalizm, kurtuluşumuzun başka yolu yok, demekten hiç vazgeçmemekle övünen bir koldan geldiğimizi hatırlatırdım onlara. Bütün dünyadaki işçi sınıfı mücadelesinin, ancak bu kolun başat duruma gelmesiyle başarıya, zafere, bir daha geri döndürülememek üzere kurtuluşa ulaşabileceğini de eklerdim.
Bir de, hepsinin affına sığınarak, pek özel, pek kişisel bir değinmede bulunurdum. Yıllar önce, bizim ülkemizin tarihinde, adıyla sanıyla bir komünist partinin ilk kez seçimlere katılışını editörü olduğu Rizospastis gazetesi için izlemek üzere Yunanistan’dan gelmiş bir dostumu anardım. Sadece bir günde, daha da kısa, sabahtan gece yarısını bir iki saat geçinceye kadar birlikte olabildiğim halde, anlatılması güç bir dostluk kurmak için o kadarcık sürenin yettiği, “şimdi seninle Ankara sokaklarındayız, sen de beni bir gün Atina sokaklarında dolaştırırsın elbet” deyip söz aldığım, dost ve kardeş KKE’nin unutulmaz evlatlarından, “dostum ve yoldaşım” sözcükleriyle anmaktan büyük bir mutluluk duyduğum Athanas’tan söz ederdim; hepsinin huzurunda, bu dünyadan ona bir kez daha selam gönderirdim.
* * *
Konuşabilseydim…
Bir de, günlerdir süren ve daha ne kadar süreceği belli olmayan suskunluk günlerimde bana dil ve kulak olan can yoldaşıma şükranlarımı sunarak onu azat edip kırlara göndermek için bir şiir okurdum. Yıllar önce, bir ilkbahar günü, birden, fotoğraf makinesini kaptığı gibi parklara, bahçelere vurmuştu kendini ve ben de “Bahar Fotoğrafçısı” diye bir şiir yazmıştım ardından, işte onu:
kayda geçirdin mi oradaki yamaçları
beton yığınlarının arasında küçük bir isyandır
artık unuttuğum günlerden bilirim
aradığın çiçekleri bulamasan da
güneş tanrının parıltısını yakalamışsındır
soracak olursam ancak yadırgamamalısın
mayıs günlerinin bildik çiçeklerini de bulamamış olamazsın
bizim çocukların mezarlarına götüreceklerdir
ayın altısı geldiğinde birer ikişer toplayarak
mayısın biri geldi ayrıca
hani eski bir şehire gidip anlattım ya geçen gün
porsuk çayının bulanık sularının yanı başında
pes dedim buraya da asmışlar kıpkızıl işaretini
karartılmış umutların ayaklanışının
eh hadi bakalım amansız bulucusu
gizli saklı güzelliklerin
yazdırırız seni de bizim nazım okullarına
işin ilmini öğrenmek gerek der halkımız
ona uymalıyız
pek beğenmesen bile yaptığını
her sanatın acemiliği vardır aldırma
çıkarıp eklediklerine bak sen
taşımaktan yorulmadığın yüreğinden
* * *
Konuşabilseydim…
Daha neler neler söylerdim…
Ama konuşulacaktır elbet. Suskunluk bitecek ve konuşacağımız günler mutlaka gelecektir.
Her zaman, her yerde, herkesle konuşacağız o zaman.
Hem de nasıl!
Hem de sahte umutları, cılkı çıkmış yalanları, köhnemiş dünyaları değil…
Devrimi, sosyalizmi, sosyalist Türkiye’yi…